Var oluş için yağmur da bir olanaktır. Yağmursuzu da bir olanaktır. Yağmur ilişkili olanaklar davranışı da zorunludur. Yağmursuz durumlarla ilişkilenen olanaklar başkadır. Birindeki ilişki durumu diğerinde aranmayacağı için, biri için diğerine dua edilmez.
Biri varken var olan diğerini anlamsız kılar. Mars’ta su yoksa Mars’ın kendisi başlı başına bir varoluş ve bir hayat değil mi? Kozmik evren suya göre ve sudan başlangıç yapmamıştı. Var oluşun önüne suyu koymamıştı. Suyun olduğu yerde de suyu hesaba katmamalı edememişti. Şu olursa olur, bu olmazsa olmaz; diyen böyle bir var oluş ya da yaratış yoktur.
Şu olmazsa bu olmazın olanağı ile şu olursa bu olmazın zıtlar girişmeli; enerji dönüşüm olanağı; sulu ortamda susuz durumları, susuz ortamda da sulu durumları olası kılmıştır.
Biz bir özel bağıntı durum içinde olmakla dünyanın bu özel bağıntısına göre genelleme çıkarırız. Ama bu genelleme susuz hayat, oksijensiz hayat yok demek anlamına değildir. Bir atomun kendi yapısı da, hayatın kendisidir. Atomun yapısı hiç bir su barındırmayan bir hayat ve ilişkiler var oluştur.
Çözünme, iletime olma, büyüme vs. suyla transfer olmadan gerçekleşir süredurum olaylarıdırlar. Sulu ve susuz hayatın bir arada olması gibi iletime durumla iletime olmayan yalıtan durum da bir arada birbirine dönüşen durumdur. Enerji valans bant elektron sayınızı değiştirmekle vücut bulan durumlar gelgitidirler. Bunlar suya bağlı olmayan; su dışında da olup biten belirmelerdir.
Neyse biz yine kendi konumuza dönelim. Eğer genel ortam su değil de kuraklık veya çöl olsaydı; bu kez de kuraklıkta yapılan tarımla bitkiler olası bir yağmurda çürüyüp öleceklerdi. Bu durumda tarım ürünleri için yağmur; ürünleriniz yok olmasın diye El tarafında yağdırılmayan bir mantalite olurdu.
Bunu böyle kendi tek yanlılığın yalıtımı içinde de düşünebilirsiniz. Böylesi düşünmekten sizi alı koyan bir tasavvur oluş olamaz da. Ama bu düşünce içinde asla bilişle, buluşla ve inşacı gelişme olamazsınız. Tüm gelişme nesnel ilişki ve bağıntı üzerinde, deneysel süreçleriyle anlam ve vücut bulur olmuştur. Anlam vücut buluşla girişmedir. Her girişme, bir vücut buluşla anlamdır. Birbiridirler. Aynı andadırlar
Kimsenin dilemesine gerek yoktu. Var oluş eğimle gerçekleşme olan bir olamdır. Siz genel şartlar içinde de; özel şartlar içinde de, koşullarla var oluşlar ortaya korsunuz. Var oluşun illa suda olacağını kimse size söyleyemez; suyla hayatın olmayacağını da kimse söyleyemez. Bu yalan ve aldatma olur.
Durup dururken bir anlam ilgisi kurulmaz. Eğer bir durum ilişkili saptama ortaya konmuşsa; o vakit te o anlama denk gelen atıflar başlar. Olumlu olumsuz bir ilişki tutum söylenmeden de, atıflar oluşmaz.
Sizde de olan karbon, demir, kalsiyum, potasyum vs. asla sudan oluşmuyordu. Sizin suyla olan ilişkiniz anlam olmadan; demirin susuz oluşla anlam ilişkileri var edilemez. Suya göre oluşanı da tüm evrenin davranışı gibi söylemek bir bilmezliktir. Sudan oluşmuşsanız suya ihtiyacınız vardır. Bu da siz ile diğer sudan oluşanlarla empatinizdir. Fakat evrenselliği oluşmak için illa suya ihtiyaç yoktur.
Belli bir ısıya dayanan demirden tencere gibi bir var oluş ortaya konabileceği gibi yemeğinizin pişeceği ısıya dayanan alüminyum, çelik, çinko, krom vs. den de tencere var oluşları olasıdır. Ama yağdan tencere olursa da, yağdan tencere yemek pişirilen ısıya dayanamaz.
Bu kez de El diyecek ki "ben yağdan tencere yapmayın" diye yağa; “ısıda eri dedim” diyecekti. Hal bu ki ısıda erimeyen hiçbir şey yoktu. Devamla diyecekti ki; “biz lezzetli olsun diye yağı da yemekte kullanmayı var ettik”. El’in biz dediği; oligarşi içinde bir araya gelen birçok El’in aynı konu üzerinde sözbirliği eden ortak iradeleriydi. Bunlar sizin doğaya ve kendinize yabancılaşman geriliğiniz olmaktan başka bir şey değildir. Hiçbir şey size göre değildi. Ama hiçbir şeyin size göre olmadığı söylenemezdi.
Var oluş her bir sıcaklık değerine göre oluşan sentezden kazanılan özelliklerle adeta birbiriyle rekabet edercesine ortaya çıkmıştır. Aksi halde bu kadar çeşitlilikle var oluşu göremezdiniz. Hayat, var oluşun üzerine özel bir bağıntı ile var oluş durumudur. Hayat var oluşun kendisi değildir. Hayat var oluşu kapsamaz. Ama var oluş hayatı kapsar.
Kısaca var oluş içinde olup biten buğdaya "bu pilav olmak için var oldu" diyemeyeceğiniz gibi bu pilav olmak için var olmamıştır da diyemezsiniz. Şimdiki sonuç ve oluşları var oluşun önüne koyamazsınız. Neden sonuçtan öncedir. Neden; nasıl bir sonuçlarla yol alacağını ve yol açacağı sonuçlarını bilemez. Her neden başka bir durumun sonucudur.
Siz verili düzlem ilişkilerini kullanıyordunuz. Yağmur olan yerde yağmura göre inşadır. Yağmursuz olan çölde de, çöle göre inşa ve zorunlu hayat oluş vardır. Yağış varsa, kuraklık ta zorunlu olarak vardı. Aksı halde yağış ya da kuraklık dönüşmeseydi birisi süreklilik olurdu. Bunu kimse dilemez. Süreç zorunlu ve birbirine dönüşlüdür. Su olmasaydı gemi yüzmezdi. Su gemi yüzsün diye var demek boşunaydı.
Siz bu zorunlu ve gelip geçici düzen ilişkisine göre var olursunuz. Çoğu düzen ilişkisi gelip geçicidir. Bu gelip geçici durumlardaki değişip dönüşmeler, sizin kişi ömrünüzden çok çok fazla bir süre içinde olur. Hayat ta bu hızın aralığına ayak uydurur. Dört mevsim olan yerlerde mevsimler ağaçlar yaprak döksün ağaçlar uykuya yatsın diye oluşmamıştı. Taş düşüyor; kazığı çakıp ayağınızı eziyorsa; bu bir kuraldır. Kimsenin dilemesine gerek yoktur. Oluşu gerçekleyen yerçekimi gibi zorunlu birçok bağıntıları bilip var etmeniz veya baskılayarak yok etmenizle süreci geciktirir, engeller veya çabuklaştırırsınız.
Aksine oradaki o tür bir mevsimin gelip geçici durumlar değişmesine göre bitki gibi “var oluşlar” kendisini o şekildeki bir çevre değişkenlerine göre ayak uydurması olmuştur. Hurma biz yiyelim diye ve bizim damak tadımıza göre oluşmamıştı. Aksine hurmayı beli bir miktardan fazla yiyen ilk kez başka yiyecekle karşılaşan; sindirim sisteminde ona karşı enzim geliştirmeyen canlı, atamız da olsa ölüyordu.
Geçmişte bizim hurmayla genetik benzerliklerimiz olsa dahi, bu genetik yatkınlığımıza rağmen yenen hurmadan kimi ölümler de olacaktı, ölmeyenlerimiz de olacaktı. Biz hurma yerken ölmeyenlerin döl ardıllarından seçilim olmakla; şimdiki biz bu duruma bakıp; hurma tam da bizim damak tadımıza göre oluşmuştur diyecektik.
Çevrede hurmadan başka yiyecek olmayan bir ortamda sindirim sisteminde hurma sindirme enzimi olmayanların öleceği ve sindirim sisteminde hurma enzim bulunduran biyolojik bireylerin hayatta kalacakları da çok açıktır. Üstelik hurma sizin damak tadınıza göre olmadığı için sindirim sistemi içinde hurma enzimi olan ana babadan; hurma enzimi taşımayan çocuklar doğmakla bu sizi yadsımaktadır.
İlk başlardaki dünya, hayat için hiç te kolay değildi. Her tür için ya da kişi için yiyin diye yaratılan temiz rızk dediğimiz elma, armut, domates vs. sizler için öyle kolayca, yenilir bir besin değildi. Öldürücüydü. Bugün bunlara karşı bağışıklığı geliştirilmiş bir donanımla bunları yiyor olmamıza bakarak; “biz bunları sizin için var ettik” demeler hiç bir anlam ifade etmezler.
Binayı siz inşa etmiş olabilirsiniz. Kendi haline bırakılmış binada kediler köpekler barınırken onlara gelip te “biz burayı kediler, köpekler sıcakta soğukta düşmana karşı barınma yapsın diye korunaklı kıldık” demesi, boşunadır. Ne dünya bizimle vardı. Ne Dünya ve şeyler bizim içindi. Ne dünya bizimle kalacaktı. Siz hurmadan ölen hayatları bilemediğiniz için bugün hurma yiyip te hayatta kalanlara bakıp "biz size hurmayı yiyin diye temiz bir rızk olarak verdik" demek, ancak cehaleti usla bu kadar kolaydır.
Bir yaratan, bizim için hurma yaratmakla var değildir. Yaratanın var olması için yaratanın ille de bizim için hurma yaratması gerekmiyordu. Yaratmasını takdir etmek ne bize kalmıştır. Ne de takdirlerini bize söylerdi. Biz ondan, onun takdirleri hakkında açıklama bekleyeni olmadığımız gibi onu “sizin için” gibi izahat vermeye zorlayanı değiliz.
Eğer Yaratan türlü var oluşlar içinde enerji dönüşümlü değişme dönüşme bağıntısını; var oluşun esası kılmışsa. Ve sindirim sistemi de, bu tür var oluş esasına göre olmanın oluştu bir varyasyonuysa. Siz; “biz oksijenle soluyup, enerji çevriminizi yapın diye akciğerleri var ettik” derseniz. Bu durum da oksijensiz solunum ile enerji çevrimi yapanları gördüğünüz de o vakit bir başka yaratıcıyı ciddi ciddi düşünmez misiniz?
Bir süreci öğrenmenizle ve süreci öğrendiğimiz kadarıyla; öğrendiklerimizin bildiklerimizin Yaratana söylem teşmili olmazlar. Ancak biz anlamalarımızla, bilmelerimizle bir Yaradan telakkisini otaya koyabiliriz. Ki bu Yaratandan maada ve müstesna olmakla sadece bizim söylem ve anlamamızdırlar.
Bu tür söylemler kolektif süreci sömürmek isteyen El gibi kişi hırsını kişi tamahıyla büründürmenin söylemidir. Bu tarz büründürme işi bir söyleme bomba etkisini arttıran katı maddeleri eklemek gibi söz etkili söz olmaktadırlar. Bu tür algı çarpıtmalı anlayışlarla sizin üzerinizdeki olası etkiyi artırırlar. Cehaletimiz üzerindeki bu tür illüzyonlarla "biz size yiyin diye güzel güzel rızklar var etmişiz" derler.
Bize göre lezzetli olan elma; elma kurdu için, koyun için, kuşlar, böcekler, karıncalar için sanki lezzetli bir rızk değillerdi! Bizler de şimdiki halimizle bu rızkları değerlendiririz. Kendi açlığımıza bağlı, kendi yememiz arasındaki yokluğu düşünmenin kısır döngüsü içinde oluruz. İşte El’in bir etkisi de bu tarz söylemler içindedir.
Siz enerji dönüşümünü çevrimlikten kıstaslar içindeydiniz. Atom da enerji çevrimliydi, siz de. Elma da. Beyin de, toplumda. Şeylerde bu enerji çevrimli kıstaslarına göre oluşun bin bir tür varyantlarıyla kodluydular. Değilse lezzetli olmak, lezzetsiz olmak, rızk olmak gibi bir var oluş öncesi mana yoktur.
Bu tarz anlama ve kısır döngüler içinde olan bizler bu söylemde etkileniriz. Bu tür söylemleri içinde olan kişi hırsını anlatan El söylemini baş tacı ederiz. Kısacası bu tür El etkisi olan El tabucu söylemler kişileştirilmiş mana anlayışının hem etkisini artırmak; hem de kendisini kabul ettirmek için El söylemi tarzındaki cahillik illüzyonlarımızı, bize uygulamış olurlar.
İlk atalar değil hurma; her tür fazla yiyecek ifsadından ölüyordular. Aksine hurma olan ortamda hurma yiye yiye hurma sindirici süreçleri ve enzimlerini geliştirmekle; bunlar bir birine göre tanımlar ve birbirine dönüşen zorunlu var oluşların tanımlarıydı. Yokuşunu oluşturan alanın inişini oluşturması gibi zıtların varlığı ve birliğiydiler.
Sentezini oluşan durum; çözülmesini de oluşuyordu. Çözülen yeni durumla birleşmesini oluşuyordu. Bir alan durumla enerji sentez deposu olan; karşı alan yüzüyle enerjinin akışlı boşalması oluyordu. Diğer bir mantığa göre yağmur yağmıyorsa dua edip El’den dileyecektiniz. Oysa El size yine bir kolektif etkiyle ürettiriyordu. Ama bu üretim El'den El sayesinde oluş sanılmakla yanılma, gittikçe artıyordu.
Enerji zorunlu bir niceli ve niteli var oluştu. Büyüğün küçüğe; ağır olanın hafife olan alan ilişkisi gibi ilişkilerle hep kendisi için vardı Bir yüzü belirirken ters alan yüzü bize göre yok gibi var oluyordu. Oluş bu karşıtların birliği ve savaşı olan yasaya göre olanak ve çeşitlilikti. El mantığı kendi etkisini kolektif etkiye göre, kendisini kolektif yerine koyarak; ben El’im demekle oynuyordu. İllüzyon buradaydı.
Böylesi ben merkezli çıkarım yapılmaz. Yapılsa da genellenmezdi ama illa yağmur sizin için istenmiş se; yağmursuzu da sizin için istenmişti!