Soluk bir gökyüzü… en soluğundan ama…
Olukların sızıntısında teneşir
paklayan sancılarla
Haşır-neşir ölümlü bir şiir;
Yine pervazında tutunacağım,
Yankıları mı yoksa duyulmazın… deme
deme asla
Dedik de ne oldu mahiyetinde
Yorgun akşamların Tanrıçası
Bilindik sızılarım:
Ruhtan öte bir yolculuk beyan
edilesi;
Gül ötesi bir güzellik yine Tanrı’nın
armağanı.
Ha soldu ha solacak kaygıları,
Dikenleri içine batan aryaların kulak
tırmalayan nidaları;
Hanidir gün bildiğim gecenin,
Gece dediğim şiir aşkımın,
Aşk dediğim görmediğim coğrafyalarda
Bayat ve metazori cümlelerin tadında
Çiğneyip de yutmayı beceremediğim
erimiş sakızların.
Alı al moru mor bir kadın adeta
Hanidir kibri büyük boyundan,
Sandığında çeyiz bildiği ilk gençlik
ateşinden bir anı,
Andıklarını anlamadıklarına ekleyip,
Dünün mizacını yarına yükleyip,
Yarınları da bedel bilip güne gömmek:
Hâşâ, yürek ne haddime,
Demenin nazarında kutsal bir rütbe
işte
Bakir gönlün kanatlanmış şeceresi,
Dediklerine kanıp da aşklarının,
Aşk bildiği heybetli adamların
ölümüne ramak kala
Gözlerini açtığı o lahitte saklı ne
çok sır;
Ne çok ser;
Ne çok yalnızlık… çoğalmaya muktedir
acılardan
Çıkıp da yola
Dalya demek mi yoksa henüz yolun
yarısında?
Bir kehanet adını saklı tuttuğu;
Bir rivayet tadında meali bilindik
bir imge
Hele ki Tanrı henüz koymamışken
adını:
Bir batında hülya yüklü terane,
Tek satırda aşk adında ölümlü sayısız
imge,
Bir minval belki de ölümün çaldığı
her kapı
Yine şarkı tadında
Şiirden damlayan üç beş gözyaşı
Ve kapat gözlerini, dercesine şairin
gizi,
Açmaksa beyit beyit yüreği
Yine sunumunda ne riya ne arsız bir
eda.
Ölmek her gölgede
Doğmak yeniden boyutsuzluğun
sancısını giyinmişken:
Sonda asılı baş bilip de ermezken
nihayete;
Başıbozuk düzenin içine haykırdığı
içli bir nida kadar
Şairin yükü bir kaygı
Bir de hüzün
Bir de aşkı bandığı en kayıp sure
Yine rahmetin durağı
Bir de bilinmezin girdabı
Üstelik düşkün bir kadın kadar
zaaflarının himayesinde
Yazmaya meyyal soytarı kelamı
aklarken hece hece.