Bir  gayrimüslimin  arkasından  ‘’ Nur  içinde  yat, Allahın  rahmeti üzerine  olsun ‘’  denir  mi?  Bunu  din  alimlerimize  soracak  olursanız  pek  çoğu  ‘’  Hayır  denmez ‘’  Diyecektir  ki  ben  işin  doğrusu  şimdiye  kadar  sadece  Süleyman  Ateş  Hoca’dan  duydum  gayrimüslimlerin  de  cennete  gidebileceğini. 

İnşallah  Süleyman  Ateş  Hoca’nın  dediği  doğrudur.  Zira  madam  Beatrice  Teyze  bence  cenneti  fazlasıyla  hakkeden  bir  insandı.

İnsandı  diyorum  çünkü  2001  yılındanberi  aramızda  değil  değil  Madam  Beatrice  Teyze.

Pardon.  Madam  Beatrice  kim  ve  neden  bu  kadar  önemli  ki  benim  gibi  inançlı  bir  Müslüman,  onun  gibi  bir  Hırıstiyan  için  rahmet  okuyor ve  Allahtan onu  cennetine  almasını  niyaz  ediyor..

O  zaman  başlayalım  tamamı  gerçek  olan  bu  öyküye.

----------------------------------------------------------------------------

1989  Yılında  Kocaeli  İli  Merkez  Anadolu  Lisesine  tayinim  çıktığı  halde  elime  İl  Milli  Eğitim  Müdürlüğünden  verilen  bir  yazı  ile  Merkeze  34  Km  uzaktaki  Akmeşe  Köyü  Yatılı  ilköğretim  Bölge  Okuluna    gönderildim.

Akmeşe’ye gitmek  için  köy  minibüsüne  binip  de  Çelik Halat  Fabrikasının  köşesini  dönmemizle  birlikte  sanki  minibüs  doğal  bir  cennetin  içinde  yol  almaya  başlamıştı.  Her  taraf  göz  alabildiğince  yeşillikti  ve  yolculuk  devam  ettikçe  artık  bir  orman  köyüne  tayin  edildiğimi  anladım. Çünkü  köyün  adından  da  belli  olabileceği gibi  göz  alabildiğince  meşe,  kayın,  gürgen  ağaçlarıyla  kaplıydı  her  yer. 

Sık  sık minibüs  şoförüne  ‘’ Daha var  mı’’  desem  de  aslında  bu  yolculuğun  bitmesini  hiç  istemiyordum.  İlk  Görev  yerim  olan  Manavgat’ta  da  orman  vardı.  Hele  bir  Sorkun  çamlığı  vardı  ki  görülmeye  değerdi  ama  buranın  tabiatı çok  daha  bambaşkaydı  ve  ikinci  görev  yerim  olan  neredeyse  hiç  ağacı  olmayan  Batman’dan  sonra  bu  yemyeşil tabiatı  görünce  ‘’ Boş  ver  merkezi  oğlum  Sami.  Gel  şu  köye  yerleş ‘’  dedim  ki  zaten  de  öyle  oldu.

Minibüs  yaklaşık  kırk  dakika yol  aldı  ve  şoför  ‘’  Hocam  çok  az  kaldı’’  dediği  anda  solda önce  bir  yapı  dikkatimi  çekti: ‘’Zihinsel  Engelliler  Tedavi  ve  Rehabilitasyon  Merkezi…

Önce  şaşırdım  tabii  ki. Merkezden  bu  kadar  uzak  bir  yerde  bir  Zihinsel  Engelliler  Tedavi  ve  Rehabilitasyon  Merkezinin  ne  işi  vardı?  Ama  öte  taraftan  da  sevindim  zira  neredeyse  burnumun  dibinde  böyle  bir  merkez  vardı  ve  benim  oğlum  Yunus  bir  zihinsel  engelliydi.

Yaklaşık  bir  yüz  metre  kadar  ileride ise  kulübemsi binalar  vardı  oldukça  geniş  bir  arazi içinde…  Arazide  cins atlar  dolaşıp  duruyordu. İlginç  bir  durumdu  bu.  Zira  atlar  nereden  bakarsan  bak  bir  servet  değerindeydi  ama  etrafta  atlar  dışında  servet  diyebileceğiniz  hiç  bir  şey yoktu. Bir  kaç  da  simsiyah  canavar  gibi  ama  oldukça  sevimli  köpek  dolanıyordu  yine  bu  arazide.

Az  sonra kulübemsi bir -gecekondunun  diyelim  artık,  zira  başka  bir  isim  bulamıyorum-  içinden,  saçı  başı  darmadağın,  tip  olarak  hiç  de  Türk’e  benzemeyen  pasaklı,  yaşlı  bir  kadın  çıktı. Uzaktan  bakınca  bir  meczuba  ya  da  İstanbul’da  zaman  zaman  görürsünüz  ya  sokakta  yaşayan  kadınları, işte  aynen  onlara  benziyordu  kadın. Bir  nevi  cadı  da  diyebilirdiniz. İlk  izlenimim  bu  oldu.  Etrafta  köy  görünmediğine  göre  demek  ki  bu  kadın  köyün  delisiydi  ve  köylü tarafından  dışlandığı  için buralarda yalnız  başına  yaşıyordu.

Şoföre  sordum:’’ Kim  bu  kadın’’  Şoför  hiç  beklemediğim  bir  cevap  verdi: ‘’ Madam  deriz  biz  ona’’ 

Allah  Allah…Bir  madamın  böyle  ıssız  bir  yerde  ne işi  olabilirdi  ki? Evet..Bir  acayiplik  vardı  ama  ne?  Madamın  evinin  hemen  yakınında  bir  Zihinsel  Engelliler  merkezi,  sonra  bir  sürü  cins  at  ve  yalnız  yaşayan  bir  madam.

‘’Bu  madam Rum  ya  da  Ermeni  mi?’’  Diye  sorduğumda  daha  da  ilginç  bir  cevap  aldım:  ‘’ Hayır  Hocam.  Avusturyalı ‘’

Haydaaaa..  Bir  Avusturyalının  taa  buralarda ne  işi  vardı?  Öyle  ya  ben  bile  iyi  kötü İzmit’i  bilirdim  ama  Akmeşe  denen  bir yeri ilk  defa  duyuyordum;  bir  Avusturyalı  olan  Madam  Nereden  duymuş  da  buralara  gelmişti.

‘’ Hay  Allah.  Herhalde  atların  seyislerinin  yemeklerini  filan  yapıp  onlara  yardımcı  oluyordur  bu  yaşlı  madam’’  Diye  sorduğumda  şoför  güldü:  ‘’  Yok  hocam.  Bu  gördüğün  arazi olduğu  gibi  madamındır. O  gördüğün  cins  atlar  da  madamındır. Yani  Madam  seyislere  yardım  filan  etmiyor.  Doğrudan  doğruya  atlara  kendi  bakıyor.  Ha,  bu  arada  Madam  oldukça  zengindir. Görünüşü  seni  aldatmasın’’

Şu  resmini  gördüğünüz madam  evet  oldukça  zengindi. Hayretten  ağzım  açık  kaldı.

Çok  daha sonraları  öğrendiğim  kadarıyla  Madamın  yetmiş  iki  dönüm  arazisi  ve  pek  çok  yarış  atı  vardı.  Haa  unuttum.  Pek  çok  köpeği,  İneği,  koyunu,  tavuğu  filan  da  vardı.

Ancak  köyde  yaşamaya  başlayıp  madamı  iyice  tanıdıktan  sonra  beni  şok  eden  başka  şeyler  de  öğrendim.  Mesela  o  Zihinsel  Engelliler  Tedavi  ve  Eğitim  Merkezinin  yerini  olduğu  gibi  Madam  hibe  etmişti. Pardon..Bu  arada  adının  Beatrice  olduğunu  da  öğrendim.

İşin  doğrusu  Madam  Beatrice  hakkında  hiç  kimse  tam  teferruatlı  bilgiye  sahip  değildi.  Öyle  geleni  gideni  de  fazla  değildi. Hatta  yanlış  hatırlamıyorsam  Madamın  evinde  elektrik  de  yoktu. 

Madam  Beatrice’nin  en  bilinen  hikayesi  Şuydu:

1917  Doğumluydu  Madam  Beatrice.  1948  Yılında   yani  31  yaşındayken  artık  ülkesinde  II.  Dünya  Savaşı  nedeniyle  nasıl  bir  acı  yaşamışsa  kadıncağız  ülkesinden  kaçarak  Türkiye’ye gelmiş.  Önce  İstanbul’da  yaşamış  bir  süre  ama  İstanbul’un  kalabalıklığından  hoşlanmamış.  Sonra  İzmit’e  gelmiş,  İzmit'te  oralı  bir  vatandaşla  evlenmiş,  sonra  birlikte  yaşayabilecekleri  sessiz,  sakin  bir  yer  ararken  Akmeşe  yakınlarındaki  o  araziyi  bulmuş  ve  yerleşmişler. Daha  sonra  madamın  bir  kızı  olmuş  ancak  kızı  kısa  bir  süre  sonra  ateşli  bir  hastalık  geçirerek  zihinsel  engelli  olmuş.

Bu  arada  Akmeşelilere  göre  Madam  Beatrice’in  kocası  da  Avusturyalı  imiş,  hatta  bir  diplomatmış..  Öyle  anlatanlar  da  vardı. Yani  Madam  Beatrice  hakkında  çok  fazla  bir  şey  bilmiyoruz  ya,  kocası  hakkında  hiç  bir  şey  bilmiyoruz.

Madam,  kızı  için  çok  çırpınmış  ama  maalesef  kızı  on  altı  yaşındayken  ölmüş. Hemen  peşinden  de  kocası  ölmüş.

İşte  bu  noktada  bir  sıkıntı  var.  Zira  madam,  kızının  zihinsel  engelli  olduğunu  öğrendiği  anda  hemen  kolları  sıvamış  ve  arazisinin  bir  kısmını  Türk  Anneler Vakfına  bağışlayarak  burada  bir  Zihinsel  Engelliler  Merkezi  kurulması  için  faaliyete  geçmiş.  Buraya  kadar  da  da sıkıntı  yok  ama  bundan  sonra  deniyor  ki:  Madam  bu  merkezi  açtırmış  ve  bir  süre  kızıyla  bu  merkeze  gidip  gelmişler. İşte  bu  imkansız.  Neden  mi?

O  merkez  1991  yılında  açıldı. (  ya  da  1992  olabilir.  O  aralarda. )  Diyelim  ki  o  zaman  Madamın  kızı  beş  yaşındaydı.  Bu  durumda  1986 doğumlu  olması  lazım Diyelim  ki  kızı  tam  öldüğü  yaşında yani  on  altı  yaşındayken  bu merkez  açıldı,  o  zaman  kızın 1975  doğumlu  olması  gerekiyor.  Madam  1917  doğumlu  olduğuna  göre 58  yaşında  mı  doğurdu  kızını?

Bu  durumda  demek  ki  madam  kızı  öldükten  çok  sonra  yapıyor  bu  bağışı.

Kısaca  ben  ilk  kez  1989  yılında  Akmeşe’ye  doğru  giderken  bu  zihinsel  Engelliler  Merkezi  bina  olarak  hazırdı  ama  bazı  altyapı  eksiklikleri  sebebiyle  henüz  açılmış  değildi.

Arazisi  tamamen  madam  Beatrice  tarafından  hibe  edildiği  gibi  içinin  donanımı  için  de  Madam  Beatrice’in  oldukça  fazla  miktarda  para  döktüğü  söyleniyordu.

Bu  merkez  hizmete  açıldıktan  sonra  ben  ve  bir  başka  öğretmen  arkadaşım  derhal  kendi  zihinsel  engelli  çocuklarımız  için  o  merkeze  gittik  ama  maalesef  bizim  çocuklarımızı  o merkeze kabul  etmediler.  Sebep:   Her  ikimizin  de  çocuklarının  tuvaletlerini  söyleyememesiydi..

Evet… Şimdi  diyeceksiniz  ki  ‘’72  Dönüm  araziye  sahip  bir  insan ufak  bir  toprak  parçasını  hibe  etti   diye  mi cennetlik  oldu  yani?’

Yani  bir  karış baba  mirası  toprak  için  kardeşin kardeşi  öldürdüğü  bir  ülkeden  bahsettiğimize  göre    bu  soruya ‘’Evet  bir  kaç  metrekare  toprak  bağışladı  diye  cennetliktir  o  kadın’’ Diye  cevap  verebilirim  ama zaten  benim  arkadaşlarım  böyle  bir  şey  sormazlar. Ayrıca  Madam  Beatrice’in  öyküsü  daha  bitmedi ki.

Madam  Beatrice’i  işin  doğrusu  yakından  hiç  görmedim. Akmeşe’de  ya  da  civarda  yaşayanlar  içinde  de  yakından  gören,  onunla  muhabbet  eden  insan  ya  hiç  yoktu  ya  da  oldukça  azdı.  Çok  nadiren  köy  minibüsleri  onun  çiftliğinin  önünde  durur  ve  kendisine  ekmek  ya  da  bazı  ihtiyaçlarını  gönderirlerdi  ve  yanlış  hatırlamıyorsam  yanında  bir  kaç  çalışanı  da  vardı. 

Her  neyse..  Tam  adı  Beatrice Brunningen olan  madam,  özellikle  kızının  ölümünden  sonra  başta  atlar  olmak  üzere  hayvanlarıyla  haşır neşir  bir  hayat  yaşıyordu  ve  işin  garibi  benim  bir  köy  kızı  olan  eşim  sık  sık  ‘’ Getirdin  bizi  bu  Allah’ın  köyüne.  Arkadaşların  birer  birer  yolunu  bulup  İzmit  merkeze  indiler  sen  hâla  bizi  köyde  yaşatıyorsun’’  Diye  mızıldanıp  dururken,  bir  Avrupalı  ve  şehirli  olarak  dünyaya  gelmiş  olan  Madam  Beatrice  2000  nüfuslu  bir  köyde  değil, o  köyün  bir  kaç kilometre  dışında  yaşamaya  çoktan  alışmış,  o  topraklarla  bütünleşmişti.

1996 da  Tayinim  İzmit – Akmeşe’den,  Afyon-  Sandıklı’ya  çıktıktan  sonra  çok  uzun  yıllar  bir  daha  Akmeşe’ye  ayak  basamadım.  En  son  2014  yılında  kardeşim  ile  gittik.  Köydeki  en  önemli  değişiklik  bizim  zamanımızda  yatılı  olan  okulun  artık  normal  bir  ilkokula  dönüşmüş  olmasıydı.  Bunun  dışında  köyde  çok  önemli  bir  değişiklik  olmasa  da  yine  de  1999-2008  yılları  arasında  belediye  olmasının  izleri  göze  çarpıyordu elbette.   Ancak  önemli  değişiklik  Madamın  Çiftliği  diye  bildiğimiz  arazideydi.  Evet..Madamın  Çiftliği  artık  ‘’ Güzel  Köy’’  Diye  anılıyordu.  O  eski  harabe,  köhne  görüntüsünden  eser  kalmamıştı.

Eski  adıyla,  ‘’ Madamın  Çiftliği’’  yeni  Adıyla  ‘’  Güzel  Köy’’ ü  görünce  kendi  kendime  ‘’  Hımmm,  demek  ki  madam  Beatrice  öldü,  mirasçıları  da  buraları  ele  alıp  şöyle  adama  benzettiler’’  Diye  düşünmüştüm.  Düşüncemin  ‘’ Madam  Beatrice  öldü  kısmı  doğruymuş.  Evet..Ben  Akmeşe’den  ayrıldıktan  beş  sene  sonra  Madam  Beatrice  10  Aralık  2001  Tarihinde  ölmüş  ve  vasiyeti  gereği  de  Çiftliğinin  olduğu  o  araziye  defnedilmiş..  Ancak  onun  arazisini  ‘’  Güzel Köy  ‘’  yapanlar  akrabaları  olan  varisleri  değil. Zira  Madam  Beatrice  ölmeden  önce  tüm  mal  varlığını da  hayatını adadığı çiftliğini de engellilerin hizmetinde kullanılması için Türk Anneler Derneği’ne ve Uluslararası Lions Kulübü’ne bağışlamış

 İzmit-Akmeşe yolu üzerindeki bu arazide  2007  yılında ‘Bizim Köy Engelliler Üretim Merkezi’ kurulmuş..

Şimdi  Madam  Beatrice’nin  bağışladığı  o  yetmiş  iki  dönüm  arazide  neler  oluyor  biliyor  musunuz?

Bizimköy, 72 dönüm arazi üzerine kurulu. İçinde idari bina, sağlık merkezi, konfeksiyon atölyesi, mantar yetiştirme odaları; sera, çiçek ve fide yetiştirme alanı; enginar yetiştirdikleri bir bölüm ve engellilerin rahat çalışabilmesi için bodur elma ve ceviz ağaçları var.

 

Merkezde çalışanların ihtiyaçları için de mevsimine göre domates, karpuz kavun, biber yetiştirdikleri bir bölüm daha var. Çok fazla olmamakla birlikte arıcılık da yapılıyor. Daha önce ‘mozaik döşeme’ atölyesi de varmış; rantabl olmadığı için kapatmışlar.

 

Sistem, engelli bireylere istihdam yaratmak üzerine kurulu. Önce, engel durumlarına göre iş kolları seçiliyor, sonra merkezde bunun eğitimini alıyorlar. Merkezin Genel Müdürü Hüsnü Bayraktar, daha basit ve çeşitli iş alanları kurmak için çaba gösteriyor ki her tür engele sahip çok sayıda kişiyi istihdam edebilsinler.


Çalışanlar Kocaeli’nin dört bir yanından geliyor. Dört ayrı noktadan servisle alınıyorlar. Mesai 08.30’da başlıyor; 18.00’de paydos… Hafta sonu ve resmi tatillerde çalışmak yok; ücret asgari. Burada eğitim alıp meslek öğrenen kişiler, daha yüksek ücretle başka firmalara transfer oluyor. Bayraktar, bu durumla çok gurur duyuyor. Çünkü amaç sadece burada iş alanı yaratmak değil, engellilere kendi ayaklarının üzerinde durabildiklerini göstermek.




Hüsnü Bayraktar, merkezde eğitim alıp çalışacak kişilere ulaşmakta güçlük çektiklerini söylüyor. Önlerindeki en büyük engel aileler. Öncelikli sebep, koruma ve saklama duygusu… Ayrıca kimi, çocuğu sadece devlette çalışsın istiyor, kimi de evde otursun, devletten bağlanan ‘engelli maaşı’ kesilmesin…


İşte  şu  son  cümlenin  altını  çizdim. 

Allahınızı  severseniz  bu  nasıl  bir kafa.  ‘’  devlet  nasılsa  engelliye  maaş veriyor,  o  halde  işinin  adı  ne,  otursun  evede’’  Diyebilen  bir  anne  ya  da  baba  nasıl  bir  kafa  taşıyor?   Bunıu  anlamakta  oldukça  zorlanıyorum.  Kapına  kadar  servisin  gelecek,  çocuğunu  alacak,  onu  eğitecek,  hatta  kendi  ayakları  üzerinde  durmasını  sağlayacak  ama  sen  ‘’ devlet  nasılsa  maaş  veriyor’’  Diye  çocuğunu  evinde  tutacaksın.  Yok..Bunu  anlayabilmem  mümkün  değil.

Neyse..Devam  edelim..


Bizimköy’de 60’ı engelli toplam 78 kişi çalışıyor.( Rakamlar  2013  Yılına  aittir.  Şu  anki  durumu  bilmiyorum.)  Konfeksiyon bölümünde 13 işitme engelli ve 5 zihinsel engelli var.  Bayraktar’a “Neden sadece engelliler çalışmıyor?” diye soruyoruz. “Çünkü sadece engellilerin çalıştığı bir yer olsa, yine kendilerini toplumdan soyutlanmış hissedeceklerdi. Bu şekilde kendilerini daha mutlu hissediyorlar; özgüvenleri açısından çok önemli bir durum bu.”

Bizimköy’ün en önemli gelir kaynaklarından biri de mantarcılık. Yılda 100 ila 120 ton mantar üretiyorlar. 


İşbirliği içinde oldukları bir kuruluş da Kocaeli Büyükşehir Belediyesi. Belediye için mevsimlik çiçek üretiyorla
r.

Bilmem  hatırlar  mısınız?  Bir  zamanlar  tv de ‘’ Pasaklı  Sally’’  Diye  bir  dizi  vardı.  Bir  de  Nisa  Serezli’nin  oynadığı  ‘’  Tatlı  Kaçık’’   Beatrice  Teyze  de  bizim  nazarımızda  hem  ‘’Pasaklı  Sally’’  hem  de  ‘’  Tatlı  Kaçık’’tı.  Bu  vesileyle  Türkiye’nin  en  büyük  tiyatro  sanatçılarından  Nisa  Serezli’yi  de  rahmetle  analım. 

Sağlam  bir  hayvansever  olduğu  kadar  aynı  zamanda  sağlam  bir  insansever  olan  Madam  Beatice  Bruningen’e  Allahtan  rahmet  diliyorum.  Biliyorum,  gayrimüslim  olması  sebebiyle  bu  rahmet  dileklerim  belki de  tepki  toplayacak  ve  yine  biliyorum  mal  varlığını  Türk  Anneler  Derneği  yanı  sıra  Lions  Kulüp  gibi  netameli  bir  kuruma  da  bağışlamış olması  yine  eleştirilere  sebep  olacak  ama  sizler  de  beni  anlarsınız  sanırım.  Çünkü  bir  engelli  evladın  yüzünde  bir  lahza  tebessüm  görebilmenin  ne  demek  olduğunu,  ne  büyük  bir  mutluluk olduğunu  ancak  bir  engelli  çocuğunuz  varsa  anlayabilirsiniz.  O  merkezde  çalışan  çocukların  ya  da  genç  insanların  yüzündeki  tebessümü,  kendine  güveni  görmenizi  isterim.  İzmit -  Akmeşe-  Güzelköy  ‘’  Orada  bir  köy var  uzakta’’  Diyeceğimiz  kadar  uzakta  bir  yer  değil.

Şimdi  kim  ne  derse  desin,  kim  ne  düşünürse  düşünsün  ben  diyorum  ki:  ‘’  Rabbim  senden  rahmetini  esirgemesin  Beatrice  Teyze. Yattığın  yer pür  nur,  makamın  cennet  olsun’’

( Nur İçinde Yat Madam Beatrice Teyze. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 28.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu