Çocukların oyun bahçesindeyim: içimin
oyuncaklarında zorunlu bir tasarrufa gittiğim ama sevgide ve dostlukta sınır
tanımadığım her ne kadar ihlal edilen sınırlarımda mayın yüklü ahkâmlar kanatsa
da oyuncak bebeklerimi.
Zamandan yana kaygımsa asla yok zira
zamansız tüm duygularım ve pekişen bilincimin karmaşık çekmecelerinde oyuna
gelen iskambil kâğıtlarını karıştırıp inanmadığım fallar açan kâhinlere
serzenişte bulunuyorum.
Öykündüğüm.
Öldürüldüğüm kubbemde.
Kehanetlerin sicilinde dokunulmazlık
ilan ettiğim.
Pekişen cumhuriyeti yeknesak bir
yalnızlığa kucak açmadığım ama açıldığım enginliklerde azap yüklü mihraklarla
yolum kesişmişken.
Şimdilerin dünündeyim.
Dünlerin de yarınındayım aslında
yanındayım bilinmezin.
Belki’ler üreten nedametin, zaman
fukarası gök diliminin sonra ucube bir hikâye kahramanı yaratmak adına
sayfalara gömüldüğüm.
Fıtratın gizemi aslında aralık bir
kapıdan tüymekle eş değer içimin çocuksu ufkunda bir utku kadar da zararsız ve
asla da minnet duymayı düşünmediğim lakin şükrü eksik etmediğim gönül torbamda,
artık elime ne geçerse satırlara boca edip bin bir gece masallarından
tırtıkladığım hezimeti de görmezden gelmenin sükûtuna hücum eden içimin
doludizgin edaları.
Değişim mağduru.
Mağdur bildiğim değil de bilindiğim.
Değişime karşı direnç geliştirip her
nasılsa değişime de uyma zorunluluğum ile benzemek adına.
Benzer kavramlar belki de
mağduriyetimi tetikleyen…
Zannımca, dememi öteleyip karşı
tarafın fikrine hürmet ettiğim.
Sevip de çoğaldığım.
Değer görüp ardışık sevgi cümlelerin
pervazında yoksunluk şarkılarını da yok saydığım.
Bazense yok sayıldığım.
Sırnaşık bir sevgiden nemalanıp
tuzağına düştüğüm.
Yüreğin erbabı onca duygu.
Duyguların çömezi ben dili.
Benden mağdur bir ben dili daha
türetip üretken zekâmdan yana dertli bazense saflığımın ayyuka çıkıp bir
rahleye serilip sadece eş güdümlü mizaçlardan Hakka uzandığım ve hak görülene
şükredip hak aramayı asla düşünmediğim.
Belirsizlik belki de yanlışların
sunumunda iken evren, ben muhalif yapımla gerçekleri beyan edip bir o kadar
gerekçelerine sığındığım ve asılı beyanlarda kendi ismime rast gelme umuduyla,
yanına çentik attıklarıma da bin bir hicap duygusu ile yaklaşıp, yüreğin
isinden bihaber yetilerimi mezara gömmekle iştigal ettiğim günün ara katlarında
kova kova merhamet dilemenin ötesinde bir hıçkırıkta bile mutluluk bellediğim
külfeti yine yüz üstü bıraktığım.
Yüz üstü bırakıldığıma inanmayıp
yüzükoyun serildiğim yerkürede, karınca ayaklarına mutluluğun ansızın bir şerh
düşmek adına, kayıplarımı unutmakla düne sarılmak arasında gidip geldiğim.
Hırpani telaşlarla örtülü evren ve
biz fanilerden sızan derin ithamlarla yıkanan nefretin kiri.
Zanlardan kayıp zamanla örtüşüp bir
de hezeyanların çıkmazında gölge misali ölümlü günler.
Kopan fırtınada içselleşen o fevri
heyelan, artçılar iken tuzak ve aşka dair fermanın nasıl da uzak.
Demediklerimin boyutsuzluğunda ve
dandik gölgelerde kıpraşan ihtimallerin de vebali boynuna.
Kambersiz yalanların, kalburüstü
düşlerin bir de adımlarından bihaber iken iç sesimin.
Gönülsüz hangi sevdaysa uzak dursun
bizden.
Hangi yalansa dünü güne küstüren ve
yarınların suskunluğunu şimdiden bozduğu.
Kıvranan mealinde günlüğümün; ayrışan
duyguların da ihtimal bildiği o yeknesak hüzün.
Derleyip topladığım ne ise yine bin
parça aslında ansız bir sızı da ikbalin öncesinde ruhun acısını bölüştürdüğü
farklı bir nizam.
Kirli beyanların yüzü suyu hürmetine
evrenin de rükûa vardığı o ölçüt.
Tedirgin olduğum nasıl ki aşikâr ve
nasıl ki aşktan uzak kalamıyor ruhani metaforlarım, bir kayıt açtığım bir de
kayıtsızlığım iken zirve yapan.
Garipsendikçe, hangi yola düşkünsem
ters istikamette izimi kaybettiriyorum ama izin hala derinde.
Yansız nidalar duydukça aklımın
devreleri yanıyor hele ki içselleşen gün görmemiş hayallerimi de boydan boya
serdiğim ve Hakkın rahmetinden başka hiçbir şey dilemezken…
Onlardan birisin, biriyim.
Onsuz kaldığım hangi andır ki
hükümranlığında sevginin, giyinir kuşanırım da sevda sözcüklerini düşerim
yollara?
Gitmediğim hangi şehirse ve hangi
iklimse semtime uğramayan…
Hangi kanayan coğrafya gülümser ki
ülkem ve aşkım kadar?
Bir ben bir de benden içe senden
müteşekkil yansız kelam.
Soy ağacımda bir darp belli ki
isimsiz notaların uzvunda çınlayan kulaklarım belli ki defteri kebirinde istila
edilmiş nuru yüzümün asla sönmeyecek bir gün ışığına nasıl da müteşekkir.
Kıblemde doğan ve batmayan.
Aryalarında çalıntı şarkıların asla
duyulmayan.
Anmayanlara inat körpe yetilerimde
kuru sıkı o savruk vuruşlarım ve yine hedefinde aşk tohumları yürek tezgâhıma
ektiğim ve çevirdikçe çarkı, kaybetmekten öte kaybolmaya defalarca hazır ve
nazır.
Nakşeden o kokuda, aklımın
kutucuklarına sakladığım sinsi ve körelmiş ve karambola düşmüş, içinde bit
yeniği ve kendimden şüpheye düşüp de ölümüne gizlendiğim kuytularda görünmekten
imtina edip sadece dokunmak uzaktan, sihir bildiğim şu beyazlığın ikbaline dair
bir tevafuku yürekten dilediğim.
Aşkın meziyet olduğu.
Meziyetlerin görünmezliğinde her
kelamı dost bildiğim; her yüreği de sevginin erbabı belleyip, gözüm kapalı
inandığım.
Zamansız aşklara düşen kaygılarımdan
bihaber.
Belki de kendime sunduğum bir hicap
yine, tüm yanılsamalarım görücüye çıkarken, ben orta şekerli bir kahve
sunumuyla içimin acısını ve şekersiz yalanları da düşünmeden yuttuğum belki de
yutturulan yalanları hazmetmek adına gün dönümünü fırsat belleyip, içimde
fesada dair hiçbir uzam olmamasının da bilinci ile fıtratıma uygun bir dille
gerisin geri kaçmayı görev bellediğim.
Benden bana uzanan o yol: yolların
kıvrımında nice sen: sensiz hücrelerimi öldürüp benlik bir kinaye ile kendime
atıfta bulunup, siz demeyi kendime yediremediğim ama gönül gözümle de bizli
cümlelere vakıf olduğum belli ki iç sesimin hicabı ile etken bir yürek sesinden
de haylice kaygılı lakin edilgen yapımda, bir teyakkuza hazırlanıp içimin
neşriyatında hep ama hep insanları bana yakın kıldığım bir mecrada her nasılsa
yalnızlıktan hüküm giymenin sunumu ile bitap düşüp naçar kavramları da sıfat
bellediğim…
Sıradanlığın sıra dışı şakıyan sesi.
Sessizliğin mucidi yorgun gönlüm.
Surların sırrında; serlerin
dönemecinde; şerleri bile hayır belleyip, kötünün iyisi güncemizde siyahı beyaz
bellemek ve beyazın da beyazı gökyüzünde serpili kara tohumları görmezden gelip
yarınların umut tacirlerine ukde kalan niyazlarımızı da kocaman bir
farkındalıkla sunmak sunulduğundan bihaber kâinatın belleğinde bir nokta kadar
değerimiz olmasa da noktanın sonlandırıcı gücüne hürmeten yine sessizliğe
gömülmek.
Kavramlar noktalandıkça.
Noktalar yeni başlangıçlara kapı
açtıkça.
Kapıların biri kapanıp açılmasını
beklediğimiz bir diğer kapı.
Öykündüğümüz kadar övündüğümüz.
Övündüğümüzden de üzeri bir gücü
kollayıp iç sesimizi beklemeye aldığımız.
Aldırmadan yürümekse ve koşullu bir
sesleniş iken mihrabın görkeminden gözlerimizi alamadığımız ve o yoğun yaşama
gücünden nasiplendiğimiz.
Bazen direncin sonlandığı.
Bazense yoksunluğun mizacında
şatafatlı bir son belleyip de sessiz bir günün tetikleyicisi umuda ve dostluğa
yeşil ışık yaktığımız.
Ve dostluğun penceresinde karnı aç
serçeler şakırken açlığını bastırmak adına sevginin, sunumu yine İlahi Gücün,
biz merdivenleri gök kubbeye dayalı yolculuğu mertebeler aştığımız gönüllerde
açmaya aday birer çiçek olmanın verdiği özgüven ile demlendiğimiz dost meclisi…
Sevgiye dair güncemizde bir parmak
izi belki de birbirimizden nemalandığımız tıpkı ufkun izdüşümü misali gönül
rahlemizde serildiğimiz hüzün benzeri bilinmezin peşine düştüğümüz.
Patavatsız sanrılar kondurmaksa
ölümlü satırların ölümsüz mizacına ya da dalyalar sunmaksa, muteber kılmak
adına vicdan martavalında bazen bir hutbeye denk düşmek bazense ukdelerin
dolduruşuna gelip dünü de ömrü de mimlemek.
Kanatlı kanatsız tüm canlıların
öfkesine yenik düşen cehennem zebanilerinden hallice ama patavatsız sükûnetin
de bam teli iken kayıtsızlıkla tepki arasında gidip geldiğim bu yüzden şerh
düşmek her sese, yanıt olmak evrende yayılan soru zerreciklerine sonra da atlas
yorganını örtmek üstüne zafiyetlerimin hem de bilinmezi güncelleyip bilindik
bir huzura da yelken açma dürtüsü.
Dün birse bu gün sıfırın da çok çok
altında zira eksilen zaman esnek de kılabilmekte adına mahrem deyip de mateme
bürünülesi.
Zaman aşımına uğrayıp dozajını da
ayarlayamamak hem ömrün de hem de örülü mutluluğun. Ola ki denk düştük benzeri
bir boyutta serilmekle sere serpe uzanmak arasındaki o ince çizgiye işte o
zaman merhem bilmeliyiz meftunu olduğumuz nefsin üzerini örterken Yaratan’ın
öfkesine maruz kalıp da insanlığımızı sorgulamak adına da geç kalmadığımızı
umup.
Bir diyetse günün ötelenmişliği; bir
rücu ise esefle kınandığımız; bir boyutsa tembel özrümüzün nifakında çalakalem
yaşamakla zamandan çalmak arasında gidip gelinesi.
Kayıtların şeceresinde, gönlün de
rotasında belki de zuhur eden anlık bir teselliye mil çekip yorgan döşek
serildiğimiz ama serpmeyi de ihmal etmeden yorgun argın bir cümlenin ranzasında
hazır ola onca muhafız alayı imge.
Satırlara sığmayı beceremezken ömrün
şeceresini.
Zamanı ırgalamazken kader.
Kederi de yüklendik mi.
Vur patlasın çal oynasın zihniyetine
mazhar olmamak mümkün mü hele ki esir alındığımız bir hayatı esefle
yargılamaktan da geri duramazken.
Bir nidadan rehin aldığımız o önyargı
ve beyitlerin tekelinde genele duyulan öfkenin basite indirgenip de mayalarken
hayat denen teraneyi üstelik tutup tutmama ihtimaline bile yenik düşmeden.
Zikrinde yorgun yıllar.
Ediminde paralel bir nüans iken rehin
alınası günü birlik mutlulukla sonra da akılsız başın cezasını ruha yükleyip,
bir beyanı bile esirgerken en yakınımızdan.
Metanetin gölgesinde, şerrin lanetine
dualar etmekle tövbe etmek arasında gidip gelirken ve miadı dolmuş yalanları
dahi mayalarken.
Zemheri fırtınasında yolunu kaybetmiş
bir abdal.
Kehanet pervazında hazır ola o
usturuplu bıkkınlık.
Bir de kaşına gözüne sevdalanmadan
düşmüşken aşka yine İlahi coşkunun da boyutsuzluğunda kendimizden geçmenin çok
çok ötesinde vazgeçmişken bu dünyadan.
Yalanların tuzağında gerçeklerin uzvu
belki de gönülde açan sayısız çiçek ve Çingene kadın elindeki papatyayı deli
gibi yolarken.
Bir gülde saklı belki de günün ölgün
yüzü.
Belki de açmaya meyyal bir şarkının
güftesidir yine şafağı ömrün.
O zaman ne duruyorsunuz?
Zevkine vardığımız İlahi coşkuyu
katık yapmanın ötesinde merkezi iken evrenin ve ruh sükûta doyamazken aşkın
kıblesinde en içten ve en içli şarkıyı da varsın meze yapalım yüreğin ufkunda
kardığımız dünleri de resmederken kader…