Sancıları ayyuka çıkmış
sanrı yüklü teselliler iken boğulmaktan son anda kurtulduğum yine de yerli
yersiz bir serzeniş yüklüyorum gündönümüne. Görüp göreceğim tek bir kare bile
yeter mutlanmaya ya da hüznü yâd etmeye. Efkârı yitik bir gün olmasını temenni etsem
de gönülsüz bir iç çekişle savsaklıyorum randevusunu rahvan günün. Kırılgan bir
sabah her duyumsadığım çiy tanesine yüklerken maruzatımı geri durmayı akıl dahi
edemezken çöküyorum dizlerimim üzerine. Bir elim yağda diğeri toza bulaşmış.
İşte yine başladı saatin tik takları. Yeni duyduğuma kani olduğuma dair
geliştirdiğim saçma bir inanç benimkisi.
Günü teslim etmeden
biliyorum ki gün yüzü görmeyeceğim.
Sükûneti çok gören bir
buhran adeta günü birlik koşturmacalar anlık bir yanılgıdan ibaret iken.
Revnak bir buluta rast
geliyorum göğün karasına düşmüşken yolum ve gökyüzünden çekip kopartıyorum
ölgün bulutu.
Bir is birikintisi ifşa
olan.
Katmanlarına
ayrıştırıyorum ruhun derinliklerinde zihnimi kurcalayan ne varsa. Farkındayım
aslında boşa kürek çektiğimin. Sakıncalarını görmezden gelsem de bir solukta
içiyorum sevgiyi. Ama tek yönlü ama ıslak bir rehavet ama… Tüketemediğim
duygulardan mütevellit, soluklanıyorum bu kez. Kaygan bir zemin iken kaypak
gölgelerin tecellisi, sükûtu yâd eden kim varsa tek tek tokalaşıyorum. Şaşkın
yüzler: Kâh gölgeler oynuyor kâh afakanlar basıyor cümle âleme.
Görünmez bir nimet
sevginin tecellisi ve tek tesellimiz bunca kir pasa içindeyken dört bir
yanımız.
Anlamsızlığa anlam
yüklemek tüm kaygım velhasıl kıpraşan bir yenilgiye rest çekiyorum biriken
hezeyanı. Tümlenen yarım kalmışlıklar belli ki geç kalmışlığın en derin
sancısı.
Sakıncalarını ihlal
etsem de geri duramıyorum an itibariyle kurmakla mükellef kılındığım bir
cümlenin, hangi öznesiyse bir yanda dilim sürç-ü lisan ederken. Bu yüzden için
için yakarıyorum Yaradan’a: ‘’Yanlış bir şey yapmaktan beni alıkoy’’ diye. Bu
güne has değil dilimdeki dua ki inancımı payidar kılan o dokunuş ilk günkü
tazeliğiyle hafızamda.
An, hırpani bir telaşla
rahvan bir yenilginin muhasebesini yaparken, rahmet dolu bir benliğe
sığdıramadığım onca detayı görmezden gelememenin verdiği durağan bir
tekerlemeye takılı iken dilim, günü birlik kayıtlarımı da yolcu ediyorum, dünde
kalmış bir sezgiye anlam yükleyip…
Bir değil, iki değil
yine de tekelinde bilinmezliğin, kayıp bir sarkacın göstermelik dilimlerde vuku
bulan bir rehavet kadar asılı kalmak o serkeş tınısına yürek biteviye sökerken
aşkın lehçesini.
Ne tekil bir aşk ne de
teneffüs ettiğim anlık bir sevda dalgası. Dünden kucakladığım, yarına uzanan ve
an’ı kıymete bindiren. Bir gölgede yığılı iken istikrarsız bir öfke hanidir
uzağında kalmak adına devinirken, rast geldiğim bir serzenişe muhalif iken
yüreğin sevgi niyazı.
Varlıklar belki de
varlıksızlığımın kanıtı ya da var etmeye çalıştığım o hezeyan iken çalan benden
ve hala tınısını muhafaza ettiğim yalnızlık iken en samimi sırdaşım. Ne bir
gıybete mahal veriyor sessizlik ne de muzaffer bir eda ile ortaya çıkıp da
sitem ediyor gölgeli sağdıcıma saygıda kusur etmeden, demleniyoruz bir köşede.
Hayalleri ölümsüz kılan
bir teselli değil mi sırnaşık bir duygu sağanağında kaybolmuşluğum…
Ölüyü bile dirilten o
hegemonya, pür-ü pak bir aşk iken telaffuzu en acımasız münafığı bile ebediyen
susturan. Asılsız bir öngörü gibi gözükse de inanıp çoğalttığım bir rahmet yine
ve biteviye Yaradan’ın bizleri koşullandırdığı ezelden ebediyete intikal
ederken duygular.
Tüm kayıtsızlığımı
bertaraf eden, dünümü gömen ve her nasılsa zamanı ve mekânı boyutsuz bir ırgat
tecellisi ise yüreğe hapseden. İbrenin gösterdiği noktaya riayet edip
soluklanmadan ve nefrete paye vermeden, salkım saçak dağıtılmışlığımın muzaffer
edasıyla sahip çıktığım bir hayat her ne kadar çalıntı mutluluklarına paye
verenlere nazire edercesine gözyaşlarıma esefle yükleyip hükümranlığında üç beş
imgenin, asaleti sollayan bir taarruza yenik düşmenin hezimetini bile görmezden
gelip…
Hasreti yâd ettiğim bir
günün tekerinde, kayıp giden zincirin kaçıncı halkası olduğunu bile fark
etmeden teyakkuzdayım. Bir edim, bir zafiyet, bir hegemonya hatta anlamsızlığı
bile gölgeleyen bir sevginin ışığında, ne kadar soyutlansam da kalabalık bir
dürtüye yenik düşüp, insanlığımı sorgularken… Kaç kere ya da neyi okuduğum
değil ama hangi yürek ile kayıt altına aldığım hangi menkıbe ise, istikrarla
ket vurduğum onca olumsuzluk üstelik göze aldığım tüm sakıncalarına geçirdiğim
bir kılıf kadar silik bir hatıratın gölgesinde kalmış ne ise…
Sağalttığım bir hüzne
nazire eden bir çığlık kadar ayyuka çıkan neşe dolu yansıması gökteki ışığın
yetmedi geceyi delip geçen bir gökkuşağı nereden hâsıl olduğunu aklım dahi
almaz iken.
Görüntüden ziyade,
hazine sandığımda saklı tuttuklarım üstelik görünmeyen bir nimete rahmet
yükleyip, tüm tedirginliğimi bertaraf eden.
Issız ve devingen ruhun
çatısında ıskaladığım bir notaya atıfta bulunup, adını koymadığım bir şarkıyı
söylemeye dahi kıyamazken. Saf ve çocuk yanımla görünmez bir yakaya geçip de
arkamda kalanlara elimi sallayıp, kulağımı çınlatan merhamet kadar
vazgeçilmezim ve saf tuttuğum eşsiz bir mecra yine ve sadece O’nun eşliğinde,
yüzü suyu hürmetine inancın sürüklendiğim rüzgâr çalarken ıslığını ve
fısıldarken kulağıma o tek heceyi…
Yüzüm ne soluk ne de
rahvan bir gölge kadar kayıtsız ve hayatı payidar kılan, ruhu ölümsüzleştiren
tekil bir sağanak görüntü itibariyle ve kaygan kaldırımlarda kerelerce düşmeme
rağmen gözümden düşmeye görsün yaşıma sığdırdığım yastan ibaret olsa da karşılık
bulamadığım yine de göreceli bir aşkın çalıntı hüznüne şart koştuğum,
istikrarsız bir özlem velhasıl, deyip demlenirken içten içe…