Kıyamet çalgıcısı o
korunaklı dünyalar iken ipliği çoktan pazara çıkmış, tık nefes bir sağduyu
beklenti dâhilinde olmasa da olduğuna dair geliştirdiğimiz bir inanç.
İnanç… Sorguladığımız
mı sorgulandığımız mı? Yoksa kıymete binen insan siluetleri mi görünmez
olduğuna dair gelişen bir inanç mertebesinde ve yalın bir tezahür ile anlam
bulmaya çalışıp da anlaşılmamanın getirdiği o mahcubiyet kadar kırılgan bir
öngörüde saklı?
Dilekler…
Arzular…
Ötelenmiş vicdan ve
vicdan mağduru ve ne çok kırık hece, tümlenmeyi bekleyen ve her nasılsa batılın
gölgesinde güme giden…
Ne mi oldu? Anlatsam da
anlaşılmayacağımı biliyorum ama yine de… Anlatmamı gerektirecek olan bir kaygı
mı yoksa anlaşılmama ihtimalinin kesinlik kazandığı öylesine bir cümle sağanağı
mı?
Sorularla başladım
güne: Dünden kalanlar yetmezmiş gibi yarına çıkma ihtimalimizin olup
olmayacağına bile kanaat getirememişken… Ne mi olmuş?
Neler olmuş da ben top
tüfek seslerini duymaktan aciz sokulmuş bir köşeye, köşegen aklımın esaretinde
sadece dua ediyorum. Hem haricinde yapabileceğim bir şey var mı, demeye
kalmadan gök gürlüyor ve ıslanıyorum, hem de ölümüne. Ölmeliyim, ölmeliyiz ama
ya, ölmek istemiyorsak?
Ölümlerden ölüm beğen,
dememe kalmıyor ki sayaç hızlı bir ivme ile rakamlara denk düşüyor ölü sayısı.
Ölü mü, dedim? Ne çok
soru ama cevabı asla eşleşmeyecek zihnimdekilerle.
Ölmeliyim, ölmelisin… Hayır,
hayır, devamını duymak istemiyorum. Hem niye ölecekmişiz durduk yerde?
Ölsem de gam yemem,
gibi saçma bir tezahüratı yüreğin ve avaz avaz haykıran o iç sesim: Artık,
yeter. Evet, yeter, son bulsun.
Saat gecenin on ikisi:
Gözlerim kan çanağı.
Saat bire ilerliyor:
Kan gövdeyi götürmüş de haberim yok.
Kan içinde yeryüzü.
Kan içinde gök kubbe.
Kanıyor Türkiye’m ve
biz kanıyoruz hem de durduk yere.
Kanatıyorum yüreğimi
zaten kanamaya yer arıyor organlarım ama en çok da ruhum.
Kirlendik mi yoksa?
Kifayetsizim, hem de
nasıl…
Bir cenin
tedirginliğinde yer gök.
Hala kanıyorum
yalanlara. Kanıyorum nasıl da kanıyoruz ve kanatıyoruz.
Ufacık bir çocuk
komada.
Ama hala haberim yok
olan bitenden. Canımdan can gitti gidecek ve avuçlarımda kan yaşı. Oysaki daha
demin duru idi gözlerimden akan.
Saat geriye işliyor çok
geriye hem de: İşte dün, hatta bir gün evvel hatta sene 1923.
Ya şimdi yıllardan
hangisi?
Doğduğum yıl mı yoksa
doğurduğum ödünç zamanlar mı?
Cumhuriyetin doğumu ve
Türkiye’nin miladı.
Esrikli bir aklın düş
kıyımı halüsinasyonu mu yoksa ekrandan odaya hem de gözümüz tam önüne yansıyan.
Oysaki…
Evveli yok, inanın ki
çünkü evren de yoktu öncesinde.
Ne mi olmuş? Neler olmuyor
ki güzel yurdumda hem de akla gelmeyen.
Flaş, flaş, flaş…
Ben acımla büyüyorum,
acımla yanıyorum pare pare çünkü az evvel çok kötü şeyler olmuştu hanemde ve az
daha evet, az daha…
Benden mutsuzu var mı,
diye düşünmeme ramak kala, gözlerimi alamıyorum dev ekrandan. Sayaç işliyor…
Tik tak tik tak…
Ölenler kim ya da neden
mi, diye sorma hakkımız bile yokken, Türkiye ağlıyor hem de az evvel bireysel
kaygılarımı unutmuş yapışıyorum İlahi Adalete hem de büyük inançla.
Yeter, yeter, diye
bağırmak istiyorum yoksa bağırıyor muyum kızılca kıyamet koparken?
Çok kötü şeyler olmuş
da haberim yok zira az evvel yüreğimden bir parça kopmuştu en sevdiğimin
başında feryat figan ağlarken.
Bireysel kaygılarımız,
kişisel üzüntülerimiz ve hayatla bizim arasına nifak sokan kim ya da kimler ise…
Tam şükrediyorum ki en
değerlimin başucunda görüyorum ki şükür duyacağım keşke başka şeyler de olsa.
Kötü geçen bir gün
ancak bu kadar felaketle sona ererdi, dememe kalmıyor ki ışıldıyor gözleri
annemin. Nasılsın, dememe fırsat kalmıyor ki biliyorum ki asla kanamamalı
yürekler ve ateş düşmemeli ocaklara yine de… Yine de, diliyorum ve diliyoruz
tek yürek bir yandan; bu son olsun, diye.
Usulca okşuyorum
annemin saçlarını ve saklıyorum gözyaşlarımı.
Ya sizler
saklayabilecek misiniz gözyaşlarınızı ve yerine gelecek mi giden masum canlar?
Ölüm hiç bu kadar
korkutucu olmamıştı. Ve rahmet diliyorum gidenlerin ardından ve sabır diliyorum
Yaratan’dan ve dualar dilimde kanayan yüreğimi sarıp sarmalıyorum yeter ki
annem görmesin gözyaşlarımı.
Ölüm hiç bu kadar
korkutucu olmamıştı.