Referandumla  ilgili  sandınız  değil  mi?  Pışşşııııkk  Değil  işte.

Haaa  o  zaman  Erkan  Yolaç’ın  ‘’Evet-  Hayır’’  Yarışmasını  anlatacağım. 

Yok  onu  da  anlatmayacağım. Ancak  hemen  şunu  belirteyim  ki  ‘’Evet-  Hayır  yarışması’’  her  ne  kadar  Erkan  Yolaç  ile  meşhur  olduysa  da  o  yarışmanın  bizdeki  mucidi  Orhan  Boran’dır.  Ben  yaşta  olanlar  hatırlarlar.  Bir  de  onun  Orhan  Boran  ve  Yuki’’  Diye  bir  programı  vardı  radyoda.  O  saati  iple  çekerdik.

Azcık  daha  palazlanınca,  yani  sakalım  ve  bıyığım  çıksın  diye  suratıma  badem  yağı  sürdüğüm,  bu  yüzden  de  babamdan  ‘’  Ne  ulan  o  suratının  hali.  Parlatılmış  ayakkabıya  benziyorsun’’  Diye  fırça  yediğim  yıllarda  Önce  Berkant  ortalığı  salladı  ‘’  Bir  şarkısın  sen  ‘’  ile…Hemen  peşinden  de  Kamuran  Akkor  ‘’ Dağlar  Kızı  Reyhan’’  ile  salladı.

Daha  sonra  Kamuran  Akkor  ‘’Evet  mi  hayır  mı,  söyle  bana  nedir  senin cevabın’’  Derken  bizler  de  zamanın  moda dansı  twist  ile  çalkalıyorduk  kalçaları. Tabii  ki  twist  deyince  de  akla  hemen  iki  isim  geliyordu:  Adnan  Varveren  ve  de  Öztürk  Serengil. 

Yani  efendim  bu  günlerde  moda  ama  kendi adıma  artık  ‘’Öğğğ  geldi’’  Diye  kusasım  gelmiş  olan ‘’Evet-  Hayır’’  Bizim  çocukluk,  ergenlik  ve  gençlik  zamanımızda  neşeli  bir  şeydi  ve  gördüğünüz  gibi  öyle  yeni  bir  icat  değildi  her  ne  kadar  tamamen  ayrı  bir  kulvarda  olsa  da.

Şimdi  ‘’Evet  mi  Hayır  mı?’’  yı  boşverin  de  aşağıda  vereceğim  anekdot  ve  fıkralara  bir  göz  atın.  O  zaman  zaten  iyi  kötü  bir  fikriniz  olacak ‘’Evet  mi  hayır  mı?’’  Konusunda…Hoş  mutlaka  bir  fikriniz  vardır  ama  bence  siz  yine  de  okuyun  yazdıklarımı. 

Aha  da  birincisi:

Efendim, rahmetli Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda her hafta bir film gösterimi yaparmış. Bu gösterimlere memleketin önde gelen isimleri davet edilirmiş.

O zaman sinema salonları oldukça az ve yabancı filmlere ulaşmak oldukça zor.

Sarayda gösterilen filmler, genellikle macera, kovboy, korsan vb. filmleri olurmuş. İşte bu seanslardan birine Neyzen Tevfik de Atatürk’ün misafiri olarak davet edilmiş. O gün, Errol Flynn’in başrolde oynadığı bir korsan filmi gösterilmiş. Flynn film boyunca bütün korsanlarla savaşmış ve filmin sonuna doğru ‘esas kız’ı korsanlar kaçırmış. Flynn bütün korsanları kılıcıyla ve tek atımlık tabancasıyla öldürdükten sonra nihayet kızı kurtarmış ve kızla birlikte kumsalda el ele yürürlerken Film  bu  sahne  ile  sona  ermiş.…

Işıklar yanarken, izleyiciler coşkuyla alkışlamış. İşte o sırada Atatürk’ün dikkati Neyzen Tevfik’e yönelmiş, çünkü Neyzen alkışlamak yerine hüngür hüngür ağlamaktaymış. Atatürk, Neyzen’in yanına gitmiş ve herkes mutlu son ile memnun olurken onun neden ağladığını sormuş. “Neyzen, bak işte ne güzel adam kızı kurtardı bunda ağlanacak ne var?” Neyzen ise, “Yahu paşam iyi güzel de şimdi o kızı o kurtarıcının elinden kim kurtaracak? İşte ben buna ağlarım” buyurmuş.

Bu  da  ikincisi:


Delikanlının  biri   yetiştirme  yurdunda  yetişmiş
,  bir  babası  olduğu  halde.  Neyse..Uzunca  bir  süre sonra  babasının  ölüm  haberini  almış  ve  hayatında  ilk  kez  köyüne  gitmiş.  Köye  gider  gitmez  de  babasının  nasıl bir  insan  olduğunu  öğrenmeye  çalışmış.  İlle  velakin  her  kime  ‘’  Benim  babam  nasıl  biriydi?’’  Diye  sorsa  köylüler  yüzlerini  çevirip  ‘’ Aman  evladım..Bana  sorma  da  kime  sorarsan  sor’’  Diyormuş.

Delikanlı  her kime  yanaşıp  ‘’ Babam?’’  dese  millet  onun  yanından  sanki  cüzamlıymış  gibi  kaçıyormuş.

Derken  oldukça  yaşlı  bir  dedeyi  durdurmuş  ve  biraz yalvarma,  biraz tehdit  derken  konuşturmuş  ihtiyarı.

İhtiyar  demiş  ki  ‘’  Ah  oğul  ahhh.  Senin  baban  ölü  soyucuydu.  Ne  zaman  bir  cenazemiz  olsa  ertesi  gün  bakardık  mezarı  kazmış,  ölüyü  dışarı  çıkarmış,  üzerindeki  kefeni  bile  soyup  almış.  O  yüzden  bu  köyde  senin  babanı  seven
,  onun  arkasından  iyiydi  diyecek   bir  Allahın  kulunu  bulamazsın.’’

Delikanlı  bu  habere  çok  öfkelenmiş  ve  dedeye  ‘’Yaa  demek  öyle.  Ulan  eğer  ben  de  bu  köylüye  babamın  arkasından  rahmet  okutmazsam  ne  derseniz  o  olayım’’  Demiş.  Yani  kafaya  koymuş:  Köylüler  babasının  arkasından  rahmet  okuyacaklar.

Bir  kaç  gün  sonra  köyde  biri  ölmüş.  Adamı  mezarlığa  gömmüşler.  Fakat  ertesi  gün  bir  bakmışlar  ki  mezarlıkta  sadece  o  ölen  vatandaş  değil  daha  önce  ölenler  de  dahil  ne  kadar  ceset  varsa  çıkarılmış,  kefenleri  soyulmuş  ama  ayrıca her  birisinin  kıçına  bir  kazık  sokulmuş  vaziyette.

Tabii  ki  anlamışlar  bunu  kimin  yaptığını  ve  aralarında  konuşmaya  başlamışlar:

‘’Yahu  arkadaş.  Bunun  rahmetli  babası  da  ölü  soyardı  ama  hiç  olmazsa  kimsenin  kıçına  kazık  sokmazdı’’

Veee  üççç.

Asker  ocağında  erlere  gelen  mektuplar  okunuyor  kumandanlar  tarafından  malum..Halen  bu  gelenek  var  mıdır  bilmem  ama  eskiden  öyleydi.  Hatta  mektupların  üzerinde  ‘’Er  mektubu..Görülmüştür  (  Ya da  okunmuştur)’’  yazarmış. (  Askerlik  yapmadığım  için  ‘’mış’’ Diyorum.) 

Köyden  bir  mektup  gelir  er  Mehmet’e…Komutanlar  okur  bakarlar  ki  felaket.  Mehmet’in   annesi,  babası  ölmüş,  evleri  de  yanmıştır.  Bu  acı  haberi  nasıl  verecekler  Mehmet’e?

Çağırmışlar  köylüsü  olan  er  Ahmet’i.  Ona durumu  anlatmış  ve  ‘’  Sen  şimdi  bu  haberi  arkadaşım  Mehmet’e  alıştıra  alıştıra  söyle  ‘’
  demişler.

E
r  Ahmet  ‘’  Başüstüne  komutanım’’  dedikten  sonra  doğru  arkadaşının  yanına  gitmiş  ve  başlamışlar  konuşmaya.

-Mehmet  kardeşim.  Köyden  mektup  geldi.  Maalesef  sana  kötü  bir  haberim  var.  Ama  panik  yapma  sakın. 

Mehmet’in  yüreği  ağzında  sorm
uş:

-Ne  oldu.  Nedir  kötü  ha
ber?

Ahmet  devam  etmiş.

-  Sizin  köpek  Karabaş  var  ya.  İşte  o  ölmüş.

Mehmet  şaşırmış..

-Hay  Allah.  Üzüldüm  şimdi.  Ama  yaşlanmıştı  bayağı.  Ne  denir  ki..

Ahmet  devam  etmiş.

-  Yaşlılıktan  değil  ölümü.  Sizin  devenin  kemiğini  yerken kemik  boğazına  batmış.  Ondan  ölmüş.

Mehmet  şaşırmış.

-  Devenin  kemiğini  yerken  mi?  Deveyi  mi  kesmişler.  Allah  Allah…Niye  ki.  O  kadar  işlerine  yaray
an  deveyi  niçin  kestiler  ki?

Ahmet  devam  etmiş.

-Kesmek  zorunda  kalmışlar.  Çünkü  deve,  babanın  mezar  taşını  taşırken  altında  kalmış.  Neredeyse  ölecekmiş.  Mundar  gitmesin  diye  alelacele  kesmişler.

Mehmet  başlamış  dövünmey
e.

-  Ne  diyorsun  sen  Ahmet?
  Babamın  mezar  taşını  mı  taşıyormuş?  Yoksa  babam?  Babam  ölmüş  mü?

Ahmet  üzüntüyle  başını  sallamış.

-Yaaa  sorma.  Ananın  ölüm  acısına  dayanamamış  zavallı.  Orada  hemen  kalp  krizinden ölmüş:

Ahmet  feryat  figan  ağlamaya  başlamış.

-Oy  benim  keklik  gözlü  anacığıııım.  Anam  da  öldü  desene…  Oyyy  benim  ocağım  sö
ndü  Ahmeeeetttt.

Ahmet  cevap  vermiş.

-  Yok..Ocağınız  halen  yanıyormuş.  Yangını  söndürmek  mümkün  olamamış.

Ben  şimdi  bu yazıya  daha  bir  sürü  ekleme yapabilirim  ama  bu  kadarı  yeter  sanırım.


Selam  ve sevgilerimle.
( Evet Mi Hayır Mı? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 4.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu