Arsız bir gülüş sırıtıyor ansız bir
sevgiyi meal eyleyip bir de kovuşturduğum imgelerden nasıl sorumlu
tutuluyorsam.
Aralıklarında girgin gök kubbenin;
bitiminde baş bildiğim bükülmez cümlelerin artık hangi satır aralığıysa…
Çivileme atlamalıyım hele ki çivi
çiviyi sökerken asla sus’larımı da ihmal etmemeliyim.
Zaman fukarası rahmetli dünlerin
kaygısına sarılmışken arınmalıyım da arıtırken aklın zambaklarını.
Düşe kalka geçmeyen bir çocukluktan
ne ise miras, yine ata yadigârı yakamoz düşlerden arakladıklarımla örtü misali
sermişken sepetteki şiirlerimi tam da üzerime bir de eğilip bükülmeden
sevmeleri maruzat bilenlere inat, aşka biat, sözsüzce ve sessizce sevmeliyim
üstelik nidaların tokuşturulurken çıkan sesi de ört bas etmeden.
Şiir biriken avuçlarımda; yaş
biriktiren gözlerimde; yas biriktiren haziran akşamlarına nazire eden şiir
özürlü kâinata diş bilemeden koşmayı ilke edinmeliyim hele ki kaplumbağa
ayaklarıma rahmet okuduğum duraklı ana yolun çıkmazından çıkma şerefine nail
olan o üstün körü ahkâmları da görmezden gelip…
Satır aralarında biriken isi; satır
yürekli kalıpsız adamları öğütürken yüreğin değirmeninde zaman aşımı iken
kıblemde yeniden doğmalıyım üstelik damıttıklarıma da rahmet okumayı ihmal
etmeden…
Yaşam kaygıları asırlara dönüşürken,
oyun setlerine hezimet bulaşırken, arka penceresine yalnızlığın, kayıtsız
kalırken Tanrı.
Işık balyalarında a/sırlık düşüşler
ve kibirli evrenin kibirli dokümanları yine insan elinden çıkma tıpkı bulut
gibi yoğun; tıpkı aşk gibi esir tutulası; tıpkı yel gibi alıp götüren…
Uzun soluklu düşlerimde sırdaş bir
hakkaniyet şarkısı; bayat tefrikalarında süs bebeklerinin kayıtsız hezeyanlar
yine sen özürlü bir benliği tokuştururken yalnız ve yaldızlı sefasıyla bir
gölge kadar kayıt dışı ve zehir zemberek bir hutbe tadında iblisi bol
hengâmenin çatısı akan tebessümünde.
Birikintiler nifak dolu, soluyan
ürkünç seslerin hizaya geldiği köşe başları. Ellerinde kırmızı gül, bekleyen
adamlar aramanın da faydası yok artık hele ki gülücük dağıtan akıllı telefonlar
yalancı mutluluklar üretiyorsa.
Top oynayan çocukların neslinden olsam
ne fayda hele ki neslimin son örneği iken hala kayıtsız ve hala pervasız bir
düşün peşindeysem düşe kalka?
Mızraklarından yoksun savaşçılar
olduk aslında üreyen husumetin sevgiyi mağdur ve mağrur kıldığı. Boyutsuzlukla
imtihanım her yüreği ben bildiğim, her adamı babam bellediğim bu yüzden, baba
kelimesini kesip attım son yazdığım şiirden yine de evet, yine de baba demeyi
özlediğim adamlarla ne zaman kesişse yolum, kaçırıyorum gözlerimi.
Sokulgan milatlardan gelmedim ben ama
hep sevdim.
Soluyan nefretleri yok saydım, yoksun
kılınsam da sevgiden.
Sevmek belli ki tek maruzatım üstelik
yansız ve beklentisiz. Üstelik zamirlerin hiç de önemi yok ve sıfatların da
yine de birincil tekil şahısta kalmışlığımla iştigalim kendimi bildim bileli.
Yükümsüz olsa keşke adına yüklem
denen buna rağmen emir kiplerinden de haz etmedim ve bu kipi de attım baba
denen terennümün hala asılı kaldığı aklımın k/ayıp kancasında.
Fiiliyata geçiremediğim nice hayal
üstelik çürümeye yüz tutmuş ama her nasılsa sahiplendiğim ve öldürmeye
kıyamadığım: Koyduklarım ya da konduramazken adını belki de kala kalmışlığım
hani o saplantılı çocuk yanımda bir baltaya sap olmuş olmayı dilediğim.
Kırık dökük olması önemli değil
aslında olup olmaması da: Bayat esprileri pişirip pişirip önüne getiriyorlar
insanın iyi de aç olduğumu kim söyledi?
Tüm açlığım aslında tok gözlülüğüme
ve tüm açığım kopup zincirlerimi birbirine ekleme telaşı.
Kükreyen izdihamı asılsız bir
yolculuk iken mealini de bilmediğim nice gönül surem: Allah’tan Yaradan’ın
hışmına uğramadan af dilemeyi beceriyorum gün bitiminde pek kibar olmasa da iç
sesim biliyorum ki omzumdaki melekler de fazlaca gocunmuyorlar o titreşimi
hissedip ve hala kundaklanan bir tereddüt iken yazımsal kaygıların da süre
geldiği. Böyle mi olacaktı?
Demelerin ve demeye çalışıp da
susmalara büründüğüm: Kimine göre iç sesin yılgısı kimine göre aşka düşkün aklı
evvel bir fani iyi de asılsız bir hikâye yazmak istemiyor canım an itibariyle
aslında boyumu aşan cümlelerden uzağım da hanidir bir sükse hanidir bir sanrı belki
de koyulttuğum beyazı hala siyah sanmamdandır pembeye olan düşkünlüğüm.
Mors alfabesinden çaldığım üç beş
harf yoksa tekerrür eden bir süreç mi de aklın izafi kalıntısında kayda
geçiriyorum?
İki arada bir derede kalmışlığın
sancısı tüm gel-gitleri tıktığım o boş şişe sonra da salla gitsin, misali
denize bıraktığım kaçıncı mektup ki de ben hala bir yanıt bekliyorum
uzaklardan: üstelik çağırmadığım ama çaldırdığım mutlu şarkılardan bihaber iken
solmaya aday sair gül, kokusuz mektup kıvamında hem de yok yere sabahladığım
bir görüntü iken karışan frekansların ayyuka çıktığı o gök gürültüsü… Yine de
benden başka duyan olmadığına göre belli ki; uyutulduğum ve unutulduğumun da
tek gerçeği.