Dirayetim sınanmakta ve
sorguluyorum kurmadığım hayallerimi asla kanıksamasam da, kaydını tutuyorum bir
bir günceme yığmadıklarımı ne de olsa görünmez olmalıyım ve bir an evvel
gitmeli buralardan. Ya pişman olursam?
Adsızlığımı ihbar eden,
direnci kayıp bir kelam kadar serzenişi hicap yüklü ve tahayyül edilesi bir
mühimmat iken şu tarafsızlığım hele ki insan coğrafyası gözeneklerim tüm
korumacılığı ile kapatmışken algılarımı dış dünyaya…
Dünlerden bir gündü,
tanışmadığım kim varsa bir gölgelikte toz buluta karışan sancağı gönlün hele ki
her kıyamı rahmet belleyip, çökmüşken dizlerimin üzerine…
Ne rahvan ne de sınır
ihlali sadece tasavvur etmekten imtina ettiğim bir seyrin kaçıncı molası iken.
Bir sekte daha açıyorum
beyaz sayfamı mimleyen klavyenin gücü artık neye yeterse.
Adını bilmediğim
insanlarla tokalaşıyorum her ara sokakta.
Issızlığımın ne gönüllü
istihbaratı kabul edilir ölçüde ne de sayacı ömrün takılmışken aşk yüklü bir
imgeyi baş tacı yapıp, taşıyıp taşıyamadığımın bile farkına varamadığım o
küfemde uçuşurken ölü sinekler.
Ölümlü dünyanın sonsuz
alameti.
Rabbimin himayesinde
adsız bir korkuya tekabül ederken yaşama sevincim ve kilitlendiğim o noktada
buyur ederken serkeş maziyi.
Anlam bulamadığım ya da
anlam olamadığım…
Görünenden öte ve görmemeye
meyilli iken o sisli tabakada kaybolmuş ve unutulmuş şehri İstanbul.
Hesaba katmadığım ne
varsa bir bir peyda oluyor sabahın ertesi. Önce isli bir geceyi yolcu ediyorum
ve sisli bir güne geçit vermeye tam yelteniyorum ki…
Mütereddit ruhun hangi
izleği ise konuk olduğum ve hangi kayıp şehir ki; bir yakadan diğerine ulaşmayı
asla göze alamadığım.
Bir gün öncesi ya da
bir ömür ertesi.
Aşka hürmeten sevdiğim
kim varsa yine aşktan dönenin kaşığı kırılsın, dememe ramak kalıyor ki rahmet
bildiğim bir imleci tevafuk bilip sonlandırıyorum yolculuğumu… dememe ne hacet
oysa yeni koyulmuştum yola.
Bir gün evvelden
kalmayım hem de doya doya içtiğim aşk şarabının yarattığı hezimet iken her
görüntüyü flu kılan. Demem o ki; ezberimde ne varsa yitip gitti üstelik haraç
mezat satmıştım ruhumu önce bilinmeze sonra da sakıncalarını görmezden gelip
rast geldiğim en deli imgeye kucak açmışken.
Adresime postalanan tüm
mektupları tek tek okuyorum derken kodluyorum ve nihayetinde yırtıyorum ve
adını bilmediğim o imtiyaz sahipleri artık nasıl bir hak görüyorsa cevap
vermeye bile yeltenmeden tek seferde gömüyorlar en derine. Mubah olup
olmadığından öte gönüllü bir seferberlikle adımı anmaya dahi yeltenmiyorlar.
Biliyorum ki; ben de herkes gibi rakamlardan ibaretim hele ki günler sonrası
tek bir koda tekabül edeceğimin bilincinde tüm pervasızlığımla görüntü
addedilen o vesikalık resimlerde takılı kalmış kayıp sevinçlerimi ve gizli
gözyaşlarımı tehir ediyorum yeniden.
Görünmemeliyim yoksa
görmezden mi gelmeliyim belki de savurmalıyım en deli nidayı ve çabuk
tutmalıyım elimi. Anlaşılma kaygımı bertaraf etmeliyim en delici rotayı
tutturup çekip gitmeden önce. Anlama yetimi teğet geçmeli kim varsa rast
geldiğim ve sonlandırmalıyım bu masalı.
Mutluluğa gönüllü, aşka
dirençli, kötülüğe meyilli kim varsa…
Sıra dışı ama sıradan
olduğunu savunan hele ki biteviye ıslık kaçarken kader yine de sorup
soruşturmadan tescil ettirdiğim en yüksek rakıma denk gelip konuşlanmışken
gönül pazarımda…
‘’Yok mu seven, hadi
ama: Yetişen alıyor hem de bir alana ikinci bedava.’’
Tezahürü mü evrenin
yoksa bir rüya mı gördüğüm?
Yankısı mı gönül
sesimin yoksa şizofrenik bir tını mı ahkâm kesenlere inat sevmeyi sürdürürken
iklimsiz seyirlerinde ikilem yüklü o muhatap bellediğim hangi izlekse gözümün
takıldığı?
Soyut mecralarda
sürüklenmek kadar keyfe keder olsa da sarsak bir düşün himayesinde ve isimsiz
bir kitabın önsözündeyim hem de bir tümlece sığdırmış olduğum şu dağınık
hayatın ölümlü deviniminde gönülden ettiğim her dua.
Kader peşkeş çekerken
tüm rüyaları, tehir ettiğim bir sona her ne kadar uzak tutsam da benliğimi,
yerçekimine yenik düşen gözyaşlarımı fırsat bilip koşuyorum sağanağın altında:
Ya görünmediğime kâiniyim ya da gördüğüme emin dahi olamadığım delice bir
sevdayı yok sayarken evren…
Mutluluk köpük köpük ve
belli ki sönmeye aday bir balon bir dakika sonrasını kestiremediğim. Sürçü
lisan eylediğim ve kim bilir neyin nesi şu eşrafı gönülsüz cümlelerin.
Bilemediğim belki de
doyamadığım.
Susup susup imlecine
takıldığım.
Bir ağlayıp bir
güldüğüm.
Bin susup bir kelimeye
yığdığım hanidir israf eylediğim bir dokunuş iken yürek kanarken için için,
yine de kandırılmaya muktedir bir serzenişi duymazdan gelemeyip takıldığım o
kancada bir yandan sallandırdığım kayıp düşlerim.