Dur, sesinin muğlâk
tınısında saklı tuttuğum bir yakarışın miadı henüz dolmamışken ve seyrelmemiş
bulutlarla kaplı iken tepemin çatısı, akan damın ve kırık camların ardından
peyda olan belirsizliği tokuşturuyorum, duyulmayan iç sesimin en bakir ovasında
tozutan imgeler kadar sıra dışı mihraklarla yontulurken evrenin hegemonyası.
Susmalardan ibaret,
ibret aldığım en tanımsız şarkı, duymaktan hicap ettiğim ama her nasılsa
yüreğime pelesenk olmuş. Tanrım, ne çok ikilem ki iklimsiz bir mevsime
düşmüşken yolum, tüm satılmışlığı vicdan denen teyakkuzun ve bilinenden öte,
kirli çıkılarında, satılmışlığı yeniden ve rahvan bir tezahür ile yalıtmaya
çalışan gölgeli ve sakıncalı tebessümü o yalıtılmışlığın esaretine yüklediğim…
Bir miladı son kılan ve
sonu başa döndüren.
Islak bir imgeyi
kurutan saç tokamda asılı tuttuğum çocuk gülüşlerim.
Kayıp sanrılara yetim
verdiğim muğlâk sevinçlerim.
Ansızın sızan bir
yağmur tanesini çiğnerken paytak yürüyüşü o sübyan düşlerim.
Ve yeniden sağaltırım
düşüncesiyle, rast geldiğim en anlamsız girizgâh; belki bir romandan arda kalan
belki de kayıp gök kubbenin tek misafiri iken meleklerin seğirttiği o pamuk
bulutlarda yol alan umut zerrecikleri.
Çaldığım bir üzünç mü
yoksa hayatı edilgen kılan yoksa tütsülediğim bir dokunuş mu, kaçan zamanın
devre dışı kalmış kayıtlarında saklı tuttuğum kayıtsızlığım kadar akla zarar.
Ne muğlâk ne de
belirgin sadece izafi.
Ne öznel ne de nesnel
sadece Tanrı’ya dair.
Ne çirkin ne de güzel
ama bakır bir sarkaç kadar da nereye döneceğimi bilmediğim bir kavşakta saklı
tuttuğum o U-dönüşü kadar belirgin belki de yoksun kılındığım mutluluğun
peyzajında saklı tutmaya mecbur olduğum bir yol haritası.
Tüm izleklerde
sakıncalı söylemler ve her bir tümcede günbegün ödün verdiğimiz insanlığımız.
İnsanlığımızdan arda
kalan belli ki aşırdığımız çocukluğumuz, her mazinin o olası yorgunluğunda söz
konusu arbededen muzdarip iken masumiyetin çağrısında, asla yitirmeyecek
olduğumuz mazimiz kadar isli olsa da çalkantısı hezeyan yüklü, revnak
çoğaltılmışlığın anlık suretine yüklediğimiz basit bir tebessüm kadar yüreği
ısıtan.
Gitmelerden ibaretiz
oysa ve çalakalem yaşadığımız ve yordadığımız resimlere bakıp bakıp dalıyoruz geçmişin
isinde süslü cümleler ile donattığımız güncelere tıkmak kadar da olası onca
hatırat yüklü geçmişi mademki mimlemişiz basit bir yordayış kadar da ahkâm
kesiyoruz anbean.
Dünler kayıtsız mı da
yarına dönük yüzümüz?
Yarınlar mı hicap
ettiğimiz de anda takılı kalmışız hem de tüm tedirginliğimizi tek bir tümce ile
geçiştirirken…
Nedir o saklı tümce ya
da kayıp bir imgeyi baş tacı etmişken baş tacı yaptığımız o sarnıcın kaygan ve
ıslak zeminine yüklediğimiz. Hani olur da bir çırpıda tüketiriz benliğimizi belki
de korunaklı bir dünyada muhafaza ederiz tüm yetilerimizi hele ki insan olmanın
rehaveti çökmüşken ve devrilmişken bir köşede tüm muhafazakâr betimlemelerden
kaçınıp da sırnaşırız bir sevgide toklaşırken tebessümler.
Gönülden bir surenin o
efsunlu tınısında andığımız her ismin gönle sığdırdığımız mahremiyeti ve
maneviyatı kadar yüreğe iyi gelen bir sükûtu yâd ederken her satır başı ve saat
başı. Yeter ki kaybolmuşluğumuzda bir bukle de olsa sığınalım birbirimizin
gölgesine ve her gündönümünde hatırlayalım tüm gönülsüzlüğümüzü teğet geçip,
tek yürekte eşleşelim tüm ihtişamı ile donattığımız gök kubbenin engin
tezahüründe bir yanıp bir sönerken umudun ışıyan sevinç yüklü sureti ve tüm
tanımazlığından gayrı tüm aşkı tek seferde içmeye ant içmişken.