Gözden ıraktım bir
zamanlar ama ırak olmadığım gönüller vardı şimdilerde ise gözden de ırağım
gönlün suresine sığdırdıklarıma rağmen bir gönül suresine konduramazken
ahvalim. Beyitsiz ve kafiyesiz yarınlarım ki miski amber misali doyumsuz bir
makber canlı hücrelerimi uyuşturmakla tehdit eden Kara Melek, zamansızlığın
göreceli geç kalmışlığına atıfta bulunup bir yürekte ekili tuttuğum ama sararıp
solmasına da dayanamadığım nice bakir kelime.
Yaftalanan mizacın
nüktedan ve sıra dışı coğrafyasında adını anmalara doyamadığım sevgi başakları…
Çalmadığım ama çaldırdığım hayallerim hem de ne uğruna…
Sözsüz ve gözsüz
suretlerde yanılgı…
Ve anlatmaktan
usanmadığım nice hikâye ki senaryosunu kaderin yazmasındansa kalemin
dürtüklediği o boşlukta bir sayfadan diğerine savrulduğum ama savuramadığım
tozları yine yalnızlıktan muzdarip bir gölge misali hala ararken gerçek ve
soyut varlığını, eşkâlsizliğin izdüşümünde mücbir sebeplerle soyutlandığı ama
soyutlayamadığı nice insan…
Kılıksız yine de asil
addedilen.
Suretsiz ama baş tacı.
Yankısız zira tıknaz
bir tümcenin boyunduruğunda seyri sefasında gök kubbenin ve niyetsiz bir
yorgunluk yine kambersiz düğün olur mu misali geçit verdiğim soykırımı
anlamsızlık kadar sırnaşık bir yalan iken coğrafya bellediğim bozkırı isyanların…
Hezeyanlar
biriktirdiğim ve çalı süpürgesi kıvamında serptiklerimi canhıraş temizlerken
ahkâm kesen bir cümleyi boğazlarken gecenin kör vakti ve hangi inilti ise
ölümün neferi, sükûta sığındığım yine de vaaz vermekten asla imtina etmediğim.
Gözsüz, sözsüz kısaca
duyusuz ama bir o kadar ısrarcı.
Muhalif, sıradan ama
muhtelif yenilgileri genelleştiren bir boyutta rahman bir aşka geçit veren ki
kerelerce yanılmayı yine sineye çekip hala beklentilerini dizginleyemeyen.
Yeknesak, kuralcı bir
medeniyet.
Aklı işte gözü oynaşta
bir metanet mi yoksa insanlık yine mahremin gücüne yenilip cürüm işlemek kadar
kolaymışçasına öldürülen iç sesin boynu bükük çırpınışları: Bir duvardan
diğerine tozutan bir top kadar yuvarlak ama dinginliği hep tehir eden bir ömür
kalemin erbabı bir tokalaşma ile sıdkı sıyrılsa da yaşamaktan yeni doğan günü
kundaklamak hem de asil bir sevgiye de geçit vermekle geçerken ömür hem de
büyük bir telaşla ama hesapsızca yaşamayı da idame ettirmek adına gömülü bir
bildirgeyi gocunmadan teslim etmek evrenin gerçek sahibine.
Sözler, sözsüz
bakışların inkârında.
Bakışlar ki gönül
koymanın cüretine sığınıp yine muteber bir tınıda çalmak aynı şarkıyı: Kâh
ezgisi kayıp kâh nakaratı yoksun duygudan kâh çalmaya değmez, diyenlere inat
hayatın miadı dolmuş umudundan arakladığımız bir cümbüşmüşçesine…
Kırık nidalar kadar da
gürültücü bir orkestra evrenin çalınmadık hangi sazıysa yine bir izlekte
toplanmış ama asla da kurcalamaya ihtimal vermezken.
Kırmaktansa kırılmayı
meziyet bellemiş ki seferi yorgun bir dümende unutulmayı mesken bellemiş yine
de unutamadıklarını unutulmaz ve payidar kılmak adına rotası sevgiden ve
yarınlardan yana üstelik mürit bellediği zerrecikleri kucaklatıp kundaklanan
yalnızlığını ikbal bilen bir devinim hayatın mihrabı, tüm soyut yanılsamaları
gerçekçi bir erdemle baş tacı ettiği dünyanın merkezine yerleştirmek adına
gocunmadan yaşamayı ilke edinmiş her ne kadar kuralların canı cehenneme, demeyi
hak edenleri görmezden gelip.
Zamanın akıl taşlarında
ucube bir imge adeta sair gölgelerin kapışan isyanları belki de muteber
kılınmak adına saydam bir gösteri aşk denen izlekte oynaşan kaba dayı
itirafları yine aşka delalet bir yolculuk olma istikametine zimmetliyken evren.
Katıksız aşım yine
aşina kılındığı gözlerimin ve ansızın verdiğim kayıplara sürme çekerken zaman.
Zaman: Tarlam.
Amansız kıyımlar zaman
zaman ve anlık bir rükûa varıp da gel-geç akıl oyunları insan izleklerinin
kaybolduğu ve kalburüstü zeminler yine aşkın peşrevi ve perçemini hafifçe yana
yasladığım.
Göreceli ve nasıl da muğlâk
biraz da derbeder aşkın iniltisinde tek tabanca olmuş iken kayıp insan ırkı o
kadar da varsıl bir tekerleme ki aşkın ayak izleri hele ki bir bir nakşedip de
sona erememek iken gömülü hikâye.
Aynı dirayet ve yürek
iken ikrarı yine de görünmezi mal ettiğimiz belki de bir tokalaşma kaderin
isyan bildirgesine düştüğümüz nice şerh: Ha öncesi ha sonrası iken yaftalanmak
kadar da olası hangi aykırı beyanı sunmak mümkün ki belki de Aşk Tanrısı
çarptırıldığı cezalardan hala mesul tutarken küçük ve naif yüreği.
Devingen bir rota ve
mal olmuş tüm evrene.
Kıyası mümkün mü hele
ki eş güdümlü bir mermi kadar da hızla saplanırken hele ki kısık bir nidaya
yüklemişken tüm günahı ve sona kurulu hezeyandan bir bir nasiplenirken insan
nesli.
Bir varmış bir yokmuş
dercesine…
Olup olmadığından
ziyade temel yapı taşında hangi aklı evvel tümceyi basarsanız bağrınıza ve türkuaz
bir renk yine gönlün hicap ettiği ama asla da sonlandıramadığı belki de bir
külfet hatta ihanet sunumu yine kadından erkeğe uzanan o hulasa derinlikte
kaybolmayı maharet bilmişken…
Zılgıt yiyen zaman aman
vermezken ama efkârı da eksik olmayan.
Yansız gözüküp yanlı
bir beyanda tüm görüntüleri ihlal edip de kundaklanırken aşk.
Sanrıların mağlup
olduğu sancılı ölümü belki de zaman ve aşk denen iki mefhum iken tek bir
ağızdan pay ederken onca gizemi ve yine kavuşamamanın verdiği hüsran ile
mevsimleri gölgeleyen hüzün denen rota hele ki aymazlığında bir gölgenin, en
derin huşu o kavuşamamazlık bildirgesi…
Sonlar muğlâk iken ve
başları da yok iken hikâyelerin kim iddia edebilir ki kahramanının mutlu
olduğunu hele ki mevzubahis aşk ile sınırlı kalmayıp dünyaları barındırırken.
Tüm mütereddit kıyımlarda
anlık bir bilinç kaybı belki de hele ki toz konduramadığımız şuh bir coşku iken
yüreğin sığındığı ve sınandığı bir o kadar da münferit bir kayıp adına özlem
denen yine de devrik bir tümceyi evlat edinen Aşk Tanrısı kadar da mustarip
iken sonu meçhul hikâyeden ve her nasılsa bir türlü kavuşmayan ve de mutluluk
ile aşkın izdüşümünün bir yanılgıdan ibaret olduğu yine de peyda olan bu
hüzünlü coşkuya kim dur diyebilir ki her ne kadar ağzınız yanmış olsa da bir
kez hatta pek çok kere bir kez ifşa edilmiş bir duygudan çıkıp da yola
kaybolmanın dayanılmaz hafifliğine de vakıf olmuşken…