Öykünmem gereken bir hayat var
dışarıda. Beyaz bulutların gri salınımında aslında kaygılarımın durağanlığında
bir hayat var: öykünmekle övülmeye duyduğum ihtiyaç arasında gidip geldiğim.
Koşulları açıklamam imkânsız bu kez
sıfatlar konduruluyor bazen ismimi telaffuz etmekten imtina edenlere de eşsiz
bir çerez oluyor doğrusu.
Aklın git-gellerine hürmeten sadece
duyumsuyorum insanları ve saygı duyuyorum derken sevip yeni hayal
kırıklıklarına ramak kala bu kez yalnızlığım fısıldıyor lacivert koridorlarında
ölümün ben hala yaşamakla iştigal ama her nedense ölüme de toz konduramazken.
Yaşamak için sebeplerim var/mış: öyle
diyorlar ötesinde vücudum ile temas kurduğum dış dünyada ve iç sesime kapalı
duvarları olan insanlarla kurduğum o şahsına münhasır iletişim.
Çiftten üreyen tekil bir benlik sonra
da çift gördüğüm ihanetleri insanların.
Şehvetli öpücükler konduruyor
insanlar birbirlerine neredeyse gösteriş uğruna sonra da kapanan kapıların
ardında cinayetler işleniyor. Neymiş efendim? Aşkım uğruna öldüm/öldürdüm.
Sahici aşklar varsa oldukça büyük
meziyet doğrusu ve aşkın kuramından nasıl oluyor da ölü bedenler doğuyor oysaki
insanlar üremek için evlenir… deme hakkım var ya da yok lakin sevgiye münhasır
birliktelikler hep de en muteberi.
Sevmekle harcanan bir ömür üstelik
karşılık bulmak şöyle dursun akabinde kopan fırtınalarda dalını asla özlemeyen
bir yaprak bu anlamda sahipsizliğimle övünüyorum en azından kendime aidim ve
Tanrı’ya üstelik soluduğum havada bile aşka rast gelmişken asla hicap
duymuyorum.
Görüntü itibariyle bir de gölgelerim
var aslında peşine düştüğüm değil bilakis homurdanan ve lanet okuyan bencil
gölgeler yine peşim sıra gelen ve akla zarar doğrusu; tüm gölgeler sahipsiz ve
gelmişler beni sorgulayıp yargılıyorlar.
Öncemde ne varsa aynıyım tek farkla:
bir sonram olması pek de umurumda değil aslında hicap yüklü bir farkındalıkla
sadece kutsal bedenimle örtüşmeyen özgür irademi güncelliyorum her yeni gün ve
sahiplenmek şöyle dursun bağımsız bir kayıtsızlıkla hayatı kucaklamaya hazır
ama kollarım sadece hezimetle örtüşürken bu sefer ka’le alınmayan ya da aslımı
yansıtmayan söz kümecikleri ve insancıklarla kesişen yolumda durağanlığım bir
sağanağa dönüşüyor.
Aklımın kuytularında hep dün’üm var…
deme hakkım bile yok hele ki değil dediklerim demediklerim bile suç unsuru iken
ben sadece beyaz bir sayfa eşliğinde yeni günü kucaklıyorum sanki başım göğe
erecek de ben hayatın coşkusu ile yaşama sevincimi pay edeceğim insanlarla.
Kuru çöllerde vaha misali hayallerim
aslında kondurmadığım sıfatlarla korumacı bir geçmişin de ürünü iken.
Geç tanıştım Kafka ile. Ne gam, değil
mi oysaki ruh ikizim benliğinde soyutlanmış hayat ritüelinde pek de yabancılık
çekmedim hele ki aşklarını yudumlamak şöyle dursun hep de tezahür eden o eşsiz
düşkünlüğü sevgiye ve acıya ve yalnızlığa…
‘’…uyudum, uyandım, uyudum, uyandım,
ne sefil bir yaşam.’’(Kafka)
Ne amaçla uyuyup neye uyanacağımı
umdum da bu güne değin hala uyku ertesi bir günü nimet ve rahmet belledim?
Keşke bu cümlenin sahibi ben olmasaydım,
demeyi çok isterdim aslında bir ömür bellediğim ve derlediğim gelecek kaygısı
ve içselleşen sükûneti aramak adına dış seslerle muhatap olup hala anlatmayı
beceremediğim ama denediğim ama yanlış insanlara denk gelip örselendiğim sonra
kendimi suçladığım ve akabinde karşımdakini ve tekrar derlediğim güncem ve
dertlendiğim ve yine suçlandığım… deme özgürlüğümü kullanıyorum an itibariyle
ve kimseyi zan altında bırakmadan zan altında kalmak ne anlama geliyor,
bellediğim bir düşünce sistemi ile otomatik yaşadığım.
Zarar ziyan olan ve asla amortize
etme hakkımın olmadığı ve bir ömürlük kirayı peşin ödediğim ruhum.
Benlik kaygılarımdan arındığım aşikâr
olsa da hür irademle yaşama hakkımı kimsenin elimden alma özgürlüğü ve
ayrıcalığı asla ve asla yok ki olamaz da.
Arındığım kadar arıtıldığım belki de
dik başımı yanlış algılayıp dik başlı diyenler… ne komik en azından kimse ile
bir derdim olmadığı gibi ben sadece kurallara saygılı ama kendi kurallarımı da
saklı tutmakla mesulüm.
Aidiyet duygumu artık sorgulamıyorum
ve dilediğimce yaşayıp soluyorum hayatı akabinde solan bir çiçek misali,
tazeliyorum ruhumu demlendiğim duygu ve satırların pervazında nüktedan bir
silecek ile gözlerimi sildiğim ve bu sefer içime akıttığım gözyaşlarım: hem ne
ayıp ne de sakıncalı üstelik insanlığımın bir belirteci ve sadece ütopya olarak
algıladığım mutluluğu çok da önemsemiyorum artık hele ki son zamanlarda: neden
derseniz…
Çok insan tanıdım ve tanımaktayım da;
ne ilginç ki bir diğerinin derdi, tasası hatta acısı hatta hastası bile bir
zevk unsuru çoğu için.
İkinci annem bildiğim o mübarek kadın
da gitti ya… mekanı cennet olsun manevi annemin ötesinde iç dengemi korurken
inanılmaz şekilde bir ömür bana kol kanat geren hatta son gördüğüm gün bile
öylesine anlayışla bakıyordu ki yüzüme: sanırsınız ki şu son üç beş senemi aynı
bir kitap gibi okudu o sayılı dakikalarda.
Annemin de en sevdiği dostlarının
başında geliyordu ve bu kaybı nasıl sindireceğimi henüz çözemediğim ve ona
verdiğim sözün de arkasında yine devam edeceğim yoluma elbette Allah’ın
izniyle.
Dünya ne ara bu kadar kirlenmiş de
ben hala güzellik uykuma devam ediyor muşum?
Ve tüm gayem… kirlenmemek adına
yaşamak aslında elinin kiri olanlara yüreğinin isinde de kaybolma, demekten
ötesi gelmezken elimden en azından elimin beyazında tuttuğum kalemle alnımın
akına da leke düşürmeden ve düşmesine izin vermeden…
Sevgilerimle…