Mahremiyeti yiten bir
düş’ün peşine koşmamın ertesi, ıslak bir kaldırımda çömelmişliğimi rahmet bilen
bir kaygının nazire eden gölgeli boyunduruğu iken rest çeken. Zamanın çömez ve
yitik niyazında kaybolmuşluğumun nispetinde, salkım saçak bir gölge kadar
görünmez iken muhteviyatım…
Pencere önünde ve rüzgârı
saf tutan eğik başım, ansızın ürpermek korkutucu olsa da ısıtan kış güneşinde,
mahrem bir dileğimi savuruyorum belli belirsiz, sızan gün ışığından gözlerimi
alamazken, pervasızlığında aşkın ve yitip giden bir günün güncesinde gergin ve
kemirgen ne çok yalıtılmış kelime, tezahürü ansız ve dipsiz bir kovuşturmada
yitip gitmiş…
Soluk tenli bulutlar
öfkeden uzak.
Yıkıcı insan imgeleri,
saf bir çocuk kadar kırılgan-keşke tahayyül ettiklerim erse gerçeğe de tedirgin
imgelerin yerini kar beyazı bulutlar alsa.
Günsüz, ansız, ıssız ve
revnak bir tümce kadar efkârımı yalıtan, kaygılarımı boğan, dünlerimi
sorgulayan ve yarınlara umut yüklediğim…
Demsiz ve soğuk bir çay
eşliğinde, sigaranın dumanında boğulmuş insan siluetleri hani olur da rast
gelirim bir masada, oturur da iki lafın belini kırarız.
‘’Seni kıracağıma
başımı kırarım’’ diyen birine rastlamayalı ne çok oldu.
Gölgemle sohbet etmek
bile dağıtmazken efkârımı, sakince kımıldıyorum döşeğimde sıcak bir düş’e yol
vermişken, düşe kalka nazlana nazlana seğirtiyorum bir odadan diğerine. İçre
açılan kapılara rast geldikçe, zihnimin koridorlarında, düşkün ve yitik bir
düşün tahayyülü ile günü geceye devrediyorum.
Düşlerden ibaretim,
gerçekler kalaylarken yorgun ruhumu.
Dünlerden kaygılıyım ve
yarınlardan beyhude bir mizaçla korkuyorum, korkutuluyorum, sığınıyorum sığıntı
bir müspette kadar salkım saçak iken karaladığım eksik cümleler. Tümlenmeyi
bekleyen, tümlemeyi arz eden ve nihayete ermeyen bir hikâyede tüm
yadsımazlığımla şart koşuyorum bir mutluluk kırıntısını.
Sayılar nöbet tutarken
takvim yapraklarında, koşullandığım uğurlu sayımı arıyorum aylardan hangisine
denk geldiğini bilmezsizin. İrkildiğim bir sayı belki kayıp yarımda saklı belki
dünden adresime postalanan bir mektubun sol üst köşesine iliştirilmiş. Kimden
geldiğini bilmediğim bir mektup ne kadar asil ve yalnız bir o kadar silik bir
lehçede kaleme alınmış. Muhatabım hiç kimse iken, müşkül kılındığım yorumsuz
simgesiyle, usulca okuyorum menşei bilinmeyen ve anlamlandırmaya mecalim
olmaksızın.
Dağınık mürekkep izi
tek ipucu yazanın hissiyatını tahmin etmemde. Belli ki ürkünç bir o kadar
kayıtsız kalamayacağım bir izdüşümü, ansız hüznü genele yayarken. Tedirgin
beden dilim fısıldıyor, yalnızlığım gölgelenirken bağnaz bir saldırıya kurban
giden o kayıp aşkın olmayan muhatabı ile sevişirken gölgeler. Irak gözden
alabildiğine yine de pervasızlığı dillere pelesenk isimsiz bir rabıta iken
yolumun kesiştiği…
Aymaz bir yalnızlığın
gözlerinin feri sönmeye görsün hani olur da pervasızca ışıldarım gecenin bir
vakti.
Sığıntı bir aşkın hangi
mertebesi ola ki ıssızlığım sırra kadem basmazken kim bilir belki de bir
hurafedir gönlün kayıtsızlığında huşu içinde yürürken ölüme.
Peyder pey gömüldüğüm ıslak
toprağa ektiğim tohumları, bir parçam bellemişken, tüketilen saflığın ve mazbut
gönüllerin seferinde yol almaksa en sevdiğim, çoğalttığım ve sağalttığım üzünçleri
payidar kılan efkâr nöbetlerine sığdırdığım acı hikâyelerin kahramanlarına el
sallıyorum görmediklerini bilsem de, sitemsiz kabullendiğim bir çöküşün
dibinde, varsıl bir aşkın himayesinde kaybolmuşluğum bir marifetmişçesine
esneyen bedenimi dertop ediyorum ruhun isyanına sığdıramadığım kadar dumanlı
iken ulaşamadığım dağların başı. Yer gök rücu ederken, asılı kaldığım o ipin en
ucuna ekliyorum himayemdeki tüm vazgeçişleri, sandığımın çok ötesinde ve
sakındığım gözümden ne varsa bir bir diziyorum gönül otağıma, buyur ettiğim
gönül misafirlerine yadigâr bırakacağım dualarım ve ölü hayallerin boyutsuzluğunda
kurban verdiğim ömrün hatırına solurken aşkı ve hüsranı.
Hatır-şinas ve asaletin
varlığını hücrelerinde taşıyan ve zamana yayan engebeli bir varsayım belki de
kıblesi ömrün, tüm durağanlığına inat beşeri bir aşkı hiçbir şeye değişmeyen ve
karşılaştığım o varamadığım yakada iken en pervasız ve oyunbaz çetrefilli iç
sesim, andan uzak bir rotada, saplanmış kalmış iken göğün uçsuz bucaksız
enginliğine en az yere göğe sığdıramadığım mağdur beyanatlarımda zikrederken
dokunaklı bir kelimeyi, dünyalara bedel: Annem kadar seven bir evren iken tek
niyazım; öylesine bir aşkın pervazında ve tüm yanılsamamı teğet geçen bir mizaç
olduğunu bilsem de tüm kifayetsizliğimi tek kelamda bertaraf eden…