Sarhoşluk Sevda Ve Aşk
Şarkıda
ne güzel söylemiş şair: ‘’Her kesin bir derdi var durur içerisinde ‘’ Çok
doğru…Herkesin bir derdi var lakin herkes dünyadaki en dertli insanın kendisi
olduğunu sanır. Hatta bazen bunu kanıtlamak için sorar etrafına ‘’Siz hiç böyle
bir şey yaşadınız mı? ’’ diye. Karşısındakinin daha da dertli olduğunu
gördüğünde ise dışından bir sürü teselli edici lakırdılar etse de içinden ‘’İyi
ama ben bu dertleri hak etmiyorum,oysa sen fazlasıyla hak etmişsin.’’ Der.
Dışından ise genellikle sabır dileklerinde bulunur hatta ‘’ Derdim ne kadar
büyük deme, Yaratanım ne kadar büyük de ‘’ diyerek bir de ukalalık yapar.
Kendisine vermesi gereken aklı başkasına vermeye kalkar.
Dertli milletine baktığımız zaman karşımıza üç grup çıkar: 1- Maddi
imkansızlıklar yüzünden dertli olanlar 2- Aşk derdi çekenler. 3- Anmaya bile
değmez sebepler.
Maddi imkansızlıklar yüzünden dertli olanlar genelde sessiz sedasız bu
dertlerini kendi başlarına yaşarlar. Aşk ve sevda derdinden gerçek manada
muzdarip olanlar da sessizdir . Ama oldukça büyük bir bölüm salya sümük her
önüne gelene, tanıdık tanımadık herkese ne kadar aşık olduklarını izah
edebilmenin telaşı içerisindedirler. Öyle aşıktır, öyle aşıktır ki Ne Kerem’in
veremi, Ne Aslı, ne hicaz faslı onun aşkından daha büyük değildir. O her gün,
her gece damacana damacana alkol indirmektedir midesine …Hep sarhoştur… Oysa
sudan başka bir sıvı içemez . O her gece sabahlara kadar uykusuzdur fosur fosur
yattığı kuş tüyü yataklarda…Ve en önemlisi eline tırnak çakısını almaktan
korkar ama her gün kafasına binlerce mermi sıkar…O müthiş yükseklik fobisine
rağmen uçurumlardan atar kendisini.
Uzattık biraz…Konuya girelim artık.
Benim rahmetli peder sağlam içicilerdendi. Sık sık, bazen gün aşırı kurardı
çilingir sofrasını…Hoş çilingirler böyle sofralar kurarlar mı işin o kısmını da
bilmiyorum ya…Benim peder kurardı…Bir oturduğunda da en az bir yetmişlik büyük
rakıyı alkol olarak damarlarına göndermeden ‘’Ben içtim ‘’ demezdi. Bu rakı
sofraları genellikle neşe ile başlardı. O , hiç bir gün üzüntü ile içenler
kategorisine girmedi zaten…Çünkü üzülenler bizlerdik…Özellikle de annem. Çünkü
neşeyle başlayan bu filmin sonu hep kabusla biterdi…Annem mutlaka, biz dört
kardeş ise genellikle dayak yiyerek ya da ‘’Ne zaman parlayacak ‘’ diye
korkarak otururduk o sofraya . Annem bize babamızın sarhoş olduğunu söylerdi.
Ben de içki içen ve hareketlerini kontrol edemeyen insanlara sarhoş denir
sanırdım. Yanılıyormuşum meğer…
Sarhoşun ne olduğunu 1978de ilk göreve başladığım yer olan Manavgat’ta anladım.
Bir gün ev arkadaşım Hasan anlattı…Evet bir Din Kültürü öğretmeni anlattı bana
sarhoşun nasıl bir şey olduğunu…Onunla konuşurken babamdan bahsettim…O da bana
‘’Senin baban sarhoş değilmiş…Bir insan dayak atabilecek, küfür edebilecek
kadar kendisindeyse nasıl sarhoş olabilir?’’ dedi ve sarhoşu anlattı…
Sarhoşluk…
Sözü Hasan’a bırakalım şimdi:
‘’Yağmurlu bir gündü…Bardaktan boşanırcasına yağıyordu yağmur…Sanki ‘’Ey dünya
çok kirlisin seni biraz temizleyim ‘’ dercesine yağıyor da yağıyordu. İşte o
zaman tanıştık sarhoşla…İstanbul’un meşhur Arnavut kaldırımlarından birinde…Bin
güçlükle ayağa kalktı..Koltuğunun altına sıkıştırdığı şarap şişesinden şaraplar
yere dökülüyordu. Yolun karşısına geçecekti besbelli ama ayakta durması bile
imkansızdı…Nitekim ilk adımını atmasıyla birlikte yüzükoyun yere yapıştı.
Kafasını kaldırdığında yüzü-gözü, sakalları at fışkısı ile dolmuştu. Elini
kaldırıp o pislikleri temizlemeye bile mecali yoktu…’’İşte’’ dedim…’’Sarhoş
olacaksan böyle olacaksın’’ Hem dünyayı bilip hem de sarhoş olunmaz… Sarhoşluk
bedenen dünyada olup ruhen tamamen bu dünyadan sıyrılmayı gerektirir. İster
şarabın sarhoşu ol, ister bir maşukun aşığı. Böylesine sarhoş olamıyorsan sarhoşluktan
bahsetmeyeceksin.’’
Hasan Çok haklıydı…Sarhoş dediğin davul zurnayla ilan etmez sarhoş olduğunu…Sen
bakınca anlardın karşısındakinin kaç ayar bir sarhoş olduğunu…Her babayiğidin
harcı değildir sarhoş olmak… Sevda ve aşk da öyle…O da her babayiğidin harcı
değildir.
Sevda
Adını sanını kimin nesi, neyin fesi olduğunu öğrenemedim..Herkes hikayesini
biliyordu ama adını, sanını, hangi köylü olduğunu dahi bilen yoktu. İşte bu ‘’
Bay Sevda ‘’ ile Sandıklı’nın Pazarının kurulduğu bir Pazartesi günü tanıştım.
Önce kızgın kızgın bana bir şeyler söylüyor sandım…Direkt yüzüme bakıyordu
çünkü. ‘’Affedersiniz bana bir şey mi dediniz?’’ diye sordum. Sanki deveye
köpek ürüdü…Kesinlikle muhatabı ben değildim. Zaten beş saniye ya geçti ya
geçmedi ; bu esmer tenli ciğeri yanık vatandaş kendisine öyle bir tokat atı ki
benim gözlerimden yaş geldi. Sonra bir tokat daha, bir daha ve bir daha…O
tokatları bir mandaya vursa kesinlikle hayvancağız anında felç olurdu. Öylesine
tokatlar atıyordu kendisine.
Kendi kendisine attığı bir kaç tokattan sonra yine başladı kendi kendisiyle
konuşmaya…Bir hayli kızdı kendisine…Ne dediği anlaşılmıyordu. Kızgındı,
kırgındı orası besbelli ama niçin, niye, kime bu kızgınlık anlayabilene aşk
olsun…Bir hayli söylendikten sonra basıyordu kendisine tokadı.
Sordum onun durumunu…Hakkında edindiğim tek bilgi kara sevdaya tutulduğu oldu.
Evet kap kara bir sevdaydı onunki. Ne şarkısı vardı ‘’Derdimi Ummana döktüm,
Asumana inledim ‘’ diye ne de ‘’Ben aşığım…Seviyorum ulannn’’ diye kafasında
bardak kırıyordu. Aşk ve sevda kelimelerini kesinlikle ağzına almadan kendisini
dövüyor da dövüyordu…Demircinin kızgın demiri çelik yapmak için dövdüğü gibi o
da kendine attığı her tokatla sevdasına perçin atıyor, o sevdayı
çelikleştiriyordu.
Aşk…
Onunla da Batman’da tanıştım…Bir yatsı namazında…Ufacık bir mescitte tanıştık
kendisiyle…İmamın arkasında saf tutmuş yatsı namazının farzını kılıyorduk.
Birden bir inilti duyduk. Saftaki insanlardan biri boylu boyunca yere uzandı ve
çırpınmaya başladı…. Namazı bozduk ve ‘’adamcağıza yardım edelim.’’ dedik.
Bileklerini şakaklarını ovduk…Azıcık kendisine gelince gördük ki asıl yardıma
muhtaç olanlar bizlermişiz…Biz namazlarımızı bozmuştuk ama o yattığı yerde
tekrar ellerini bağladı ve başladı ‘’Elhamdu Lillahi Rabbil Alemin…Errahmanür
Rahim ( Alemlerin Rabbı Allah’a hamd olsun…Rahman ve rahim olan O dur. )
Sonra ayağa kalktı Bay Aşk…İmam bile safa geçip namazı başlatmamıştı. Ama Bay
Aşk namazına devam ediyordu…Onun gözü ne imamı, ne de cemaati görecek durumda
değildi…O Maşukundan başka kimseyi görecek durumda değildi. Devam ediyordu ‘’
Maliki yevmüd din…İyya ke’nabüdü ve İyya ke’nestain…’’ ( Din gününün sahibi O
dur…Yalnız O’na kulluk eder ve yalnız O’ndan yardım isteriz ‘’ Her birimiz gibi
dilinin ucundan söylemiyordu…Her bir ayet dudaklarının arasından aşk olup
çıkıyor ve o ufacık mescidin duvarlarında ‘’ İyya ke’nabüdü ve İyya ke’nestain
‘’ diye yankılanıyordu adeta.
Birilerine sarhoşluğu, sevdayı, aşkı anlatacaksanız anlatın ama bana değil…Ben
her üçünü de çok iyi tanıyorum.
(
Sarhoşluk Sevda Ve Aşk başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
30.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.