Zamanın mağdur acılarından her yeni
açılan kayıt…
Sevgiye, güvene ve masumiyete posta
koyan yine amiyane tabiri ile.
Günlerden ve gecelerden de ibaret
değil hani hayat bir de yeryüzü cehennemi ve cehennem bekçileri doluşmuşken
yeryüzüne.
Sorguladığımız kadar çevremizi bir de
dönüp kendimize baksak keşke.
Yaşımın, varlığımın, eşkâlimin hiç mi
hiç önemi yok zira kimliksizliğimle pek bir keyifliyim… desem de…
Bakmayınız kısa tuttuğum duygu
hazneme zira ben daha farklı noktalarda dikkatimi toplamış vaziyetteyim ve aklı
başında kim ise çağırıyorum safıma.
Mizaçlarımız her daim farklı
çağrışımlar yapabilir.
Bazen asabi bazen neşeli ama en çok
da ketum ki bizler koca yetişkinleriz ve aslı astarı olmayan ne varsa bir güzel
muhatap olmak nasıl da olası.
Kendimizce izlediğimiz bir yol: hem mecazi
anlamda hem de gelip geçtiğimiz yollar.
Sükûtun, inancın, saygının ve de
sevginin penceresinde hazır ol’a durduğumuz ki durulması gereken.
Kayıtsız kalmak da çok olası ya da
gönül gözünün işaretlediğine odaklanıp, gereken yerde susmak gereken yerde avaz
avaz bağırmak tıpkı küçük bir kız ya da erkek çocuğu gibi.
Zaman sinsi ve aymaz bir mefhum
ötesinde çiğ süt emmiş insanoğlu…
Kaygıların, korkuların doruk noktası
aslında tolerans gösterip tüm saygımızla geri çekildiğimiz bazense farklı
mizaçların avaz avaz bağırıp hakkını savunduğu…
Hangisindensin diye sormasın bana
kimse ne de olsa imzamı çoktan attım ketumluğuma bazense makineli tüfek gibi konuşup
derdime derman aradığım ki yadırganmak da çok olası lakin kim iddia edebilir ki
dertsiz, tasasız ve kaygısız olduğunu?
Çok uzun zaman oldu belki koca bir
asır.
Kaç yaşındaydım ki?
Belki yedi belki sekiz. Genç irisi
bir çocuktum ve yaşımdan çok büyük gösterirdim hele bir de geç gelen bir bebek unvanı
taşıyorsanız hele ki bir de kız çocuğu iseniz.
Hatırlıyorum da… hem de neler neler
hele ki son zamanlarda yaşanan taciz ve tecavüz olayları gündeme geldikçe
ötesinde harcanan hayatlarla iştigal bir medya ve toplum.
Toplumdan ne anladığımız…
Çocuk deyince aklımıza ilk gelen…
Sahi, çocuk denince akla ilk gelen
midir o çocuğun masumiyeti ve kolaylıkla ırzına geçebilme hakkı olduğu artık
düşünen hangi insanlık dışı yaratıksa.
Bazen karşı duruyorum bazı sıfatların
ve küfürlerin ulu orta söylenmesine lakin öyle bir zamandayız ki; kimse
anlamıyor: ne kibarlıktan ne de saygın bir duruş sergileseniz de.
Dedim ya: çok çok uzun zaman önce.
Rahmetli babamla bir dostumuzu
ziyarete gitmiştik ve dönüşte otobüse bindik. Ve ayaktayız ne de olsa yol kısa
ve o zaman böylesine bir trafik eziyeti yok/tu.
Çözememiştim ansızın babamın yüzü
kıpkırmızı olup beni çekiştirmesine anlam veremeyip ve az ilerimizde gençten
bir adam homurdanırken ve pis pis gülerken lakin ben hala anlam veremiyordum
olup bitene ya da olup biten bir şeyin var olduğuna.
Oldukça kızgın olan babam ile durduğumuz
ilk durakta indik ve netice itibariyle eve vardık. Babam hala kızgın ve
söylenip duruyordu.
Ne sebep olmuş olabilirdi bu duruma? Ya
da ben mi bir hata yapmıştım? Ve neden acele ile inmiştik otobüsten?
İlerleyen zamanlarda gerekli
açıklamaları yaptı ailem ve bir bir sıraladı yapılması gerekenleri yine de…
Bu ve benzeri sorular ve cevabını
alamadığım ve aradan geçen bunca zaman sonra cevabını bulduğum iğrenç bir soru.
Soru.
Hayır, sorun.
Hayır, hayır, tam anlamıyla
sapkınlık.
Hatta ileri mahiyette, yaşamaması
gereken iki ayaklı sapkın canlılar.
Hep evdeydim çocukken okul dışında ya
da annemle parka gider ve yine annemin gözü önünde sessizce oynardım.
Oysaki yaşıtım tüm çocuklar özellikle
yaz tatilinde sokakta geçirirlerdi tüm günlerini.
Akabinde yaz aylarında gitmeye
başladığımız yazlık evimiz. Yaşım gelmiş on üç, on dörde. Durum sabit. Tek değişen
mekân ve ben büyüdükçe çocukluktan genç kızlığa geçiş yaptığım o sancılı dönem.
Komşumuzun kızları ise evin yolunu
unutmuş ve sürekli beni çağırırlardı ve babam en sert ifadesi ile tavrını
koymuştu madem bir kez, asla cesaret bulamadılar, Gülüm de gelsin, demeye.
Sancılı bir çocukluğum olmadı.
Sancılı bir ergenliğim mi? Tartışılır.
Aslında an itibariyle, ne yaşımın
farkındayım ne de dünde yaşadıklarımdan nasıl sakınabildiğimi.
Çocuk.
Masumiyet.
Sessiz bir çığlık.
Dün işlerim dolayısıyla uzağa gittim.
Saat yedi var yok ve tek yaptığım bir yorgunluk çayı içip kendimi hava daha da
kararmadan eve atmak.
O saatte ve İstanbul’un sakin bir
semtinde üstelik gelmişim kaç yaşıma… ne var ki bunda, diyenleriniz olabilir
zaten trafik başlı başına bir dert bu anlamda toplu taşıma araçlarından yine de
Allah razı olsun en azından namusunuz, canınız, güvenliğiniz emniyette.
Aklıma esip, taksiye bindiğim de çok
olur ta ki… densiz bir korsan taksiye denk düşüp de adam yolu uzatıp bu da
yetmezmiş gibi beni sorguya tabi tutup… çok üzerinde durmam gerekmese de onun
bana bir bayan olarak yaklaşımı bu da yetmezmiş gibi ben yanıtlamasam bile soru
sormaktan kendini alamadığı ve ansızın iniverdim taksiden üstelik eve henüz
ulaşmamış iken. Ne var ki bunda, değil mi üstelik elimde cep telefonu direkt
155’i tuşlamak üzere iken…
Şimdi her şeyi unutalım ve empati
gücümüzle savuralım kendimizi, ve yaşımız da henüz çok küçük diye tahayyül
edelim.
Ne anlar bir çocuk eğer ona yaklaşan
kötü bir niyetle plan yapıyorsa?
Bir de aile içerisinde yaşananlar var
ve asla dile gelmeyen hatta kimsenin farkında olmadığı.
Harcanan hayatlar üstelik ufacık bir
çocuğun her şeyden bihaber olduğu, anlam veremediği ve başına gelenlerin ne gibi
bir rezilliğin mahsulü olabildiği.
Tanık olduğumuz çok şey var aslında
dikkatimizden kaçan özellikle öğretmenlik yaptığım dönemlerden aklımda kalan ve
ne yazık ki hala bizzat yaşadığım.
Her çocuk ayrı güzel ve onların
parlayan gözleri, masum bakışları ve doğal halleri. İstanbul’un en ücra
köşelerinden birinde ücretli İngilizce öğretmeni olarak çalıştığım bir dönem
hatta matematik ve fen derslerine de giriyordum doğal olarak öğrencilerimle
daha fazla zaman geçiriyordum. Hatta ilk öğretmenlik deneyimim ve derse geç
gelen bir öğrencim. Kolunu kırmış bu yüzden derse geç kalmıştı. Değil dersi asmak,
çocuğun aklına bile gelmemişti okula gelmemek ve ben tüm şefkatimle başını
okşamak adına uzanmıştım ki adımlarca geri zıpladı ve gözlerinde korku ve kaygı
çöreklendi. Çözememiştim ve kendimi suçlamıştım o gün ama sebebi çok belliydi. Belli
ki çocuğun sancılı bir hayatı vardı. Zaten çok kısa süre sonra başka bir okula
sevk edildim ama aklım hala orada kalmıştı. Düşünün ki; bizler unutamıyoruz ya,
çocuklar başlarına gelen bu iğrençliklerden nasıl arınacaklar?
Bir çocuğa zarar vermek… değil zarar
vermek, düşüncesi bile habisli bir hücre. Dokunmaya kıyamadığımız çocuklarımız
bazen yolda annesinin elini bırakıp da koşuşturan bir çocuk ve bizler, biz aklı
başında insanlar kol kanat germez miyiz o çocuğa yeter ki düşmesin ya da bir
zarar görmesin diye?
Çocuklarımızı asla yabancılarla
muhatap kılmamalıyız ki çok tanık oluyorum. Sevmek amacıyla bir çocuğu kucağına
alan ya da kucağına oturtan yabancılar: Asla ve asla teslim etmemeliyiz
çocuğumuzu hele ki söz konusu bir yabancı ise.
Doğruyu söylemem gerekirse; son
zamanlarda haber bültenlerini seyretmeye içim dayanmıyor.
Her yeni gün işlenen cinayetler, vuku
bulan sayısız tecavüz ve taciz olayı.
Çocuklarımız yeri geldi mi okulda
bile emniyette değil gerçi zan altında bırakmak istemiyor insan kimseyi ama
gelin görün ki; gün geçmiyor ki; eğitim camiasından bile haberlere rast
geliyoruz. Ha, tabii ki de; şu son zamanlarda okul servislerinde unutulan
çocuklar ve servis görevlileri hiçbir şeyin kaydını tutmazken ve kendilerini
savunurken ulu orta.
Sözcükler çok ufaldı hele ki insanlık
insanlığı terk ettiğinden beri.
Vicdanlar da kayboldu ve karıştı
yokluğa.
Hadi, bizler de kaybolalım oldu olacak
ama çocuklarımızın kaybolmasına nasıl oluyor da izin veriyoruz?
Tek bir çocuk. Tek bir gözyaşı. Harcanan
bir hayat, yok olan hayaller, o ufacık bedene değen kirli eller ve pis ruhlar
üstelik bunca olaydan sonra hala zanlının koruma altına alınıp tek kişilik
hücrelerde yaşama hakkı verilmesi.
Yaşım yok benim an itibariyle zaten
hala aklı evvel bir yetişkin kimliği ile içindeki çocuk ile haşır neşir…
Aklımıza, vicdanımıza sahip çıkalım
ve…
Gerisini siz tamamlayın.
Buna hakkımız yok.
Göz yumarak hiçbir yere de
varamayacağız.
Bilinçli ebeveynler, bilinçli toplum…
ne zaman ve kim dur diyecek bu iğrençliğe?
Üzgünüm çok üzgünüm.
İfa edemediğim çok şey oldu şu
yeryüzünde ve de yetemediğim öncelikle kendime yetemezken ama avaz avaz
bağırıyor ve yeter, diyorum!
Kim olursak olalım.
Bir anne.
Bir baba.
Ya da hiç kimse.
Ama yeter ki; artık birileri noktayı
koysun bu rezalete.
Hakkımız yok.
Kimsenin hakkı yok: ne üvey babası
çocuğun ne komşusu ne de başka biri.
Hayatlarımız yolunda gitmeyebilir ya
da yükümüz ağırdır gelin görün ki; vicdanımızı da susturmamalıyız ve yol yakın
iken ve daha da fazla çocuk zarar görmeden… YETER!
,