Kısacık bir zaman dilimi, teneşir
paklamazken hayalleri, zorbalığın esaretinde gönül koyduğum bir satır
tadındayım.
Zanların zamansız hükmünde; koruk
acıların siluetinde bir ruletim asılsızlığın mahlasında aykırı bir aşka paye
vermeyi tehir edip, içimi zehirleyen bir şarkıdan damlayan şiir misali.
Göklerin yalnızlığına özendim ezelden
sonra da beni kovuşturdular derinden ve çaldılar hayallerimi… kurma özürlü
olduğum hiç mi hayalin olmadı… diyenlere biat onca tedirginliğimi ihlal edip
sırdaş bir yürekte kayıt altına aldığım gece.
Çipler kadar küçüğüm. Cinaslı
kafiyelere özeniyorum epeydir.
İşin aslı gökdelenlere uzanıyor
ellerim ve gök nasıl derin ben hepten kayıp bir rahleyim, az sonra okunacak
duaları kucaklama isteğiyle yine evrenin bana sahip çıktığı belki de soyut
resimlerden çalıntı bir kareyim, içimin ıslağında kuruyan saman balyalarına
sözüm: az sonra çalacaklar kapının zilini, diyen yalnızlığıma saygımla son
sürat yaşıyorum özgürlüğümü üstelik kırağı çalan sabahların gece yüzlü
kadınlara nazire yaptığı bir ay ışığından hallice.
Defolu satılarda bulmalıyım
bulamadıklarımla sorgulandığım sonra da cevapları ıslah eden bir öğretmen
kerameti ile.
Düşkün ve yoldan çıkmış kim ise beri
gelsin, deme özürlü insanlara öykünen zaman aşımı bir gölgeden sızan yaygarayı
nasıl da bastırıyor evren.
Evrelerin sancılı iklimlerinde; aşkın
da arka sokaklarında… yanlış bir tahayyül öyle ya; aşk hep önde ve gizemin
nezdinde büyülü bir rütbe yine Tanrı’nın canlılara armağan ettiği.
Büklüm büklüm ne ise hezeyan babında
bir de yoksun kılındığım tamtakır kuru bakır aklımın çatı katı hele ki iki
basamak çıkıp bir de sağa kıvrıldınız mı… hücrelerim kaynıyor için için, şen
kahkahalar savurma istemine rest çekiyor Tanrı ve fısıldıyor omzumdaki melek:
‘’Hüzün vakti, sadece bekle.’’
Koyultular azalıp çoğalıyor, yankılar
azımsanmayacak vasfıyla kem küm ediyor ortalıkta sonra da saçmalıkları
ayıklayıp dingin bir ruh inşa ediyorum sanırım gözüm açık düş gördüğüm
yanılgısında insanlık; bu yüzden kaçışım belki de ve gıyabında duyguların,
kinleri ve kirleri de boca edip bir de nazenin bir çiçek kıvamında iken elimde
biçimlenen kalem ruhumu ifşa ederken…
Tüneyen kanatlarında ölümlü bir aşk
belki de sundurmasında gök kuşağının sonra da evrilen bir kıyam adeta kıyıma
rest çekip, aşkı doğrarken dilim dilim. Her lal olduğunda dilim, gözlerime
akseden çakmaklarını buyur ediyorum yüreğin. Düşenin halinden düşmez iken
cümleler bir de üreyen kanatların askıntısı iken uçuşan yanılgılarım… metazori
yaşamak günün kalan zamanı ve bir iki saat yoğrulduğum sayısız cümle üstelik
Mehter marşıyla kıyama durduğum ve cezalandırıldığım hangi zaman dilimi ise
ukde bir sancı kıvamında ama beyhude bir sevda masalına nazire eden
yanılmışlığım.
Kuruyan yaprakların haritasını
çiziyorum ve soruyorum tek tek, rast geldiğim her ağaca:
‘’Yoksa bu yaprak size mi
askıntıydı?’’
Zamansız düşlerin tekelinde olmak bu
olsa gerek belki de cinnet geçirmesine engel ne ise dün özürlü yangınlarımın
dalya dediği bilmem kaçıncı yanılgı.
Sonat tadında duyumsadıklarım; sağdıç
bellediğim solun yangınında bitap düşmüş heceleri ayıklamak nasıl da zevkli ve
nasıl pejmürde bir varlığım her nöbete durduğum sayfada içtimada bir ruhtan
arda kalan o esinti ve sığınağımı kutsayan meleklere selam veriyorum belki de
nazarında evrenin en metruk hazneyim, içinde cümleler ve aşklar büyüten sonra
da evrenin tarhına serpen… düşkünlüğümden düşen hangi parçalı bulutsa Eyvallah.