Annem'e ithafen...
Güdümlü yalnızlığa
selam durduğumun kayıtsız şartsız tecellisi tüm sessizliğim.
Değil cümle kurmak
öznelliğimi yitirmemek umuduyla koşu bandında cümlelerin tetiğine basıyorum
oysaki öncesiz bilirdim dünümü ve hafif meşrep bir tınıya rast gelmişken
ansızın değiştirirdim rotamı keza halen de öyle zira tek değişen o doğurgan
sayaç ve tekabül eden sayının 2016’dan 2017’yi gözüne kestirmiş olması. Ya ben?
Ya ben ne zaman ereceğim kemale ve hidayete?
Dün gece sessizliğimin
sinir bozucu sesi ile sokuldum koynuna tüm varlığımı hep muhteşem bellediğim
yegâne insan ve bir mermi hızında dökmeye başladım aslında kayıtsızlığımın
penceresinden geceyi yudumluyordum hele ki gece kuşu varlığımın hicap yüklü
beklentisi ile ve olur da sabahı yeniden kaçırırım düşüncesiyle ve uykulu
gözleriyle beni süzdü annem:
‘’Yine neyi dert
ettin?’’
Gülüyordum ama sinirden
sahi ben miydim her şeyi parmağına dolayan hele ki tüm evren sineye çekmişken
tok sesini kötülüğün ve israf edilen maneviyatımızla çatık kaşla ve yorulmadan
atıfta bulunurken peyda olan ne ise ve de suç unsuru teşkil eden saf
varlığım/ız…
İşte yeni sebepler
bulmuştum gecenin kör vakti uykusuzluğu daha da çekilmez hale getiren…
‘’Sahi, anne’’ dedim:’’
Neden hiçbir sorumun cevabını O’ndan duymuyorum hele ki bunca sene sessizliğin
sesiyle ya da seslerin sessizliğiyle tokalaştığım onca anlamsızlık?’’
‘’Kimden’’ demesiyle
aniden parladı gözleri:
‘’Şaşırdın mı sen?’’
Bu kez içimden af
dilemeye başlamak ilk aklıma gelendi ve daha nicesi: Öyle ya, d(u)uymazlığım
değildi aklım sıra sormaya yeltendiğim bilakis vurdumduymazlığım idi seslerin
yankıları ile hali hazırda yalıtıldığım ve görmediklerimi yine gözüme sokan
kaderin sihirli ve yadsıyamayacağım tutumu.
Hep ama hep farkındalık
geliştirmeye çalışmıştım lakin burnumun ucundakileri görme yeteneğimi
kaybetmiştim.
Ne çok kaygı ne çok
yalan ne çok hüzün.
Ne çok azlığım ne çok
azığım ve ne çok aymazlığı hayatın ki hangi bir veriyi hak ihlali olarak
görmüştüm de bin dereden su getirmenin ayrıcalığını mı taşıyacaktım?
Başlangıç noktam hep
hayal yüklü bavulumu geçirmekti Tanrı’nın x-ray cihazından ve erip ereceğim
mertebe zaten herkesin nazarında hiçlik olarak addedilirken çokluk ne
olabilirdi ki?
Aykırılığım ya da
aynılığım ama ölçüt addedilen sadece bir ekstre örneği iken ya da maaş bordromu
ifşa ederken insan kaynakları sorumlusu ama sorunlarını da bir bir saklayan insanoğlu.
Azımsanan hayallerime
rimel çeken münafık göz kalemi ya da rujunu taşıran bir hayat kadını ki israf
edilendense ifrata kaçan o hegemonya:
‘’Hey, sen: sıradaki;
söyle nedir maruzatın?’’
Hep yargılanmak
biteviye sömürülmek ama hangi akla hizmetse bir mum ışığı titrekliğinde varla
yok arası bir sureti var sayan ya da hezimeti doya doya yaşatan insan
izlekleri…
Hep ama hep sıraya
girmek ya da sıramın çalınması ama çalamadığım ya da çalmaktan imtina ettiğim
kuru sıkı bir şarkıyı silah edinip kulaklarımı aynı melodi ile yıkamak ve
yıkılmaya muktedir benliğimin yoksunluk şarkısı: Meftun dünleri yâd eden bir
çocuk saflığında hala umut beslemek ve yudumlamak ama her nasılsa susuzluğumu
gideremeyen o ırmak hele ki yataklarından biri iken saf ve irade dışı izlekleri
de görmezden gelip tüm gücümle asılırken merdaneye hani olur da rast gelirim
yüreğin dengi bir gölgeyi evlat edinirim ve rüzgârın peşi sıra istiflerim ben
de dökülen yaprakları. Hele ki acıları sağaltan ve çöküşlerin dibinde ruhani
bir isyanı yok sayıp avuçlarımda sayılı sevdalarımın sayısız hüsran yüklü
bildirgesi.
Bir sonu yoktu ki
acıların ama acınmak istemeyip asil bir kimliğin ağırlığı ile ve de çatık kaşlı
bir sitemde boş bulunduğum devrik rotam ki çarpan kamyonlardan kaçtıkça daha da
ağır vasıtalara rast gelme ihtimalini asla göz ardı edemeyeceğim…
Sahi, sesin sahibi mi
yoktu da ben hala arıyordum köşe bucak?
Yoksa varlığımın tek
sahibi ve koruyucum hep beni üzünçlere boğmayı mademki hak görmüştü -ki hüznüme
nasıl da sahip çıkmıştım bir ömür boyu-ve ben feryat figan mutluluk kıvılcımı
saçacak bir imkânsızlık peşindeydim.
Hüznümü hak gören
Hakkın rahmeti değil miydi boyumu aşan insanların görgüsüz ve mesnetsiz
ithamları ama beni benim bilip bilmemin ötesinde yine O zaten kazımıştı
günahlarımı da sevaplarımı da kayıt altına alırken melekler yoksa nasıl sağ
çıkabilirdim ki bunca enkazın altından ve görünen oydu ki bir enkaza dönüşmeme
izin vermemişti güzel Rabbim ya da köhne bir eşya gibi bir köşeye atılmamıştım
her ne kadar sık sık savursam da sıkıntı yüklü nidalarımı…
Ben bir tek O’na
muhtaçtım ve hep de böyle olmasını istediğim için bir şekilde iç döküntülerimi
döküyordum beyaz boşluğuna sefil ruhumun.
En az O’na duyduğum
İlahi Aşk kadar da sevdalıyken hayata ve o çocuk yanıma zaten cevapsız kalan
bir sorum da yoktu artık ve kapalı gözlerimdeki sis kalkmıştı yine bin bir soru
iken tek muhatabım sadece ve sadece O…