Lal şiirin sür git isyanı,
Kayıtsızlığı hayatın yine
Şiirin yarattığı intibah kendince bir
yalan
Surelerini okumadan geçmediğim
Her gün olmaz elbette özrüm
Hidayetin sancağına vakıfım
Yazdığım her gün ve gece:
Yazdıkça sivrildiğim,
Yamadıkça acılarımı
İçin için evrildiğim…
Kâh hibe ettiğim dünüm
Kâh unuttuğum özlemlerim
Ne de olsa itiraf babında
Her şiir belki kimsesizliğin
rahlesine erdiğim
Ya da kimlik derdinde
Kendimi tescillediğim
Kanamalı bir teselli
Hakkın nazarında ölüme vakıf hangi
Fani ise,
Yoksunluğun titrinde
Keşke kendini bulsa,
Demekten başka da gaye taşımayan
Ne şaibeli ne de kendine yetmeyi
bilen
O garip tezahür.
Sözcükler tükenmeye mahal verdikçe
zehir zıkkım oluyor ömür ne de olsa ön sözü olmayan romanlardan çıktık yola.
Derbeder hikâyeler derledik, dertlendik tasaları yığdık, mezar bekçilerine
emanet ettik artık zamanı.
Kelaynak kuşlarından yana mıdır nedir
taahhüt verip de yorgunluğun kılavuzunun altına attığımız ömürlük imza?
Yanılgılar sonsuz, yenilgi
mahiyetinde çöreklenen gecenin uzayan sessizliği aslında nida benzeri
kelimelere dokunup dokunaklı hayat hikâyelerinin tasarrufuna gittiğimiz.
Gün özürlü hayallerimiz, çaput
imgeler, bozguna uğramış o minvalde tutuşan istikamet.
Kanatan beyanlardan surlar inşa
ettiğimiz. Edilgen bir tutanakta hak iddia ettiğimiz zamir kökenli bir gülücük
belki de istiflediğimiz.
Rahmetin ön koşulu illa ki hüzün.
Hüzün derbeder yürekten evrene yayılan zerrecikler mahiyetinde. Asılsız da
değil; mesnetsiz söz kümeleri en aykırı zihniyette teyakkuza geçmiş, mil
çektiğimiz gözleri kaderin; mimlenmiş gölgeler, seyyah bazında deyişler türeten
dervişten alacaklıyız belki de önsözünü biçilmemiş yorgunluğun sonra da
iletişime geçiyoruz gökyüzü ile.
Kaynayan bir kazanda pişen benlik.
Piştikçe acılar çoğalıyor belki demlenmenin zikriyle koşulsuz yaşayıp koşulsuz
seviyoruz.
Hangi intiba uyanan hele ki bir
yabancının nezdinde; toynakların kaybı; aşkın rahvan yükümlülüğü; izafiyet
teorisinde bir karekök hesabı kadar da bölünmeye bazense çoğalmaya meyyal
fıtratın gizemi.
Hak malikleri.
Hakkın dostu.
Hakkaniyetten yana.
Hak etmediklerimiz ama hatırı sayılır
dostların sunumuna, hayata dair keşiş misali arşınladığımız beyhude yollar.
Gönül yorgunluğu ve gelip de
konaklayan bir gönül dostu.
Gönül koyduklarımız.
Gönül borcumuz.
Ah, bir de gönlümüzce sevip hor
görülmesek.
Menşei kayıp şiirler ve şehirler…
Şehir gezginleri.
Yol yordam bilmeden ve yüksünmeden
çoğalan gözyaşı.
Gözden ırak aşkların garbı.
Aşka hakkaniyet yüklü meramın savruk
ve gölgeli israfı.
Adam boyu yalnızlık… işte duralım tam
da bu noktada.
Elimizden kayıp geçen zaman belki de
hayatın ritüeli hele ki yüreğin dokunulmazlığı bir kez kalkmışsa.
Burnu kalkık bir güzellik yine
mevtası aşk ise şiirin ve şehir eşkıyalarından uzak durup bizler yüreğin
otağında titrerken hani olur da mesafeler girer aramıza; hani olur da
meşakkatli gölgeler gerçeğe dönüşür; hani olur da ıslah oluruz belki de kökümüzü
sökeriz ölümüne sevip de kök söktürenlere bile minnet duyarız.
Ya, siz!
Ya, siz kimlerdensiniz?
Yürekten gayri sıcaklık tanımayan ve
dosttan öte yordamı olmayan bir mahmuz musunuz yine günü gününe uymayan ama
dostluğun da sırtı yere gelmez iken…
Coşkunun nüansı satırlarda kazan
kaldırdıkça; hayatın azabında bir rotadan sapıp da yeniden dinginliğe nail
olmak adına belki de ölümüne sevdiklerimiz yine rahmeti aşkla tokuşturup bir
girizgahta buluşmak adına yeni baştan başlayıp hala nasıl oluyor da sonlanmıyor
bu hikaye diye.
Sarı lahzalar, kurtlu yemişler,
körebe düşler ve yalın seyrinden çok çok uzak hayatın…
Kuytuların uğultusunda sessiz bir
direniş yüreğin intihali.
Aşkın dirayetinin sınandığı üç
noktalı üzünçler ve derbeder ünlemlerle yolu kesişen bir soru cümlesinden aşırdığım
şık/lı yalnızlık ve taarruzuna yenik düştüğüm izdiham.
Gönül hücremde boyunduruğunda aşkın
aslında kozasında saklı kalmaya ant içmiş bir sihrin göbeğindeyim.
Sözcüklerin gıyabında belli ki
intihar ediyorum her gün ve gönülsüz surlarında yaftalanan aşkın nöbete
duruyorum hani asılı olduğum; hani kanıksamayı reddettiğim; hani’den ziyade
hayırdır, demeyi meşk ettiğim.
Birden bire beliren gök kuşağı ve
benim işte oradaki kayıp renk. Bendeki sen aslında hayatın girizgâhında yenik
düşmüşlüğüm.
Bir rivayet/miş mutluluk.
Tatlı bir yorgunluk/muş aşk.
Sirenlerin gücüne vakıfım. Her türlü
siren aslında aklımın mamalarında ötüşen kuşlar: belli ki delirdiğimin de
kanıtı zaten aklı başında olsam an itibariyle uykuda olurdum ve ben tüm gücümle
direniyorum ne de olsa bir ömür unutulmuş ve uyutulmuş zevcesiyim hasretin ve
doğrularımın.
Sessiz harfler aslında tek maruzatım
ve ses olmaya geldiğim alfabenin görünmeyen ve en sancılı otuzuncu harfiyim.
Bir büyüteç yüreğime tuttuğum.
Bir tutanak dünümden ayrı.
Bir yoksunluk şiirin çalıntı neşesi.
Bir rahleyim aslında ve üzerim
darmadağınık.
Garipsenen bir coşkuya nail olmak
yine ikbalim belki de inkârım sonra da kaybolmaya dair bir rivayetten artık ne
kadar alacaklı isem.
Kuytuların gizeminde açılmadık bir
hediye paketi her gecemi güzel ve şen kılan sanırım hüznümden sıyrılıyorum
belki de yansıtmaktan men edip duraksıyorum öncelikle. Hüznün savurduğu üç beş
yaş aslında rahmetin sileceklerini hepten susturdum.
Yağdıkça mutlanan bakir bir gölge
yine derli toplu ölümlerin çok uzağında sanırım meylettiğim kadar da
uzağındayım çoğu şeyin.
Bir coşkudan çıkıp da yola varmaksa yarına…
ne gam!
Susup da şiirler derlemekse… beyhude
belli ki ne de olsa şair bozması bir imgeden daha karışık dimağım zaten ruhum
kadar zerre itibar etmiyorum hayatın tutanaklarına, ben hepten geçmişim
düzenden ve mutluluktan.
Kır kanatlı baykuşlar ötüyor şehrin
orta yerinde.
Lanetine vakıfım gecenin. Kör
gözlerine kurşun döküyorum ansızın ve sızdığım bir şiiri ney niyetine
üflüyorum.
Kalburüstü olmayan bir ömür müdür
dilediğim yoksa ömürsüz lahzasına beylik cümlelerin, kaynayan kazan mıdır her
nasılsa kazan kaldırmak gibi bir cehaleti itekleyip, kardığım ömürlük toz mudur
yine önüme siper olmuş?
Zamanın ve kaderin makûs hükmü…
şaibeli dökümü belki de ölümsüz güdülerimden çaldığım ısrarcı cümleler yine
şahit tutulduğum şahin bakışlı kaderden başka sırdaşı ve dayanağı olmayan.
Ol, dedi madem… Başım gözüm üstüne ne
de olsa zerrelerim kadar minik, tahayyül ettiğim yeni bir dünyadan gözlerimi
alamadığım ve yazdıkça mürekkebimin renginin pembeye döndüğü oysaki mor
mürekkeple başlamış ve siyaha devretmiştim dünümün kaygılarını belki de uyumsuz
coğrafyaların tek kanıtıdır içimdeki yorgun ve ısrarcı şarkı.