OY DİNGALA DİNGALA, KÖMÜR KOYDUM MANGALA, AYŞE FATMA DOSTUN VAR, ÇALKALA BONCUK ÇALKALA.
Yukarıdaki Kantoyu belki duymuşsunuzdur bir şekilde lakin '' Çalkala Boncuk Çalkala'' diye söylendiğini duyanınız olduğunu sanmıyorum. Tabii ki bundan 55 sene önce İstanbul- İçerenköy'de yaşamadıysanız.
Evet..Bundan yaklaşık olarak 55 sene önceydi. Yani ben sekiz yaşında filanım. İçerenköy'de halen aynı isimle hayatını devam ettirmekte olan Yahya Kemal Beyatlı İlkokulunun yakınlarındaki oldukça geniş ve boş araziye gelmişti aylardır beklediğimiz insanlar.
''Aylardır beklediğimiz'' deyince yanlış anlaşılmasın. Aslında daha çok bizim gibi çocuklar beklerdi onları. Büyükler çok da hoşlanmazlardı. Çünkü onların gelmesi demek , ekstradan ceplerinden para gitmesi demekti.
Kimlerden mi bahsediyorum? Bu gün artık nesilleri tamamen kurumuş olan panayırcılardan bahsediyorum.
Panayır deyinde bunu öyle şimdiki İzmir, Bursa, Kocaeli Fuarı ya da Avrasya Sirki gibi koskoca çadırlarda gösterilerin yapıldığı çok büyük organizasyonlar sanmayın.
Altı üstü bir kaç langırt masası ( Umarım langırtın ne olduğunu biliyordur herkes. Yani halen bazı kahvelerde ve cafelerde var. ) bir kaç saçma atan tüfek, ( Bu tüfeklerle ya roket düşürüyorsunuz ya da ördek avlıyorsunuz. ) halka tabii ki...'' Beş atış yimbeş'' Beş halkadan bir tanesini bile sigara paketine ya da dikine konmuş ucuz Marmara Şarabına geçirebilirseniz onu alıyorsunuz.
Başka neler vardı? Hah.. Kahkaha aynaları. Ne yalan söyleyeyim beni bırakın güldürmeyi, gıdıklamadı bile. Zaten bir defa girmiştim.
Başka: Çarkı elle çevrilen dönme dolaplar... Memlekette sanki hiç ağaçlar arasına salıncak kurup da sallanamıyormuşuz gibi bu panayırların olmazsa olmazlarından olan kayık salıncaklar.
Ama hepsi bu kadarcık değil elbette. Bu saydıklarım genelde gündüz eğlenceleri. Babalar bu eğlencelere para yetiremedikleri için mümkün olduğu kadar '' Oğlum/ kızım, şimdi bu sıcakta panayıra giderseniz beyniniz pişer, gece gidelim'' derlerdi. Peki gece oluk gibi para akıtırlar mıydı her değişik aktivite için? Hayır efendim.
Gece olunca meydan artık ip cambazlarının olurdu. Onları seyretmek için de bir bilet almak filan gerekmiyordu. Zira ip cambazları gösterilerinin sonunda ellerinde şapkaları , seyircileri arasında dolaşarak parsa topluyordu. Yani ille de para vereceksin diye bir kural yoktu. O bakımdan beleşçi taifesinin en sevdiği gösteri ip cambazlarıydı.
Şimdiki çocuklar ne kadar şanssız değil mi?
Düşünün: İllerine ya da ilçelerine kırk yılda bir sirk gelirse belki bir ihtimal hayatlarında ip cambazı görebiliyorlar. Oysa biz her sene yaz aylarını onlarla geçirirdik.
Kendisini '' Boncuk'' Diye tanıtan ip cambazı her gün aynı gösterileri yapsa da onu her gün seyretmekten sıkılmıyorduk. Hem sıkılsan ne yapacaksın ki evde? Evde olmak, peder beyin '' Aç kitaplarını oku da bir sene boyunca öğrendiğin dersleri unutma'' Diyerekten bizleri yeniden talim ve terbiyeden geçirmesi demekti. Oysa yaz tatili gelmiş; yemişim dersi. Kim takar... Öte taraftan peder beylerin de hoşuna gidiyor ip cambazları. Onlar da en az bizim kadar zevkle seyrediyorlar.
Boncuk, ipte önce elinde uzun bir sırıkla yürüyor. Sonra sırığı atıyor. Takunya ile, bisiklet ile, teneke kutu içinde, çember çevirerek, vesair şekillerde ipin üzerinde resmi geçit yapıyor. Gözü kapalı ve çuval içinde geçtiği bile olmuştu.
Boncuk sadece ip cambazlığı yapmazdı. Aynı zamanda bir tuluat sanatçısıydı ki şimdiki nesil maalesef böyle meydanlarda herkese açık alanlarda insanları eğlendiren, tamamen alaylı yani hiç bir mektep-medrese görmemiş ama usta - çırak geleneği ile bir nevi tiyatro yapan insanları da tanımadı. Mesela son zamanlarına yetiştiğimiz İsmail Dümbüllü'yü hatırlayan kaç kişi kaldı acaba?
İp cambazları, bunca eziyet yetmemiş gibi ip üzerinde kanto bile söylüyorlardı. İşte başlıktaki söyleniş şekliyle o kantoyu ilk kez Boncuk'un ağzından duymuştum: Ve bütün bu sıkıntılar, zahmetler '' Gönlünden ne koparsa'' karşılığıydı. İnsanların gönlünden de 5-10- taş çatladı 25 kuruş kopuyordu. Kabadayılık yapıp da 50 Kuruş ya da 1 Tl atan oldukça azdı.
Şimdiki nesil, kansorejen ambalajlar içinde ve yine tamamen kansorejen özellikler taşıyan katkı maddeleri sebebiyle genetiğimizi bozan patates cipsleri yerlerken bizler - pek sağlıklı olmasa da tamamen organik olan ve sokak satıcılarının '' bardağı beş kuruş'' diye bağırarak sattıkları leblebi, çekirdek ya da bir tahta çıtaya sardıkları macunu yerdik.
Şimdi Eminönü'de nostaljik olarak yaşatılmaya çalışılsa da o eski tad yok tabii ki. Çocuk lolipopu tanıyor. Macunu ne bilsin. Zaten alıp yiyenler de çocuklar değil. Ben gibi dişleri dökülmüş dedeler, nineler yiyor macunu.
Macun dedim de. Şimdiki çocuklar pencere macununu bile bilmiyorlar yahu. Düşünsenize şimdiki çocuklar da simit yiyorlar ama '' Alibeyköy unundan, şimdi çıktı fırından'' Diye bağırarak satan yok. ''Hıyara geeeel. Çengelköy'ün bunlar'' Diye satan yok. Yahu Boğaz vapurlarında Kanlıca yoğurdu satılırdı. Şimdi Boğazda vapur olmadığı gibi Kanlıca'da yoğurt, Beykoz'da paça yok. ( Ya da iyice azaldı. )
Şimdiki çocuklar sokaklarda '' yazıyooor yazıyooor. Necdet Elmas ( Zamanın en büyük ama en çok sevilen gangsteri) yine polislerden kaçtı'' Diye bağırarak gazete satmıyorlar.
O kadar çok şeyden mahrum ki şimdiki çocuklar saymakla bitecek gibi değil. Oyunları saymıyorum bile. Mesela şimdiki çocuklar destan satıcılarını bilmezler.
Zamanın gezgin şair ve ayaklı gazeteleriydi destancılar. Yirmi beş kuruşa dört sayfalık destanlar satarlardı. Destanlar da genellikle ya kocası tarafından balta ile doğranan zavallı bir kadının ya da karısı tarafından zehirlenen zavallı bir kocanın hazin hikayesi olurdu. Destancı, hem boynuna astığı bir teypen hem de bizzat kendisi söyleyerek ( teypteki ses de kendisinin) şiirleştirdiği bu olayı biraz daha hüzün katarak okurdu millete.
Velhasılıkelam bizim çocukluğumuzda çocuklar kendilerini bir kaç santimetrekare alana sahip bir bilgisayar, tablet ya da cep telefonun ekranına hapsetmezlerdi. Sokaklar, caddeler, arsalar, parklar, orman ve çayırlar, harman yerleri, panayırlar her şey çocuklar içindi. Özgürdü çocuklar. Şimdi ise çocuklarımızı bırakın sokağa salmayı, komşumuza bile emanet edemiyoruz. O hale geldik ki artık yaşlı bir dede çocuğumuzun başını okşayacak olsa '' çek o pis ellerini çocuğumun üzerinden sapık herif'' Diyecek hale geldik toplum olarak.
Böyle bir paranoya ile nasıl yaşanır? Böyle bir paranoya ile sağlıklı nesiller nasıl yetişir? İşte onu bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Nazım Hikmet ne kadar '' Çocuklara kıymayın efendiler!'' derse desin çocuklarımıza çok fena kıyıyoruz ve bu gidişatın sonu hiç de hayırlı değil.
Bitirirken herşeye rağmen '' Oy dingala dingala'' Diyelim mi? ( En güzel söyleyen Nurhan Damcıoğlu olmakla birlikte ben hatırımda kaldığı ve Boncuk'un söylediği şekliyle yazıyorum. )
Cambaz Boncuk ben Geldim.
Sizlere neşe getirdim.
Cambazlıktır hünerim
Şarkı söyler dans ederim.
Hep beraber coşalım.
Ellere tempo tutalım.
Üzüntüyü unutup
Zevkimize bakalım.
Oy dingala dingala
Kömür koydum mangala
Ayşe, Fatma dostun var
Çalkala Boncuk çalkala.
Babamdan miras kaldı.
Onu da çapkınlar aldı.
Çapkınların yüzünden
Ayağımda pantol kalmadı.
Oy dingala dingala
Kömür koydum mangala
Ayşe, Fatma dostun var
Çalkala Boncuk çalkala.
Kabağı boynuma takarım
Sağıma soluma bakarım.
Bana mangiz verirsen
Sana göbek atarım.
Oy dingala dingala
Kömür koydum mangala
Ayşe, Fatma dostun var
Çalkala Boncuk çalkala.
RESİMLER
1- İp cambazı
2- Seyyar dönme dolap ( Çok nadir olarak bazı yerlerde hâla var )
3- Halkacılar.
4- Destancı
5-Eski bir gazete satıcısı çocuk
6- Sokakta leblebi satan bir yaşlı
7-Eskinin simit satıcısı cocuklar
8- Yaşadığım yer olan Ümraniye'nin rahmetli macuncu dedesi