Anlık bir rehavet iken
çöreklenen ve demli bir sızıyı milat bilip, mutluluğun arayışında, aralıksız
bir tümceden diğerine seğirttiğim bir güfte minvalinde, iç sesimin o ritmik
tınısı ve gönüllü neferi iken aşka biçilmiş kaftan, en derin hazine yine saklı
tuttuğum ve belki de gözümden sakındığım.
Günlerin haznesinde,
aşkın mabedinde, ömrün tekerinde ve kancalarına gök kubbenin asılı kaldığım
yetmedi astığım en kırık cümle yine; tam ortadan bölüp, tozuttuğum bir ömrün
güncesine kıyamazken ama bir kıyım iken dış mihraklarca şu ömürden arda kalan
en sakil hece yine, gönül koyduğum ve sus payı bir söylemde haykırırken usulca:
‘’Gül sen de.’’
Gülmek en gergin yüreği
bile huzura eriştiren, en yakıcı aşkı muma döndüren ve öfkeyi söndürüp, bir bir
ektiğim tohumların başında nöbete durup, altın sarısı başaklardan medet umduğum
ki doğanın ve aşkın rotasında çözüldüğüm anbean.
Dünü dünde bırakmak ki
ödemekle yükümlü olduğumdan ziyade çoktan ödediğim bir hesap ve tüm
günahlarımla ve var olup olacak sevaplar iken yüce Yaradan’ın indinde hak
görmek iken yüreğin dileği ve yine çevirmişken rotamı en asil duyguya.
An’dan ayrık olmak mı
aykırı bir gölgeye muhalif olmak mı?
Yarına uzanan
kollarımdan boğduğum sevinçlerim mi de hüznü yâd ediyorum geride kalan her
satırda ve düğümlenen cümlelere toz mu konduramıyorum da yeni çözeltilerde can
buluyorum bir yandan öldüğüm zamanlarda arda kalan isli bir buhranda kefaretini
ödüyorum…
Hangi minvalde
gölgelerden kaçmak hatta sığınmak bir çınarın baba şefkatinde çözüldüğüm bir
kucağın sıcaklığı yine de soğuk mezar taşında yazan en acımasız cümle yine
ölümün ağırlığında ezildiğim ve saklı tuttuğum bunca anıyı sayfalara
serpiştirirken…
Anlardan anılara
dolandığım, dünlerden yarına kavuşmayı medet bildiğim ve ayracında gönlün en
aykırı tümce ile aşkı mabet saydığım.
Gönüllü bir seferberlik
aşkın rotası ki içine sığdıramadığım onca insan ve imge.
Bir gönülden diğerine
seğirttiğim ömrün güncesine yığdığım kocaman bir kerrat cetveli; çarpıp da
böldüğüm, böldükçe çoğaldığım, çoğaldıkça rağbet gördüğüm, sevdikçe
mutlandığım, mutlu tahayyüllerde gerçekleri dışlayıp hayallere sığındığım…
Tümden gelen bir
varsayım mademki adına hayat denen ve mademki en sakil fani şu benliğe
hapsettiğim ve en doğurgan edim, yola çıkıp yeniden arşınladığım arzın merkezi
kadar yakın ya da uzak iken gönlün peyzajında yoktan var eden yüce Yaradan’ın
her bir gönle ektiği.
Ne bir maruzat ne de
serzeniş.
Ne isyan ne de teselli.
Ve aslolan değil mi o tecelli
eden döngünün zincirleme kazasında, yol arkadaşı olduğum sevginin gönüllü
neferleri iken kavuşmakla yeniden doğduğum ve doğdukça artan bir mutluluk.
Mırıldandığım bir şarkı
kadar buyurgan ve tüm notaları es geçen o sessiz namesi, sarkacı derinden
derine salınan yine de saltanatı sürdürmek kadar eşsiz bir mefhum, yüreklerde
sağdıcı kılmak iken tüm ulvi coşkunun adsız çağrısını duyup adımladığım.
Bir miğfer mademki
sızıntıları bertaraf eden ve belli ki en devingen tezahür şu anlamsızlığı kırıp
en anlamlı seyrinde ve dönüp de başa döndüğümüz ama sabırla hatmettiğimiz en
istikrarlı yolculuk, kucak kucağa paylaştığımız mutluluk nidaları ile dolup
taşarken evren.
Somut ya da soyut bir
mefhum diyin ve dilediğinizce vazgeçin ya da peşini bırakmayın. Yeter ki
kıymetinden ödün vermeyin ne saklı ise yürekte ve asla da çaldırmayın çocuk
sevinçlerinizi hele ki günbegün yarenlik yapan kırık bir mazinin en anlamlı
seyrinde eşlik ederken yer gök. Hani olur da bilinmezin indinde yolunuz düşer
de, siz de atarsınız en şen kahkahanızı, küçük bir çocuk masumiyetinde ve
kıvamında baş koyarsınız insanlık iken vazgeçilmezi en ulvi coşku ve rehavetle
paye verdiğiniz her ne kadar sonlandırmadan ömrü rahat yüzü görmeyeceğinizi
bilseniz de.
Olur da düşer yolunuz
cennete hele ki gerçek dünyanın acıtıcı gerçeklerinde olur da yer bulursanız en
ulvi yürekte… Yeter ki çalmayın ve çaldırmayın hayal ve umutlarınızı.