An geldi, susların
arasında konuşlandım menzilde, rahvan imgeler gölgelerken varlığımı sınandım,
sıvazlandı sırtım, sırıttı bilinmezlik yetmedi bir kavşakta erdim nihayete.
Oysaki erecektim hidayete, sarılacaktım yârime, sivrildikçe tepeler buz kesti yüreğim.
Suskun ve köhne düşler
geçtikçe düşüşe, düşkün bir adamın tuttum elinden, el verdim bir diğerine,
göğüs çeperimde atamadığım çığlıkların hezeyanı bürüdükçe boşluğu, türeyen
imleçlerde, adsız şiirlerde kısrak sevdalar yalıttı hüznümü.
Devri geçerken aşkın,
mizacın yalıtılmışlığında bir peyzajda yaptığım tek rötuşla, adımı mimledim
sihirbaz gölgeler tüm aldatılmışlığımı esefle kınarken.
Düş kırımı aşk, ayak
izimde eşleşti yoksunlukla.
Aşksız kıtaların adsız âşıkları
ve rahvan gölgelerin hokkabazları bir bir seğirtti düş yılgını istimlâk edilmiş
benliklerde.
Sonrası yoktu inan ki.
Aslında öncesi de yoktu çünkü sendin yok olan: Sadece sen ve ıskartaya çıkan
hezeyanların. Kim miydin sen? Belki yoksunluk belki varlık belki de ismi dahi
olmayan bir gölgeden muzdarip iken…
Sadece ben vardım ve
adsız bir rabıtanın ikrarı tetikleyen mülkiyeti kadar ağır iken bu vicdan
azabı.
Yoz dürtüler, insan
ırkını hayvani bir şehvetle ıskalarken palazlanmış egoları, çarpık düzenlerde
yok oldu önce masumiyet ve tüm çocuklar töhmet altında kaldı bu serkeş
isyanlarla Tanrı’yı aldatacaklarına dair geliştirdikleri inançla.
Tek inandıkları zulüm
ve ölümdü. Raptiyeli hayatları, rotasını hepten kaybetmişken…
Önce hak bildiler ve
sonrasında iz sürdüler.
Yok saydılar hidayeti
düş bezgini imgeler. Sığıntı kelamlarla raks etti şeytan. Müritleri
yoksunluklarını varlık addetti hele ki kopuk iplerde salınan hak yoksunu ve
gizemini yâd eden mahremiyet, anlık bir kol gücüyle hâkim kesildi düzen iken o
dokunuşu anlamsız gök yangınları.
Yalıtılan ve yanılan…
Yakan ama yanmayan için
için.
Bir aşkı miraç bilip,
mizacı olmayan kayıtsız bir kaderdi belki de.
Belki de yaşamaktı can
yakan ama canı olmayan.
An’dı rahvan olan ve
adını anmayan kim varsa yoksundu yokluğun tınısındaki o şükür iken
yadsıdıkları.
Kabir azabı gibi
yükseldi dozaj dozaj: Önce ikrar ve derken ışık nüvesiyle dolan ve doğuran gök
kubbe.
Yağmur da hüzünlüydü
yeryüzü de ve Tanrı nasıl da pişman.
Öfkeliydi şeytan ve
devirdiği kovalarda püskürttüğü öfkesi ile kan kustu insan denen canlı.
Küsen vicdanların on
ikiden vuran hedefine sırt çevirmek bir meziyetmişçesine, köhne bir pasajda
soluklanmak kadar mubah olsa yaşamak, keyfe keder gönülsüz ve ırgat düşlerde,
esnek bir eksene teğet geçmek nasıl da olası idi.
Sonlanan bir hikâye
yeni kahramanları ile yeniden müdahil oldu zamana. Zamanın süzgeci mademki
payidar bir mucize idi, kanayan yaralar ıslah olacağı ümidiyle münafık
yetilerinin, tek celsede sona erdi dava ve kaybeden hep kötülüktü üstelik tüm
acımasızlığı ile inkâr etmiş olsa da masumiyetin tınısını. Son gülendi kader
tüm yalıtılmışlığını görmezden gelirken mubahtı ne de olsa önce inkâr edip, yâd
etmek dünü. Dünde kalan hiçbir yargı ermezken nihayete, pekiştireci aşk olan
tek imge yüzünün akıyla geçti sınavdan. Adı insandı her ne kadar insanlığını
son an’a kadar idrak edememiş olsa da.