Bakan sekreteri olduktan sonra Gülay Bekdemir'in hayatı A'dan Z'ye değişti.
Üstlendiği görevde karşılaştığı yoğun insan trafiği, tanıştığı insan sayısını ve onu tanıyan insan sayısını hızla arttırdı. Onların meclis dışındaki davetlerine de ilgisiz kalmıyordu ve akşam yemeklerinde sık sık dışarıda, nezih mekânlarda ağırlanıyordu. Bu yoğun ilişkilerinden her ne kadar yorgun düşse de oldukça mutluydu.
Bakan beyle de ilişkileri mesafesizdi. Onun hemen her seyahatinde o da bulunuyor, onun angarya işlerini hep o hallediyordu.
Gördüğü bu itibar bilinçaltında saklı kibirlenmeyi açığa çıkarmakta gecikmedi, kişiliğini değiştirecek ölçüde şişinmeye başladı.
Sekreterlik bürosunda ve bakan beyle gittiği yerlerde tanıştıklarının sayısı arttıkça, yolda giderken karşılaştığı herkesin onun Bakan Beyin sekreteri olduğunu bildiklerini sanıyor ve bunun zevkini çıkartmak için çoğu yere yayan gidip geliyordu. Mahalledeki komşularından ev için alışveriş yaptığı marketin çalışanlarına kadar herkes ile her siyasi konuyu konuşmaktan hoşlanıyor, anlattığı her konuyu, "Baş Sekreteri olduğum Bakan Bey bu konuda şöyle düşünüyor..." diyerek illaki övünerek anlatıyordu. Bu muhataplar içinde problemleri olanlara sırf kibrini tatmin etmek için kasıntıyla yardım ettikleri de oluyordu. Akrabalardan işsiz güçsüzlere yine kasılarak, 'bildiğin gibi ben Bakan Beyin Baş Sekreteriyim; sana şöyle kadrolu, sigortalı bir iş ayarlarım, hiç korkma,' diyordu. Daha sonra da geniş çevresi içindeki işverenlere bu akrabasına bir işi gerçekten de ayarlıyordu. Böyle böyle akrabaları arasında işi olmayan hiç kimseyi bırakmamıştı. Bu hal onun akraba arasındaki itibarını iyice yükseltmişti
Bir gün bakanlıktaki ofisine Bakan Beyin milletvekili olduğu Güneydoğu ilinden Bakan Beyle görüşmek isteyen bir seçmen geldi. Otuzlu yaşlarında, sık sık öksüren hırpani görünümlü biriydi.
Gülay hanım, evvelce Kürtleri hiç sevmezdi, ama etnik kökeni Kürt olan Bakan Beyin baş sekreteri olduktan sonra onlara karşı daha anlayışlı davranmaya başlamıştı.
Bakan Beyin seçmenine, "Bakan Bey ile ne görüşeceksiniz?" diye sordu.
Seçmen, sıkılarak, "memlekette tedavisini ettiremediğim bir hastalık için yardımını isteyeceğim," diye yanıt verdi.
"Öyle mi? Ne hastasısınız?"
"Verem, galiba..."
Gülay hanım, adamın akciğerlerini sökercesine öksürüp durmasının nedenini anladıktan sonra tedirgin olmaya başladı. "Sizi hemen Ankara Tüberküloz Hastanesine göndermeli. Hastanenin Başhekimi benim dostumdur. İyiliksever bir doktordur. Size yardımcı olmasını sağlayacağım. Bakan Beyi bu kadarcık bir şey için hiç rahatsız etmeyelim isterseniz?"
"Siz bilirsiniz."
Gülay Hanım, Bakan Beyin memleketinden bir hemşerisine yapacağı bu iyiliğin Bakan Beyi de memnun edeceğini, onun gözündeki değerini arttıracağını düşünerek mutlu oldu. "Bana geldiğiniz iyi olmuş, göreceksin bak, benim sayemde çabucak iyileşeceksiniz. Size şimdi bir mektup yazıp vereceğim. O mektubu, doğruca hastanenin başhekimine götürürsünüz. O sizi hemen tedaviye alır..."
"Allah razı olsun efendim!"
Masasının çekmecesinden çıkarttığı bakanlık antetli dosya kağıdına yazmaya başladı: 'Sayın Başhekim, Sayın Bakan Beyin memleketinden tanıdığı olan...' Yazmayı keserek adama adını soyadını sordu.
"Hevgir Baziyan"
Yazmayı sürdürdü: 'Hevgir Baziyan'ın hastalığına yardımcı olmanız, Sayın Bakan Beyi çok memnun edecektir. Saygılarımla. Gülay Bekdemir. İmza..." Yazdığı mektubu yine bakanlık antetli bir zarfa yerleştirdikten sonra adama teslim etti.
"Bununla doğruca Ankara Tüberküloz Hastanesi Başhekimine çık, emi..."
"Tamam abla. Allah senden razı olsun abla..." Adam hayır dua ede ede çıkıp gitti.
Bu olay olup bittikten sonra üç ay geçti. Gülay Hanım, bu olaydan Bakan Beye bile bahsetmeye gerek görmemiş, yeni yeni ilişkiler ve iyilikler arasında tamamen unutmuştu.
Bakan Beyle irtibatlı dâhili telefon çalıp da Bakan Beyin öfke kusan sesi kulağında patladığında, şimdiye kadar hiç şahit olmadığı bu öfke patlamasının da o hasta seçmenle alakalı olabileceği hiç aklına gelmedi.
Bakan Bey telefonda, "Çabuk yanıma gel!" diye bağırmıştı.
Korkarak girdiği odada Bakan Bey onun suratına bir tomar gazeteyi fırlatarak, "nedir bu rezalet Gülay Hanım?" diye bağırmaya devam etti.
Dün geceyi büyük bir holdingin yönetim kurulu üyelerinden biriyle yemek yiyerek geçirmiş olan Gülay hanımın aklına hemen magazin gazetecilerinin bu buluşmayı resimleyip haber yapmış olabilecekleri geldi. Bakana, "hangi rezalet efendim?" diye sordu.
"Alında bakın gazete manşetlerine!"
Gülay hanım yerlere saçılmış olan gazeteleri toparlayarak bakınmaya başladı. Tüm gazetelerde Bakan Beyin bir PKK Mensubunu Ankaradaki hastanede tedavi ettirdiği yazılıydı.
Bakan Bey, "böyle bir ihaneti nasıl yaparsınız Gülay hanım!" diye öfkelenmeyi sürdürüyordu.
Gülay Hanım durumu kurtarma çabasındaydı. "Ama efendim, tüberküloz hastası olan şahıs sizin akrabanız olduğunu söyleyerek sizinle görüşmek için gelmişti. Sizinle görüştürdüğüm taktirde öksürüklerle saçmakta olduğu verem mikrobunu Allah korusun, size de bulaştırabileceğinden kaygılandığım için, zatıalinizi rahatsız etmeden hastaneye yollayıverdim. Gördüğünüz gibi sizin hısımınız olduğunu söyleyerek beni aldatmış. Hiç de terörist gibi görünmüyordu..."
"Yahu dağdaki terörist benim nasıl hısımım olabilirmiş? Sayenizde adım PKK militanına yardım ve yatakçılık yapan bakana çıktı. Yazıklar olsun size! Buradaki sekreterlik görevinize son veriyorum. Gidin, kalemde oturun bir masaya, orada çalışın. Kalemdeki Semra hanımı da bana yollayın!"
"Aman efendim, ne olur kıymayın bana..."
"Gidin dedim! Yoksa, ağzımdan daha kötü laflar çıkacak. Çıkın!"