sen de gel
hayatla ölümün tam
ortasına
dahil ol ey ruh
senin yüzünden
savaşların
dünyaya armağan
ettiği bunca yangın
kutsal kılınmış ey zeytin ağacının
yeşili yitirilmiş merhametlerin sükunetli temennisi
üzerimde bir kanat esintisi gibi ol
gecenin bir vaktinde
bir el dokunmuş da aniden uyanmışım gibi
*
hey göğsün en sır yerini kurutan nefes
sadece kendi çıkarını gözeten kalp
hey darbe yapan güç…
hey ambargo koyan …ablukaya alan giz…
hey kriz çıkartan heyecan
hayat ne kadar farklı
hayal ile rüyanın birbirine geçtiği vakitlerde
gözümü,
kulağımı kapatınca dünya bir anlığına duruyor sanki sükutun zehrine sığınıyorum her seher
kör bir şiddete programlanmış yaratıklar
ciğerlerime yöneliyor
*
hey zakkumun kızılca kıyamet gölgesi hey
birlerce yan ,yan ki
on bir, yüz on bir, bin yüz on bir, nihayet milyonlar yansın
yarınlar dirilsin
geçmişin ışığında geleceğe yürüme zamanı şimdi
alınları secdelerde unutarak
*
hey ateşin düştüğü yerde kavrulup kalanlar hey
onca çığlık, taşlaşmış onca beden
ölü bir kavim derin ve sessiz
koskoca bir hiç gibi…
vicdanlar cehennem kamplarının dibinde
gün gelip kendini de yakacaklar
içim korlaşıyor
bir gram ses yok
*
hey serapa serinlik, serapa rüzgar hey
hangi kan hangi azap deryasının ortasında
en sevdiklerinden, en sevildiklerinden, en kıymetlilerinden
zinhar her şeyden vazgeçmiş bir çocuk gibiyim
merhametin hangi duyuş noktası bu
ölümle kalım
arasında bir ipin ucunda hangi kalp damarının üzerinde ortak çarpış bu
*
hey çiğnenen evlatların, çiğnenen kızların gururu
uykusuz her gecenin
sabahında
yüreğim ,dualarım sizinle olsun
gözleri
kimyasal silahtan kör olan çocuklarla harabeler arasında parçalanmış evlatlarını arayan
annelerle
hey mutemeyyizun yetimhanesindeki son yetmiş yetimi
hey halepin kırık yanık zeytin ağaçları
hey çokça tanıdığım kurumuş hurma yaprakları
de
falarca
seyrettiğim şehirlerden bir kez daha geçerek
daha evvel hiç görmediğim kentler giderek daha ürkütücü şimdi
infilak ediyorum
*
hey çocukluğunu,gençliğini,
türbelerini, bulutlarını kaybetmiş ülke
denizle arasına
geniş ovalar girmiş liman kentlerin nerde bir
annenin
sevdasına adanmış şehirlerin nerde
yekpare sütunlar, ürpertici tapınaklar yerle bir olmuş
ince bir çizgide tıpkı sıratta yürür gibi yürüyor
en acımasız, katı, insafsız
ölümler
ölüm kokan
ve savaş haykırışları içerisinde tavanı su, zemini su, duvarları su
dirileri karşılayan ölüler şehri
saçlarım kum karası
kuru bir yaprak iliştiriyorum takvimlere
*
hey sırtımın bütün yükü, bütün ağrısı
bir mum aydınlığında gözlerim
siz kalın, ben gidiyorum
parçalanmış kemikleri çığlıkları bıraktım
havada çarpışmış mermi çekirdekleri bıraktım
hüzün kokan
zeytin bahçelerine de
falarca
kuruyan kan damlaları bıraktım
savaşlar bıraktım antik koku katmanlarına
kafatasına kıyamete değin saplı kalacak mermiler bıraktım
son menzilinden dönülmüş bir durakta
al canımı
can vermek kadar can almak da kutsal
*
hey bir kağıda ismimi yazıp da suyuna attığım dicle
köpüğüne bıraktım geçmişin en nazlı hatıralarını
senin gibi çıkıyorum yolculuklara en tekinsizce
yolumu kesen ırmaklar benden daha çok hevesli
düşüyorlar tek tek bir uçurumun başından
her yerde kin her yerde kan var...
musul yanıyor, halep yanıyor, şam yanıyor
filistin yanıyor, ırak yanıyor ,suriye yanıyor
hey ceddimin mirası topraklar
ah ki ne ah
hasret yumağına dönüştü mukaddes bir
sevgi ile yüreğim
ümitler sonsuz duygular sonsuz
içime sığmayan kaç
gözyaşları sonsuz
*
hey yağmurların en bereketli yağdığı mezopotamya
hey cennetten
çıkmanın sebebi çöl
bedeli çoktan ödenmiş
ruhumda, bedenimde yanık izlerin var
hey rengine bakıp sesini işittiğim fırat
akışından, suyundan, köpüğünden, uğultundan
dünyama akan
feryatlar var