Bilincin ırak olduğu
satırlarla muhatapsan bir de öykündüğün çocukluğunda sırra kadem basan dosyalar
varsa.
Çocuktan al haberi,
izleminde ya da kayıtsızlığında, yetişkin bildirgelerini naif bir anlatıma
uzanırken kalem, bir de dokunaklı bir çocukluk geçirmişsen. Nereden mi vardım
bu kanıya?
Sanırım Hemingway’in
bir söylemi gerçi tam olarak hatırlamıyorum ama:’’Kötü bir çocukluk geçirmişsen…
büyük ihtimalle yaratıcı bir yazar olma yolundasın.’’
Şans eseri yaşanan
yıllar mı yoksa ekseninde kayıtsızlık örülü iken ve sen soluk almak adına paye
veriyorsan çevrendekilere her ne kadar varlığın pek de şanlı bir aktarım olmasa
da onların nazarında.
Onlar?
Ya sen?
Belki de onların
olmadığı ya da sensizliğin bireysel yükümlülüğü.
Soyut kavramlara
tünemek istiyorum an itibariyle ve soyut zekâdan ibaret bir dünyayı kutsarken
çağımız insanı, bir o kadar irdelenmek de istiyor: kâh akıllı cihazların insan
elinden çıkmış olma gerçeğini görmezden geldiği kâh biz insanların topraktan
geldiği kuramına ihanet eden hangi münafık zihniyet ise.
Düş eğrileri belli ki
düşeysel yordamların yatay ekseni tıpkı; x ve y eksenlerinin uzamında
sabitlenmiş sayısız para/metre gelin görün ki; insanoğlu, yaşadığımız çağı
geçin ta bilmem kaç yılında hangi doğruyu yanlış bellememiş ki ve nihayetinde
metrelerce uzunluğunda para destelerini sahiplenmek arzusuyla, babasını bile
satma zahmetine girmişken.
İşin esprisi gerçi yine
de tutarlı bir zaman aralığına denk düşmek asla olası değil hele ki konunun
gizemi ve boyutları insandan insana değişirken.
Çocukluğuna inen kim
ise ya da çocukluktan öteye geçiş yapmaktan aciz ve öngörüsü hep; içindeki
çocuğun bitimsiz vızıltıları ise.
Makber sancılarında
büyüyen bir nesil mi yoksa? Hani; bir ayağı çukurda hangi ebeveyn ise yine genç
neslin sahip çıkmaktan aciz kaldığı sonra da yaşanan o çatışma hali: Kuşak
farkı.
Kara yazgının asla paye
vermediği yine kaderci geçinenlerin, nice sunumu karşısında hayat denen
bilinmezin, bir daldan diğerine konmaktan başka hiçbir baltaya sap olma imkânını
yaşayamamış.
Giriş bölümünde atıfta
bulunduğum o çağ yangını: Öyle ya, zamanın genel kabul görmüş kurallarını nasıl
ki sahiplenemiyorsa yaşlı nesil-gerçi yaşın ya da zamanın işlemediği insanlar
da var hele ki mevcut düzende zıt karakterlerin bile bağdaşabildiği gerçeğine
atıfta bulunduğumuz seçeneğini de göz ardı edemezken.
Zaman nasıl ki insandan
muzdarip, insanlardan da birbirinden bu yüzden mutluluğun katsayısı yaş
ilerledikçe, o ters orantı sayesinde inanılmaz ivme kaybetmekte.
Şairlerin mutluluğu
ıskaladığı ama şiirlerde kayıtlı duygularını da merkez bilip yine tüm sükûneti
son noktaya kadar saklarken.
Korunaklı
dünyalarımızın varlığı su götürmez bir gerçek ne var ki; zamanın yangınından
kurtarabildiğimiz hangi öznel varlık kaldı da elimizde, biz hala mahremiyet
odaklı kaygılarımızdan muzdaripiz?
Sona saran kasetler
gerçi miadını doldurmuş bir kavram ama: hele ki ilk gençlik yıllarımızın
profilinde asla da mübalağa unsuru olmayan.
Zarflarını sakladığımız
mektuplar belki de aklın ve ruhun unutulmuş dehlizlerinde yaşanan o soykırımdan
kurtarılmayı bekleyen ve ne yazık ki; beyhude bir kovuşturma, biz hala değil
mektup zarfın bile ne ile eşleştiğinden bihaber iken.
Zaman aralıklı ne çok
vazgeçiş.
Ne çok yergi; ne çok
yargı ve ne çok yenilgi ve hala peşinde koştuğumuz ama çoktan kaçırdığımızı
bilsek de dile getirmekten imtina ettiğimiz.
Gözlerden ırak aşkların
nasıl oluyor da gönülden ırak olmadığı gerçeğini sizce kabullenmek bu kadar mı
zor ya da kenetlendiğimiz döngünün izdüşümünde bizler sadece nümerik fısıltılar
mıyız da, çiplerin eşliğinde ne çok varsayım üretilmekte belli ki prototip bir
nüfus ile iştigal edilmek haricinde kaygısı olmayan o genel kabul görmüşlük:
gel de çıkar sesini ve kaç kaçabiliyorsan ve ellerinde tutanak kim ise mavi yakalı
yine bihaber beyaz yakalıların kaçındığına teğet geçmenin de ötesinin olmadığı.
Kayıtlı-kayıtsız
düşlerimiz hele ki bilincin alt çekmecesine yığmışken onca düş birikintisini ve
siz gerçeklerle boğuşurken, zarif nidalar püskürten alt bilinç belki de kaba
saba adamların/kadınların eşliğinde tünediğiniz geçmişiniz asla yakanızdan
düşmek istemiyorsa. Ya siz düşmek istiyor musunuz hele ki zaman ve mekân
uzamında sadece kayıtlı fiş örneklerinden ibaret olduğunuz gerçeğini görmezden
gelip?
Mutluluğun frekansı yön
değiştirdikçe ve mutluluğun basireti bağlanmışken bir de kehanetler türemişse
hayatın hoyrat sayfalarında ve sizler parmak izinizden ibaret olduğunuzu
bilmezden gelseniz de.
Bu yüzden alabildiğine
sahip çıkın gerçeklerinize hatta hayallerinizi gerçekleştirme ihtimalinizi bile
sahiplenin. Çok değil inanın ki üstelik peyder pey sonlandırdığımız hangi
sağanak tufanı ise bilfiil yağmur damlalarına denk düştüğümüz ve asla da
açmayın şemsiyenizi bırakın yıkansın tüm özürleriniz hem belli mi olur; belki
parmak iziniz de silinir ve siz ebediyetin mutlak gizeminde kayıt dışı bir
mutluluğa rast gelirsiniz. Yeter ki hayalleriniz ile yoğurun gerçekleri ve
kaybetmeyin de; ne dününüzü örün yarının beklentisiyle ne de an’ın az sonra
anıya dönüşecek ikramını geri çevirmeyin evrenin üstelik evrence istila edilmiş
olsanız da…