Günlerden bir gün, dedim ve kala kaldım. Sakıncalarını ihlal ettiğim rahmetin doğurgan hüznünü yâd etmek kadar anlamsız bir gün daha. Güne kavuşmak marifet olsa da, hüznü es geçemediğim bir gün dönümü ve biteviye aşka ve sevgiye koşullandığım/ız yitik bir ömrün kim bilir hangi pervazı…

 

Adı olmayan bir aşk, yaşı olmayan bir kız çocuğu ve çaldığı türküde adımı haykıran bir adam, dilime pelesenk olmuş iken o nakarat. Hadi bakalım çöz anlamını anlamsız döngü kahır yüklü bir izlekte saklarken görünmezliğini yeni yetme umutlarını.

 

Umut… Sihirli bir sözcük: Kâh kayıp bir imge kâh yaşamaya meylettiğim döngünün çaprazında, her nasılsa beni teğet geçmeye muktedir.

 

Başlayıp başlayacağım sükûtun devre arası, hiddeti yine beni esir alan.

 

Beni bana yabancı kılan, kaybolduğum bir ikilem iken, günsüz ve ölümsüz aşkları mabet bilip bir o kadar uzağında kala kaldığım…

 

Adını bilmediğim adamlar kucaklıyor soluk benizli kadınları ve peyda olan o huşuya denk düşen bir bilinmezlikte kulaçlıyorum derya duyguları. Bir duygudan diğerine seğirtmekse her daim maruz kaldığım üstelik hiçbir çekincem de yok duyumsamak adına. Coşan o edilgen yetişkin kimliğim ve muhafazalı dünyamın kilitli kapısı her halükarda geri duramadığım bir ömür iken sunumunu zaman zaman reddettiğim.

 

En iyi anlayan hangi kadın ya da adam ki, çömeldikçe yok olduğum, yok oldukça duyumsadığım ve külfeti ansız dökümü iç sesimin.

 

Korkmuyorum eskisi gibi. Neyden mi? Belki ölümden belki de yaftalanmaktan o da yetmedi yoksun kılındığım bir aşkın mizacındaki kaybolmuşluğum. Sebepli sebepsiz sevmek ne güzel ve yüklü iken acıyı daha da derine gömmek. Katmanlarını ayrıştıkça bilinmezliğimin, bilindik hiçbir ayrıntıyı es geçmiyorum. Detaylarda kaybolmuşluğum çocukluktan miras. İlla ki detaylarda boğulmalıyım. Gelin görün ki; sarkacı o görünmez kifayetsizliğimin en büyük maruzatım. Anlatamadığım ne varsa doymuyorum da anlaşılma özlemi ile cebelleşirken.

 

Hayat derken yoldan çıkmış dürtülere rast gelip, edimsel bir taarruza rast gelip, devindiğim o gölgesiz beyanatlar.

 

Fısıltı niteliğinde bunca söyleme sahip çıkamazken savunmamı da yapamıyorum bilinmezliğin nezdinde.

 

Adı olmayan sakıncaların sahipleri iken o mağduriyetim, mazlum olduğumun itirafı ile sadece O’na sığınıyorum ve yine kim varsa rahmet diliyorum, ebediyete intikal etmiş.

 

Affetmediğim ne çok insan yine de nefret beslemediğim. Yaralarımı kazıyan o pervasızlıkla son sürat irdeliyorlar zafiyetlerimi. En büyük zaafım mı? Hangi birini sayabilirim ki…

 

Belki de o sükûnetim haiz olduğuma dair geliştirdikleri inanç ile içimde kopan fırtınalardan bihaber koca bir evren. Fırtına öncesi sessizliğimi sanıyorlar ki; sükût ikrardan. Oysaki hiçbir çekincem yok sakındığım ya da imtina ettiğim.

 

Yerli yersiz rahmete bulaşan gönül odam, tüm kalabalıklığımı görmezden gelip, yalnız olduğuma dair geliştirdiğim inanç pek de pekişmiyor ansız ve yersiz tahakkümlerle.

 

Şikâyetim yok desem, yalan da olmaz hani zira koşullandığım hiçbir karede pay sahibi değilim. Sadece bir görüntüden ibaretim çoğunun nezdinde yetmezmiş gibi görüntü kirliliği yaratan bir fazlalık…

 

Sunumu hiçliğe tekabül eden bir var oluş felsefesi zihnimde kıpraştıkça, sancılı bir döngüye riayet eden en sakil ve en bilinmezi yine sınırları ihlal edildikçe yansıttığım bir nazire.

 

Gönüllü gönülsüz, rahvan bir uçurumda düştükçe, dipsizliğin gölgelediği bir seferberlik kadar sıkıntı yaratan bir süreç ve medet umduğum… İnanın ki yok sonrası ne de olsa aldım boyumun ölçüsü. Bu, demek değil ki uzağındayım sevgi denen illetin. Tüm sakıncalarını bertaraf edip bir şekilde bağlandığım, gönülden vakıf olduğum eşsiz bir güzellik, sevgi denen yükümlülüğün yarattığı o kıvılcım ve alevlenen en büyük yangın, Yaradan iken yüreğimin tek sahibi. Geri çevirmeyen yegâne kudret ve bilfiil hissettiğim hatta ne çok kanıt ansızın üstüme yağan rahmeti görmezden gelemediğim. Biliyorum her ne kadar elimde somut bir delil olmasa da ve inkâr etse de gölgeler, adsız bir tanıya sahip çıkmak en muteber vasfı boyutsuzluğumun ve her nasılsa yolumun kesiştiği sevgi denen sancı üstelik hiçbir sanrıya yol açmazken.

 

İstikrarsız yitik bir döngü, hezeyandan ibaret bir katliam kadar isyan yüklü günü birlik günahlar.

 

Yalıtılmışlığın menzilinde kıpraşan o hegemonyası, belli belirsiz ikrarı yâd edip gömülü bir sarnıcın izsiz yok oluşuna meylettiğim bir tümce kadar da asılsız, hanidir saklı iç sesimin isyanına yüz sürüp evrenin nezdinde vakur bir yalnızlık iken söz kırımı yetilerim.

 

Yetim bir düşün öbeğinde yok olmaya aday bir günün zifiri karanlığında, hizaya çektiğim kaygılarımdan arda kalan o huzursuz ve kâfir sancı: Bir adım ötemde huşu içinde sürmeyi bekleyen bir hayatın özleminde ama her nedense hoyrat bir sancıya yenik düşen ruhumun karanlık yörüngesinde saf tutmuş bir yalnızlık restleşmeyi hak eden yine de anlamsızlığın dibinde soytarı bir gölge kadar tahayyül etmeye değmez iken tutarsız hegemonyası işgalci baskının.

 

Günler, gömüt bildiğim bir dünün telaşında, ansız bir sakınca kadar yüz sürmeye elden geldiğince niyet edip, asılsız bir söylenceye mal edip dirliğin huzurunda saklı tüm çekinceleri bertaraf etme kaygısıyla bileniyor ruhum bir bıçak keskinliğinde. Hanidir pervazında gönül bahçemin, bir yenilgiyi tatmak kadar acı veren o dirayetsizliği baskın geliyor nazarında hiçbir anlamı bertaraf edemezken, yitip gidiyor emsalsiz düş sağanakları.

 

Karlı ve soğuk bir gün belki de yoksun kılındığım hele ki depreşen bir mutluluk özlemi iken, göz çukurlarımda boğuyorum çocuk sevinçlerimi. Çaldırdığımdan bu yana baskın ihmallerini mutluluk sancım iken ihmal ettiğim, çalıntı bir kareye ısmarlıyorum ihlallerini yarından ırak bir ırmak iken çağlayan yaşlarımın hezeyanında, devrik bir yörünge kadar ahkâm keserken yitik telaşım.

 

Söylenmemiş o istikrarsız gidip gelmeler yok mu hele ki geride kalan o kekremsi, münafık dokunuşu keder iken yüklü yürek ve her nasılsa kaderin ihmal ettiği keşiş ve baskın kimliğim. Dünyevi bir rahmet ne ise, uzağındayım yıkık kalemin altında kalmış varsıl bir varlık kadar toz konduramazken yine de zafiyetlerime yenik düşmek kadar beşeri bir yoksunluk. Milat bildiğim hangi evre olabilir ki dünden yarına uzanan ya da miadı dolmuş bir sarkaç mı, devindikçe düş iklimlerinde kaybolduğum ve duygu sağanağında çalarken rahvan bir döngü iken içinde kaybolmayı başardığım…

 

Sakınca yüklü közü yürek sesimin, andan ırak çalıntı bir zamanın menzilinde, her nasılsa yok olmayı başardığım belki de varlığımın yoksun kılındığı bir sarkaç, ebediyen muhafazalı bir dünya kadar tüm kaybolmuşluğunu yine içinde saklayan. Hani olur da göze gelirim, hani olur da söz olur, hani olur da demeye meylettiğim hangi sakıncalı edim ise, ıslak bir kaldırımda kayıp düşerken hicret bildiğim bir aşka meyledip yüz sürmek kadar hicap verici bir teferruat o terk edişlerin merkezinde, yokluğu ve yoksunluğu payidar kılınmış iken…

 

İbrikten akıtıyorum kurumuş o ölgün niyazım kadar esrikli bir mizaç iken gölgelendiğim…

 

Anlık bir mutluluk belki de en büyük yoksunluğum ve derken çağlayacağım birikintisi hüzün zerreciklerinin…

 

Kayıp bir yarım ve eksik diğeri.

 

Kaygan bir mizansende tüm yok oluşumu yerleştirdiğim karede, karanlık bir siluet kadar korkutucu iken ölüm.

 

Sezilerim güçlendikçe, sızıntısı ümmet bildiğim devinimi gölgeler kadar kaybındayım, eşlik ederken yoğurduğum imgeler: Asılsız bir menkıbeye dizdiğim boncuklar kadar beyhude o yalın tezahürü günlük bir kıyam kadar uzağındayken hanidir…

 

Yorgunluk belki de kıblesi sıkıntı addedilen o dile gelmez tezahürü iken fersah fersah aşan yine de yitip giden bir kelam kadar duyulmaz iken fısıltılarım…

 

İmkân dâhilinde seçtiğim bilinmezlik kadar ayan beyan o huzursuzluğun eşkâlinde, dillendirdiğim bir peyzajın mimarı iken Tanrı.

 

Ve dilime takılan imkânsız seyri evrenin yine bir cümle ile hayat buluyor:

 

‘’Hayat, yararsız olandan geçerek imkânsıza ulaşmaya çalışmaktan ibarettir.’’(Alıntı)

 

Mutluluk imkânsız bir duygu yumağından ibaret, demek olsa da düşen payıma, serzenişimi yineliyorum adım başı. Günü birlik belki de kısacık bir an’a denk gelen bir sızı mı yoksa tüm yoksunluğum? Hani olur da, düşerse yolum bir gün o tanımadığım imgenin tezahüründe yaşadığıma kani olmuşken bir kez.

 

Aradığım boyutsuzluğun kucağında, bir sarkacın himayesinde yitip gitmek kadar kolay mı yoksa? Zor olan mı yaşamak yoksa yaşadığından emin olamayıp ölüme teğet geçen bir düzlemde imkânsızın peşine mi düşmek?

 

Nihai olmadığını bildiğim o arayışın esaretinde, gösterdiğim cesaret nezdindeki yoksunluğum sanırım, dillendirmekten kaçındığım pervasız bir düş kadar sitem yüklü iken mizacı o yoksunluğun…

 

 

 

( İmkansızın Peşine Düşmek... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 1/15/2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.