Hayat denen labirent, iç içe geçmiş sokak,
Dolanıp durmaktayım, bir mucize umarak.
Girdiğim tüm yolların, sonunda kapı-duvar,
Ruhumda derin korku; her köşede pusu var.
Betonlaşmış yapılar, taş kesilmiş mekânlar,
Rengârenk ışıklarla göz kırpan camekânlar.
Etrafımda gölgeler, davetkâr ve sırnaşık,
Sarılmayı dileyen, zehir saçan sarmaşık!
Boyun bükmüş siluet, hayal meyal seçilen,
Kaldırımda bir günah, bakılmadan geçilen!
Hemen yanı başında, titreyip duran çocuk,
Çakmak çakmak işlemiş, bakışlarına soğuk.
Perdesiz pencereler, ardında şuh kahkaha,
Arsızca çağırmakta: “görsen neler var daha!”
Tarumar bir hayatın, batan can kırıkları,
Boğulmuş feryatların, derin hıçkırıkları.
Korna, müzik ve çığlık, anlamsız kakofoni,
Vurdumduymaz insanlar, dram yüklü ironi!
Gökyüzü kara kara, bulutlarla kaplanmış,
İhanet keskin hançer, yüreklere saplanmış.
Bedenlerle birlikte, kirletilmiş nice ruh,
İnsanlıktan nasipsiz, zillet içinde güruh!
İki çözüm sunmakta, “ya hicret ya da işret”,
Hem arsız ve cahil, hem de şirret mi şirret.
Şartlara yenik düşüp, “teslim oldum” yerine,
“Gerçeği kabullendim”, teselli veren cümle.
Afyonlanmış beyinler, saçma sapan hurafe,
Hakikatle araya, konmuş korkunç mesafe.
Ne gül var bağlarında,
arz-ı endam eyleyen,
Ne de bülbül bulunur,
yâre beste söyleyen.
Yazılmış hikâyeler, ya nesir ya da nazım,
Sızlayan vicdanları, avutmak için lazım!
Bu nasıl bir dünya ki, her şeyi sahte, yalan,
İnsanlık yağmalanmış, yaşanan vahşi talan.
Unutulmuş kavramlar, akıl, erdem, feraset,
Hiçliğin sarmalında, hüküm süren esaret.