Z/amansız dalışlarım
var: Kâh çivileme kâh sırt üstü hani olur da boğulurum gerekçesiyle can simidi
cümlelerim var.
Varlık katsayım ise bir
o kadar göreceli ya da seyrinde rahmetin, ıslanmak iken vazgeçilmezim.
Rahvan bir enginlik,
meyilli bir yol ve hayli çamurlu da yürüdükçe battığım ama gönül gözüme
bandıkça da asla önemsemediğim…
Olmaz mı önemsediklerim
iken canımı yakan ve ah demeden de şükre ulaşamayacağımı bilmenin yine de ara
ara unuttuğum ve derken muteber bir uzlaşma yolu bulacağıma da kani iken ya da
farkındalık geliştirip bir anda duvara toslamaktan da kendimi alamadığım.
Boyutsuz ya da hudutsuz
ama asla saygısız olmayan.
Ya sevgiye ne demeli ki
nefreti de yürekte barındırdığımız gerçeğini nasıl göz ardı ederiz gelin görün
ki; sevgi nasıl çoğaltıyorsa nefret de dibe batıran bir mefhum ve tüm olumlu
yönünü mizacımızın silip yok eden…
Günler devingen
mahiyetiyle rest çekerken zamana, kıta kıta söylemlerde kesişip de yolumuz
aydınlığa meylettikçe ve durağan bir rotadan iniş çıkışlı bir grafiğe düştükçe
yolumuz sonra da ayıkla pirincin taşını ya da daha gerçekçi bir ifade ile
kolaysa taşın içinde pirinç bul hele ki görkemli bir iç sesiniz varsa ve her an
size sizi hatırlatıp evrene mal ettiğiniz suç dökümlerini de teyit etmişken, ne
yalan söyleyeyim, günün muhasebesini tutmak bir yana resmen defteri kebir
işliyorsunuz hem de madde madde bu da yetmezmiş gibi sene sonu dökümü
mahiyetinde günlük iç hesaplaşmanızı yapıyorsanız, kırk haramiler gelse
kurtaramaz sizi hele ki…
İşin şakası bir yana
fazlaca da masraflı bir edim o dökümün altında gözden geçirmeniz gereken
imla/hayat hatalarınız varsa: evet, gerçek üstü belki de kalburüstü bir
sıradanlık gerek ömrü kendinize mal ettiğiniz gerekse varlığınızı hayat adına
imha ettiğiniz üstelik aralıksız süre gelen.
Suçlar…
Hak malikleri.
Ve sözsüz cümleler
kuruyorsanız: Hani, duyulduğunuza kani ama her nasılsa tek kelime çıkmaz iken
ağzınızdan ya iç mekanizmada takılı o plağa ne demeli? Siz sanıyorsunuz ki;
kanıksanmakta iç sesiniz oysaki beden diliniz bile konuşmayı beceremezken hele
ki iflah olmaz bir sevgi arsızı iseniz…
İletişim odaklı bir
dünya ve göreceli sağanaklar ıslandığımız: Kiminin az kimininse çok ıslandığı;
iyi de rahmet eşit yağmakta demek ki var bu işte bir terslik ki bu da
duyumsadığınız kadar duyumsanmakla paralel bir ritim: Duymadığınız tını iken
duyurmak istediğiniz ya da duymazdan gelip de duyurmak adına yana yakıla
cebelleştiğiniz belki de gök gürültüsünden muaf bir ıslaklık hele ki debelenen
benliğiniz iken görücüye çıkmış ve seyri seferindeyken iç âleminizin…
Siz, siz olun da
gerisini takdim edeceğim zira evdeki hesap misali: Kim ise küstüğünüz bihaber
ne de olsa dağ dağın ne düşündüğüne vakıf değil ve siz çözüldükçe o tok sesi
evrenin ve dış dünyanın da kerameti bir bir hâsıl olacak.
Söz yığınağı ne çok
kutucuk ve balonların içini doldurmaya çalıştığınız lakin siz kurarken
cümlelerinizi birinin gelip de o balonu patlatmakla meşgul olduğu yanılgısı ve
siz boydan boya serdiğiniz o kırmızı halıda takılıp da düşme tehlikesi
geçirirken. Kısaca…
Boşlukları dolduran da
bizleriz ve yanıp sönen o neon ışığını titreşimiyle aktif kılan da ne de olsa
dervişin fikri neyse zikri de o.
Batılı belki de
bilinmezin ya da sancılı bir doğum her yeni gün ki biz geceye yüklendikçe ve
beklerken yeni günü bir yanımız hep titrek ve ürkek bir o kadar şaşkın bir de
sevginin tekabül ettiği benlik iken yine sevgiye ve anlaşılmaya muhtaç pek de
kolay olmasa gerek yaşamak.
Yanlış bir cümle zira
hayatı zora sokan da bizleriz kolay olduğuna dair bir inanç geliştirirken de
zira fıtratımızda nasıl bir sunum kodlanmışsa hele ki enerji dengesini korumak
adına bizler saklı tutarken niyetimizi… Olmaz mı bunca şeye vakıf olan ve
bizler ki bihaber yarının ne getireceğinden, mütemadiyen bir taktik uyguluyoruz
ve hadi, dercesine bazen soyutlanıyoruz zamandan ve mekândan bazense hemhal
oluyoruz yaşama sevinciyle ama her nasılsa olumsuz bir seyre de hayır
diyemezken.
Muğlâk pek çok şey
aslında bizleriz çözümsüz olan; ya da bilip bilmeden bir çözüm getirdiğimize
inanıp daha da dolanıyoruz daha fazla donatıyoruz gerekli gereksiz ne ise ki
pek de aklı karı olmadığını unutup, en hoyrat sancıyı evlat ediniyoruz sanki
acıdan nemalanan bir benliğin sunumunda ve mükellef bir sofra beklentisi ile
eşleşiyoruz kâh acıyla kâh hüzünle belki de eşkâli kayıp bir şehir gibi
doluyoruz ve ek bir bütçe getirememenin verdiği hicap ile sonlandırıyoruz
umutlarımızı.
Lakin sonlardan da yine
biziz hem muzdarip olan hem de mesul olan aslında başı olmayan nice hikâyeden
alıntı yapıyoruz ve bazen uzuyor burnumuz bazense bal kabağına dönüşüyoruz
gecenin bir yarısı.
Umutlar…
Sağalttığımız tüm
acılar.
Ve bizler…
Peki, kimiz biz ya da
neyin derdidir de işkillendiğimiz pek de makbul bir gözle onanmadığımızı görüp
de rest çekiyoruz hayata…
Durağan olmadığı
meydanda ama devinen mahiyetteki bu duygular pek de muteber bir mutluluk
sunmuyor ki mutluluğu ifa eden sadece sükûtun altında yatan huzur mu yoksa
huzur addedilen midir tüm kanıksadıklarımız?
Döngü sundukça ve
bizler sahiplendikçe yeri geldi mi biz döngüye sunarak taleplerimizi kısaca
alış-veriş mahiyetinde hatta etki-tepki bileşkesine rast gelip sıra dışı bir
pazarlık yine: Hele ki uhrevi boyutunu bir kez sindirmişken hem de doya doya
özümsediğimiz ve beklentimiz ne ise yeter ki saklı tutalım tüm iyi niyetimizi
hele ki koşullanmaktansa rehaveti yüklenip, zamana bırakalım tüm saklı
gerçekleri hem de bilincinde iken duyumsandığımızın hele ki duyumsadıklarımızı
sığdıramazken yere göğe.