‘’Dünya nimetlerini kaçırdım, affet
beni!’’ (Alıntı)
İlgili cümlenin izdüşümü aslında
yargılardan müteşekkil evrenin de bana beyan ettiği hele ki son zamanlarda.
Israrla yaşama sevincime sahip çıkmak
belli ki hiçliğimin de göreceli bir üslubu: ötesinde sevgime sahip çıkmak ve
çok çok ötesinde kendimden bile nefret etmeyi becerebilmenin verdiği o hicap.
Biraz kayıtsız, hayli mecalsiz bir o
kadar suskunluğumla ördüğüm duvarlarımın geçit vermediği bir lahza ve sıklıkla
terennüm etmeyi bilmezmiş gibi şaibeli şarkılardan dahi alacaklı olduğuma dair
gelişen o inanç.
Çok değil sadece bir ömür belli ki
izdiham ötesi mahşerin bir sunumu sanırsın ki basit bir örneklem sanırım ki;
sarmalında hidayetin ve hüznün, kayıp bir notadan esinlenip rotamı kaybettiğim.
Gönülsüzlüğün de varmış bir raconu.
Sevdanın bile varmış külfeti.
Hele ki insan sevgiye ve kendine
sevdalı bir döngüyü kendi elleriyle yaratıp yine kendi elleriyle yıkmanın
verdiği o mazoşist paralelde bir yoksunluk tutturup da giderken ve titrerken sesin
ve şiirin titri.
Azları çok bilmekse sorun, belki de
çoğul katılımın en itilmiş ritmi ise yine gönül gözünden kaçmayanı Tanrı bile
ıslah edemezken: elbette gücünü yadsıyamayacağım bilinmezin tevafuk öncesi
bildirgesinde, ben şakıyan yüreğime hapsettiğim karanlığı görücüye çıkarmaktan
caymışken…
Zaman ve mekân kaygılarımdan çıkıp da
yola, varmayı ertelediğim.
Aşka rağbet eden yüreğin mahremine
kaydettiği.
Derken, denmediklerime kayıtsız
kalınmayacağı yanılgısına düşüp, denmedik ne varsa bir bir dile getirmek
istediğim.
Yalnızlığın yollarında sarpa saran
belli ki ötesizliğin hacminde son durak adı altında bir noktaya sahip olma
özlemim ne de olsa tüm imla hatalarından sorumluyum insanlığın ve sorunlu
addedilen kişiliğime ben bile restimi çekmişken.
Günün ilk yarısında solduğum ve
nefretle hicabı aynı potada eritip sarmalında kinayelerin, solgun yüzümden
düşen binlerce parçayı bir araya getirmek imkânsız iken ve günün ikinci yarısında,
kendime duyduğum nefreti ansızın yok sayıp yine sevgiyle dokunmaya dahi çekinmek
bir yana, dokunulmayı reddeden bir bedenden uzak ruhumun sapaklarında,
gölgelere sunumum iken kayıplarımın birincil şartı.
Aşk odaklı bir ritüel sonra da kayan
zeminden uçup da konduğum bulutun pervazı.
Tanrı’dan korkmayı aklından bile
geçirmezken nicesi, ben hala kayıt altına alamadığım korkularımla yüzleşmeyi
bir destur edinip, içimin deryasında, bir sığlık nazarında basit bir ulumayı
bile göklere çıkartırken çoğu münferit hece: yine dokunaklı göğün yine
dokunaklı surelerin ve yine aşka hidayet yükleyip son sürat kendimden
uzaklaştığım yetmezmiş gibi kendimden bıkkın bir ruh halini yine evrene
pelesenk ettiğim.
Şimdilerin kayıp aksanı belli ki iç
ritmim.
Dünlerin de kaynadığı mazi yine ne
ise saklı.
Yarından mademki ümidi kestim… deme
hakkımı ise kimse elimden alamaz.
Cennetin kapısını açık unutan bir
Tanrı, dileğimle yelken açtığım hazanda hangi aklı evvel ırmak gelir de kurur
yine cennetin bahçesinde bir kuru ağaca bile can veren İlahi Gücün
sonlandıracağı hasreti bile çok görürken nice yaşanmışlık ve nice yaratı.
Sonradan pişman olacağımı bildiğim ne
çok şey: gerek dünümde kayıtlı gerekse yarınlarımı şimdiden çaldığım ve
çaldırdığım belli ki çalınmaya müsait münferit bir kaygı odaklı sapak sonra da
kaşımın gözüme olan oranından bile şüpheye düşüp sadece bir sarkıt vazifesi
gören üzünçlerimle evrenin başını bile yarmaktan mesul tutuluyorsam…
Dingin beyitlerden örebilsem keşke
kabrimi ve huzuru nakşeden ölümü keşke ellerimle örsem bir de tıpası olmayan
bir şişeye soksam içimin yaralarını sonra da son bir mektup yazsam insanlığa ve
ne aradığımı bilmeden, aramadıklarıma dahi bir sunum yaparken kayıp vicdanlar…
Sonra da yeni bir tıpa bulmazdan önce
içine girsem o şişenin ve kundaklanan iç sesimi de sonsuza kadar hapsetsem
içimde ve içinde cam yüklü hezeyanlarımın içli bir şarkıdan bile medet
ummazken, ummanlara savrulmayı dilesem yeter ki Tanrı açsın sadece o şişenin
tıpasını.
Mecrasında aşkların.
Mealinde belki de ruhumun
fırtınalarından gök kubbe bile umudu kesmişken…
Saklı kapısını cennetin çok görmesin
bana Tanrı ve yeter ki; içimin isyanlarında büyümeyi reddeden çocuk şarkılarımı
sadece melekler ve Tanrı duysa ve geç olmadan, kundaklanan masumiyetin de bir
şerhini düşsem usulca ve çok geç olmadan…