Balmumu yumuşaklığında
ekilmeyen tohumlar ve yine de başak olmaya aday her sırrımda her sükûtun
deviniminde bir de yorgunluğumun ardına bıraktığım çakıl taşları. Belki bir yol
olur belki de yordam bildiğim bir şiir, bir şarkıya rast gelirim hani olur da…
Gök kubbenin akan
çatısında ara duraktayım; bir gönlün yitiminde ayak sesim yine uzakların bağrında
yasladığım başından mütevellit onca yankı onca yargı onca yanılgı.
Hislerimi büyütüyorum
ya ölen benliğimin mezarına kaç kürek hüzün atacağım da peyda olacak misafir
bellediğim şarkılar; kulağımda türkülerin deviniminde bir de hafif meşrep bir
tını yine boğucu imlere taktığım aklımın küpeleri. Bir miadı dolmaktan mahrum
eden bir korku mu yoksa asılsızlığın anlam bulduğu ve aslımın sunumunda hangi
cümle ise bir kelamı bir ömür ile eşleştiren…
Yoz dürtüleri mağara
insanının ve yoz görgüsüzlüğü yine verilen kaybın da telafisi olmak adına bir
sundurmada yığılı bilinmezlik denen martaval.
Tanrı’yı yok sayan bir
münafıkla kesişti mi yolum… günahların üstüme sıçraması an meselesi belki de bu
yüzden ayrı düştüm onca gölgeyi geride bırakmakla kalmayıp yeni gölgeler
doğuran aklın hezeyanlarına gizlendiğim yine de gizleyemediğim onca pişmanlık.
İşte kesişme noktamız
ve derken çatallaşan yollarımız yetmedi bıçağın en haşin darbesi yine gönül
bağlarımızı yok eden aslında yoksun addedilen sevgiden mütevellit belki de varlık
adına atıfta bulunan onca izlek yine saklanmışlığın bir tabur dolusu beyanı.
Gelip gitmelerinden
yorgunum önce akla zarar sonra da depreşen isyanlarını insanların reddettiği;
sözüm ona hali hazırda mutlu herkes belki de sen’den öncesini ayraç yapmışken
yazmaya başlamazdan önce nasıl bir karanlık ise yüreğin de çürüdüğü, benliğin
hezeyana büründüğü…
Gidip de dönmemekse
raconu dostluğun kanıksanası bir alâmetifarika…
Hey gidi hey dünlerin
küpeştesinde ayrımcılıkla suçlanan insanlığın geldiği nokta bir o kadar
adresime gelmek bilmeyen kayıp sancılar durağında da beklemeye aldığım iç
sesim.
Nazenin bildiğim.
Sonradan görme bir yorgunluk
muydu yoksa silahın?
Aydınlık gökyüzünün
karanlık sırlarına mı boğulmuştun da başını kaldıramıyordun nefret iken
kıskacına yakalandığın ve haris bir bedelle eşleşen benliğini de çürümeye terk
edilmiş dehlizlerinde ben hala yol bulmaya çalışıyordum aklım sıra…
Mihrabı delen
çığlıklarını duyuyorum yerli yersiz hem de ta sizin oralardan düşen döşeğime
hatta yankısızlığın izleğinde sen ve dostluğun arasına duvarlar ördüğün…
Mabedimde yangınlar
çıktı çıkalı gittin.
Ölüme koşullu bir
akıbet dilenmemiştim oysa belli ki aklımın oyunlarıydı sır bildiğim yaralarımı
sana sunmuşken; belki de noksanlıklarını telafi ediyordun içimin yangınlarına
şişelerce benzin döken o sessizliğin ile yılları da yok saymıştın öyle ya;
yıllar ve yollardı bizi bizli cümlelere sevk eden ve yine yıllara denk düştük
görünmezliğin şeceresinde bir de tutuklu kalmış iken varlığın an itibariyle
benliğime uyuşuk bir şarkıdan başak bir anlam ifade etmezken.
Sanrılarımı uyuttum ve
sancılarımı da.
Sandıklarımla iştigal
etmiyorum bilakis bilindik cümleler kuruyorum ve insanlar biriktiriyorum
yüreğimin ırmaklarında ne zaman ki elini uzatsan bil ki iki elimin de diyetini
ödedim tıpkı yüreğimden çaldırdığın o dostluk şarkısını sana havale etmişken
hani gün olur da ödersin bedelini tanımsızlığın nefretin boca etmişken sefil
ruhuna.
Usul bir şarkı çalıyor hengâmenin
çok uzağında yine deviniminde varlık belki de kutsanan yokluk.
Satırlar telaşlı,
kayışları gevşek sinir zincirinin ve ağır başlı bir ölüm diliyorum. Dilendiğim
kelimelerin buharı üzerinde az evvel çıktı yürekten biraz da konuşlandığım
ıssızlığın hükümranlığında gölgelerle sevişiyor benlik.
Ürkünç adımları karınca
kararlarım sanırım yetmeyi bilmeyen benliğin de öteki sırdaşı yine kayıpların
miadı dolmuş hüznü.
Deseler keşke
durağındayım ama ne deseler, bilemediğim. Ya önemli mi?
Şimdi çıksam şuradan,
dönsem köşeden ve üçgen duvarlarını dörtgene tamamlasam yalnızlığın. Dört
duvarın sessizliğine nail olmak adına yine hacimsiz odaların soluk duvarlarında
ve soluksuz yaralarımda için için deşilen ve ansızın kaybolmaya muktedir,
demelerinden de geçtim.
Kıvrak bedeni yakut
renkli hülyalarımın ve yarım adaları o sevginin baş şehri kırağı çalan bir
yağmura kondururken isimsiz bir çisiltiyi de mendebur etmişken kara gece.