Kutsanmışlığın şerefine
İhanetin, vebalin, kürediğin
Asaletin neyine dünya, nesine
Âşıksın söyle?
Diri rüyaların,
Huzurun eksikliği dokunurken ruha
Dokuduğun aşkını sunsan da umuda
Dilediğin kadar dinginliğin
Dirildiğine ihanet mi
Öldürdüğün hayallerin?
Şimdi olmak vardı:
Neyin nesine isyanın
Mimlenmiş fermanın
Hem durgun hem vurgun yiyen
Gel-git yüklü heybende
Telaşın sefil ettiği dirayete
Sonrandan utkun açılırken ahrete…
Zorlanmak çok muhtemel ötesinde
keskin bir kinaye yine içimin kuruyan ırmaklarına emanet ettiğim aşka
düşkünlüğüm.
Zamansız bir Tanrı peyda oluyor
münafığın güncesine bir sunum mahiyetinde.
Yalancı ısrarları var insanoğlunun:
‘’Ölümü gör, o lokmayı da ye.’’
Bilemiyorlar oysa başımın etini
yediklerini.
Zıpkınları var acıların ve ilahi
yarası var Kerem’den yana derdini mücbir sebeplerle duvarlara haykıran mazoşist
Leyla’nın.
Kural tanımayan bir dünya belli ki
kural mahiyetinde gelişen ısrarcı yoksunlukları adına toplum denen sergüzeşt
mezhebin kanıma giren kötü ve cürüm yüklü bakışları.
Sevdiğim kadar sevilmekten yana
olmayı tehir ettim sonsuza kadar ve kıymet verdiğimi görmezden gelip kendini
Kaf Dağında sananların alaycı gözlerini sonsuzluğa uğurladım.
Uğurlandığım tek gerçek aslında benim
beni tek uğurlayan.
Işığını söndürmüş ay belki de kaymayı
şiar edinmiş sayısız yıldız yine ufkuma mal ettiğim…
Tedirginliğin had safhaya ulaştığı
zaten nem de rahmet de bir fiyasko çoğunun gözünde. Olsa olsa havanın nemi ya
da havadan nem kapan bir faniyi kim baş tacı etsin ki?
Unutulan şarkılar aslında şarkıyı
söyleyenler de unutulmuşlar kervanına katılmış çoktan.
Rakımı kayıp bir yükseklik gibiyim:
yükseldiğim kadar aşağıya bakmaktan korkan ruhum.
Yanlı hüzünden yana şansım belli ki
kıblenin izdüşümü karanlığı teğet geçen ölü yanım. Yarımlardan bütün
olmuyor/muş; sevgiden dünya da kurulmuyor/muş hele ki yetim mizacın kursağında
üç beş fermanı dizip de alt alta ne kurulurmuşum mutluluğun tahtına ne de
kurgularmışım yeni bir hayatı.
Bir kurşun ağırlığında; bedbaht bir
baykuş kadar lanetin dibine batmış hem de ısrarcı kaderin istifli kaderinden
nemalanıp kim ise paye vermeyen kim ise aykırılığı bir soykırım belleyen.
Mart’ın kursağında bir kedi
büyüklüğünde ama karınca adımların misafir bellediği sıradan bir günün hikâyesi.
Sözcük tasarrufuna gidiyorum son
birkaç gün. Kaçtığım doğru yine yazıdan yüreğe tırmandığım gerçeğini boykot
edip temel büyük harflerle ismimi ve ismini kazımak son gittiğim okulun en dar
sınıfında en arka sırasında kopya çekme isteğime engel olamadığım.
Kopya çekmek ne derece etik; ne
derece yanlı ya da yamaladığım kadar yağmalandığımın da bir uzantısı mı?
Rüyalarımda son yıllarda aralıksız
gördüğüm bir kâbus ya da yitip gittiğimin müjdecisi bir karabasan.
Uğurladığım doğru olsa keşke
korkularımı lakin tek uğurlanan benim ve de yuhalanan.
Duraksıyorum yaşarken.
Durgunlaştığım da mı yalan?
Ne uçkuruna düşkün hikâyeler
tasarlıyorum ne de ufka takılı hayallerimi mimliyorum. Gergin olduğum kadar
gerçekleri görmek istemediğimin de teyidi, görmeyi unuttuğum rüyalarım.
Cebi delik paltom ya da paltom
olmasını reddettiğim yine de üşüdüğümü gizleyemiyorum bir o kadar üşendiğim bir
de çömelmeyi unuttuğum sanırım ara sokaklarındayım görülmeyenin en yanlı tutumu
ile bir kaldırımdan bile yoksun sonram malum.
Bilmekle yükümlü olduğum kadar da
bildirme ihtiyacım lakin hangi makam? Hangi beyan? Hangi yalandan
nasipleneceğim yine?
İflah olmadığım kadar inkâr etmekten
de geri duramadığım sonra da gerisin geri kaçtığım.
Duyu kayıp bir lamba keşke
duygularımı da kaybetsem sonsuza dek sonra da ölümü tatsam uyanmaya yakın belli
ki uyanmak çok kesif bir acı sunuyor yine günahın ilahı hangi sunum hangi yalan
ise.
Sevdiğim yalan değil oysa: ama kendim
haricinde sevdiğim.
Sevildiğim yalan hem de en alasından
belli ki konumunu atamıyorum sevdiklerime ne de olsa nerede konumlandığım
meçhul ne de olsa kayıplardayım hem de en ilahi dürtü ile bir med-cezir etkisi
yaratan.
Dolan kabın yarısındayım geri kalanı
sadece hava. Hava kaçıran ruhumda saklı bir niyazı dillendiremediğimden olsa
gerek sadece Yaratıcı ile irtibat halindeyim ki kimse sormuyor, nedir bu
durgunluğun, diye.
Bir yatır kadar katıksız hüznüm. Ben
sadece içimi tavaf ediyorum. İçim hepten yangın benliğim ise pişmiş duygularıma
su katıyor. Hava cıva, diyenlerin yalancısıyım madem yanılttığım kadar da yankılanıyor
bazı semazen dokunuşların yürek kadar büyük ve açmayı unutmuş bir gülden bile
alacaklısı iken doğa.
Yarım kalanların noktasını arayan ama
noktasını unutmuş cümlelerden de bıkkınım sanırım cümle kurmaktan yoruldum bu
değil mi cürüm bellediği aykırılığımın?
Resmigeçit yapan resmi ve tutuk
mizacım. Bir an’ı yaşamak bu kadar mı imkânsız lakin anılarla tüm alıp
veremediğim: an yoksunu anı düşkünü ve ansızlığın ayrımında anlık bir tebessüm
bile yetmez ki içimi ısıtmayı unuttuğum-unutulduğum-belki de buzların eriyen
hüznünde ergen aşkların masumiyetinde tüm olup biteni tek bir kelimeye sunup
tekerleme mahiyetinde içimin aksanını neşretmek.
Zaman aşımına uğramamayı dilerdim
demek bile cahil cesareti. Tedavülden kalkan insanlıktan mademki aldım nasibimi
ben de boykot ederim boykot edildiğimi görmezden gelip yine de tünediğim
yalnızlığın nabzında bir vurucu imgeyim aslıma ihanet etmeden ve sözümü
sakınmayıp altın vuruşu yapan cümlenin atarı o ünlemden içime çektiğim
şaşkınlık ve yoksunlukla pek bir içli dışlı.