Halil Kaya müjdeli haberi aldıktan sonra Ayvalık’a dönmeye karar verdi. Dönmeden az önce, Bora Kavak için satın aldığı kitapları bırakmak için Eskişehir Kapalı Cezaevi nizamiyesine giderek, getirdiği koliyi teslim etti. Bora’yla görüşmek istiyordu, ama izin verilmiyordu. Nizamiyede görevli nöbetçi çavuşa derdini anlatmak için ısrar ediyordu. “Arkadaşımı ziyaret etmeme izin verebilirsiniz...”
Nöbetçi Çavuş, onun ısrarlarından sıkılarak, “Sorduk işte içeriye. Kolini de yolladık. Birinci derecede akrabası olmayanların girmesi yasak… Yoksa niye izin vermeyeyim?” dedi.
Halil Kaya bu defa başka bir şey denedi. “Şöyle yapalım madem, bir not yazayım arkadaşıma.”
Görevli asker gene umut vermiyordu. “Bilmem ki... Bir şey demezlerse iletirim, ama olmaz derlerse bir şey yapamam vallahi...”
Halil Kaya buna da razı oldu. “Tamam. Bir şey demezlerse iletirsin.” 
“Yaz madem....”
“Bir kâğıt parçası rica edebilir miyim?”
Nöbetçi çavuş onun önüne doğru bir dosya kâğıdı ile kalem koydu. 
Halil Kaya, eğilip, kâğıda bir şeyler yazdı, sonra kâğıdı nöbetçi çavuşun önüne ittirdi. “Bunu iletiverin ona, yeter.”
Nöbetçi notu okuyarak, “Sevgili arkadaşım Bora, ziyaret etmek istedim ama izin vermediler. Ben, Bulanık Yetiştirme Yurdu Sosyal İşler Uzmanlığına tayin edildim. Bu gece Ayvalık’a dönüyorum. Bir hafta sonra da Bulanık’a gideceğim. Hakkını helal et!... Selam...” diye tekrarladı. Kâğıdı katlayarak gömleğinin cebine koydu. “Tamam, iletiriz inşallah.”
Halil Kaya, “Tamam. Çok teşekkür ederim,” diyerek nizamiye çıkışına yöneldi. “Siz de hakkınızı helal edin. Allahaısmarladık!”
“Güle güle! İyi yolculuk...
*
Halil Kaya Ayvalık’a döndüğünde sabah ezanı okunuyordu. Doğruca evlerine gidip, gürültü çıkartmamaya özen göstererek kendi anahtarlarıyla sokak kapısını açıp girdi. 
Nisa Kaya, sabah namazını kılmak için çoktandır kalkmıştı. Tam da namazını tamamlayıp seccadesini topladığı anda salona gelen Halil’i fark edince, bir an korkarak ona söylendi. “Hırsız gibi girmenin alemi mi var be oğlum? Korkuttun beni!”
Halil Kaya, ona sarılarak yanaklarından öpmeye başladı. “Ay, ay, ay, kıyamam ben anacığıma!
“Hırsız sanıp kafana bir şey giydirmediğime dua et!”
Aynı durumda Cemal Kabaloğlu’nun doğrulttuğu tabancayı anımsadı. “Tabanca da doğrultabilirdin. Hani, hoş geldin filan?”
Oğlunun sevgi gösterisiyle sakinleşen Nisa hanım da onu öperek karşılık verdi. “İnsanda akıl mı bıraktın, a oğlum? Hoş geldin, hoş geldin!” Birbirlerine sarılmayı bırakarak oturmaya geçtiler. “Ne yaptın Eskişehir’de? İşlerin halloldu mu?”
“Eskişehir’deki işi soruyorsan, yattı o…”
“Tuh, tuh, tuh…”
“Ben de başka bir iş ayarladım.”
“Ne işiymiş o?”
“Yetiştirme yurtlarında…”
“O da iyi…”
“İyi sayılır, ama ilk tayinimi Muş’a yaptılar. Bir hafta sonra gitmem gerekiyor.”
Nisa hanım, oğlunun iş bulduğuna sevinsin mi, uzak bir şehre tayin edildiği için üzülsün mü, bilemeden bakakaldı.
*
Halil Kaya, yol yorgunluğu ile odasına çekilip derin bir uyku çekti. 
Öğlen saatlerinde uyandığında babası Bedri bey onu güleç bir yüzle karşıladı; Halil Kaya’nın tayini ile ilgili bilgiyi Nisa hanımdan almış olduğundan gelişmeye dair memnuniyetini belirterek, “hayırlı olsun oğlum!” dedi. “Oraları da bizim memleketimiz. Oralarda hizmet etmek, buralarda hizmet etmekten kat be kat değerlidir. Allah muvaffak etsin!” 
Nisa hanım da oğlunun mesleğini bulmasından dolayımemnundu. Onun sadece tek bir kaygısı vardı. “Ya ailesi Ümmühan’ın seninle gelmesine razı olmazlarsa?” 
*
Bahri Soylu, kapı çalındığında antreye geçip, kapıyı açtı. Antreden “Hanım!” diye seslendi; “Kıza haber ver! Nişanlısı geldi!”
Ayşe Soylu, umursamayarak, “Haberi var! diye yanıtladı kocasını; “Bir saattir pencere önünde, gelmesini bekliyordu…”
Halil Kaya, Bahri Soylu’nun yanıbaşında, elinde çiçeklerle içeri girdi; yanında getirdiği çiçek demetini Ayşe Soylu’ya götürüp verirken, kadının eliniöptü. “Merhaba, Ayşe teyze!”
Ayşe Soylu, “Merhaba, oğlum! Hoş geldin!” diyerek elini öpen Halil Kaya’nın elindeki çiçekleri alıp, mutfağa götürdü. 
Bahri Soylu, karısına çıkıştı. “Hanım! Nereye götürdün o çiçekleri? Onlar, Ümmühan içindir!”
Halil Kaya, “Yo,yo,yo!” diyerek itiraz etti; “Sizin içindi, efendim!”
Ümmühan, “Hoş Geldin, aşkım!” diyerek girdi salona,doğruca gidip,Halil ile yanak yanağa öpüştü. 
Halil Kaya, “Hoş Bulduk!” diyerek kıza karşılık verdi.
Ümmühan, onun ellerinden çekiştirerek oturmaya götürürken, “iki günlüğüne diye gittin, bugün dördüncü gün! Seni öldürmek için hazırdım!” diye çıkıştı.
Bahri Soylu, karısına, “hadi hanım, gençleri baş başa bırakalım,” dedi.“Biz mutfağa geçelim. Bana şu yaptığın yemeklerden koy da yiyeyim.”
Halil Kaya hemen itiraz etti. “Bahri amca, sizinle konuşmak istediğim çok önemli bir şey var.”
Bahri bey şaşırarak, “benimle mi?” diye sordu.
“Yok, yani hepinizle.”
Karı koca da geçip oturarak damatlarının konuşacaklarını dinlemeye hazırlandılar.
Ümmühan, cilveyle, “ya… gidip nikah muamelelerini başlatacaktık ya?”diye çıkıştı.
“Ben de o konuda konuşacaktım.”
“Evlenmekten vaz geçtim, deme sakın; yoksa, saçını başını yolarım.”
“Sanırım, konuştuktan sonra sen diyeceksin öyle.”
Herkesin merakı arttı. Suskun kaldılar.
Halil Kaya, devam etti. “Üniversitedeki işim olmadı maalesef. Beni alacaklarını umduğum kadroya bir başkasını atamayı uygun bulmuşlar. Bu benim için büyük yıkıntı oldu. Maamafih, bu kötü haberi alır almaz Ankara’ya Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına giderek, eğitimime uygun bir görev talep ettim. Eğitimim Yetiştirme Yurtları üzerine olduğu için, beni Sosyal İşler Uzmanlığı kadrosu boş olan Muş Bulanık’a tayin ettiler…” Sustu. Gösterilecek tepkileri merak ederek sessizce bekledi.Ümmühan, şaşırtacak biçimde sessizliğini sürdürmekteydi. Beklediği ses çıkmadı hiç birisinden, “demem o ki, oraya bir evlilik yaparak eşimi de taşımam büyük haksızlık olacaktır. Bu yüzükleri ailelerimiz arasında kimseye duyurmadan taktığımız için, çıkartmamızda sessizce olabilir.” Sözünü tamamladıktan sonra göz ucuyla Ümmühan’a baktı. Kız, onu dinleyip dinlemediği bile belirsiz, sessizlik içindeydi.
Bahri bey, Ayşe hanıma dönerek, “kalk hanım, karnım acıktı, yiyecek bir şeyler koy bana,” diyerek ayaklandı. Halil’e, “bunlar Ayşe teyzeni ve beni ilgilendirmeyen konular, oğlum; konuşman gereken kişi o,” diyerek Ümmühan’ı işaret etti.
Ayşe Soylu ayaklanırken, “sizin kararınız ne ise bizim makbulümüzdür. Aranızda iyicene konuşun madem; biz mutfağa geçiyoruz,” dedi.
Onlar gider gitmez Ümmühan dillendi. “Konuştukların bittiyse, haydi, gidip şu nikâh muamelelerini tamamlayalım.”
Halil Kaya onun gene acele karar verdiğini düşünerek, “gideceğim yer mahrumiyet bölgesi ama, biraz düşünsen…” diyecek oldu; Ümmühan, onun sözünü keserek son noktayı koydu. 
“Kapat çeneni! Mahrumiyet bölgesini bahane ederek, benimle evlenmekten kurtulabileceğini mi sanıyorsun.” 
Nikâh muamelelerini yaptıracakları günün erkeninde başlayan telefon seslerinin ardında hep Ümmühan’ın sesi vardı. “Haydi, uyansın artık!”, “Duş yapmaktan vazgeçip elini yüzünü lavaboda yıkasın!”, “Haydi, bitirsin artık kahvaltı etmeyi!”…
Halil Kaya için bu baskılar, biraz da gerekiyor muydu, ne? Kızcağız, pencerenin önünde kukuman kuşu gibi pineklemiş, nişanlısının, sokağın kenarına park edilmiş arabaya gidip binmesini beklerken, nişanlısı sallandıkça sallanıyordu. Nisa anne olmasa öğlene kadar da zor çıkardı evden; kadıncağız Ümmühan’ın telefon talimatlarını aldıkça dikiliyordu oğlunun başına. “Haydi, uyansana artık be oğlum!” “Bırak şimdi duş almayı, lavaboda yıkayıver elini, yüzünü!”, “Haydi, bu kadar yediğin yeter, kalk da giyin!”
Halil Kaya, evden en nihayet ite kaka çıkartıldı. Arabasına bindi, çalıştırdı; hemen iki ev ötesine kadar rölantide sürerek götürdü.
Ümmühan, “nihayet gelebildi!” diye söylenerek ayaklandı. Gitti, nişanlısı için kapıyı açtı. Kendini tuttu, çabucak gelmediği için azarlamadı onu. “Hoş geldin, sevgilim!” diyerek yanaklarından öptü. “Bu gün müracaatımızı yapabileceğiz, değil mi?”
Halil Kaya, elindeki evrakları gösterdi. “Nikah formlarını doldurdum.”
“İyi madem, gidelim hadi! Ben hazırım.”
“Bahri amcayla Ayşe teyzeye bir merhaba deseydim…”
“Sonra dersin, haydi, geç kalmayalım!”
Halil Kaya, çaresiz, “Çıkalım, o halde,” diyerek kapıya yöneldi.
Ayşe Soylu, müdahale ederek, “Bu ne acele? Biraz otursaydınız da…” dedi.
Halil Kaya, Ümmühan’ı suçlamayarak, aceleciliğin suçunu üstlendi. kadının sözünü keserek, “Bir an önce başlatalım muameleleri Ayşe teyze. Ne olur, ne olmaz! Bir an önce nikahıma alayım bu kızı da, başkaları kapmasın…” dedi.
Ayşe Soylu gülerek, “Hanginizin hanginizi aldığına aklım ermedi benim,” dedi. 
Ümmühan, annesine, “Ben onu alıyorum,” diye karşılık verdi.
Halil Kaya, Ümmühan’a, “Hayır.Ben seni…” diyerek laf yetiştirdi.
Ayşe Soylu, “Haydi, yine kavgaya başlamadan gidin de, işlerinizi takip edin bir an evvel,” diyerek onlara yol verdi.
Halil ve Ümmühan, evden çıktılar.Bahri bey ile Ayşe hanım pencereönüne giderek, pencereden gençnişanlıları, elele tutuşarak Halil’in arabasına kadar yürüyüp, arabaya binerlerken seyrettiler.
Bahri Soylu, “Bak şu kıza! Nasıl da mutlu,” diyerek gülümsedi.
Ayşe Soylu, kocasını tasvip etti. “İstediği şeye kavuştu. Mutlu olmasın mı?”
“Allah, sonlarını hayır etsin!”
*
( Mevsim Ghülbahar - Nişanlının Dönüşü başlıklı yazı AliKemal tarafından 13.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu