Zamanın çağrısına ve tınısına vakıfım yine aslında zamansız duygularımın mihrabında, bir farkındalık ile oturdum masanın başına.

 

Şimdimi çalmak istemi yine elimde olmadan yazmaya başladığım.

 

Andan ırak varlığım belli ki boyutsuzluğumun tecellisi az sonra yazacaklarımdan bihaber iken.

 

Geçenlerde annemle konuşuyordum ki-bu arada ilk destekçim gerçi yazdıklarımı okumadığını yüzüne vurmasam da… gerçi konu da bu değil ama-zamansız ölümlerin, zamansız misafirlerin ve zamansız yazdıklarımın çetelesini tutmaktan bahsediyordum akabinde yazmaz oldum kaç gün.

 

Mealim sanırım, canım kardeşim: ben bir düş gezginiyim: yine zamansız ve mutlak doğrularım ve sabır taşını dahi çatlatan ani ve yerleşik hezeyanlarım…

 

Tanıdık tanımadık kim varsa… hakkımı helal ediyorum ve canımı yakanları zaten çoktan havale ettim yetkili mercie.

 

Zamandan uzak, mekândan ayrı düştüğüm aslında zamane insanı tanımına çok yabancı bir terim ve mefhum olduğum gerçeği.

 

Bilemeden söylediğim ya da farkına varmadan kim varsa kırdığım öncelikle özür diliyorum… hayır, hayır, bir veda mektubu değil bu ne de olsa sonda söyleyeceğimi hep başta söylemişimdir.

 

Allah’tan klavye var da hep kısaltma bazense İngilizce yazdığım notlar, artık çözmekle iştigal değilim ne zamanki fıtratım yazmaya meyletse. Aslında konu bu da değil aslında konunun ne olduğunu hiçbir zaman tahayyül edemiyorum ki. İçimdeki ses ‘’başla’’diyor ve ben gelişigüzel ya konuşmaya ya da yazmaya başlıyorum. Çalçene kimliğimden ne zaman taviz verdim ki gerçi bazen kurgulu bebeğin arka kapağı açılmış da pilleri çıkarılmış gibi ansızın sönebiliyorum da lakin bu, demek değil ki; ebediyen susacağım. Sen de yarım saat ben diyeyim iki üç saat. Gün sonunda çene kemiğim ağrırken konuşmaktan ya da parmaklarıma kramp girerken yazarken… bakar mısın, güldüğünü görebiliyorum. Ne mutlu bana, canım kardeşim sonuç itibariyle mutluluğun dalga dalga bana da ulaştı tıpkı iç sıkıntılarım sana da malum olurken. Eh, ne de olsa bir elmanın iki yarısıyız gerçi benim parçam kurtlu ve çok ekşi ama…

 

Zamandan dem vuruyordum ve de mekândan. An itibariyle hiçbir yere ve zamana ait değilim ne de olsa iç sesimle ve yüreğimdeki coşku ile hemhalım.

 

Ortak noktalarımızın çokluğunu ifa etmem gerekmiyor sonuçta sensin bunu bilen ve benim bu yüzden mutluluğumun zirve yaptığı, gerçi son zamanlarda hayli içli dışlıyım hüzün makamıyla yine de dert değil ne de olsa hüzün ruhumun gıdası akabinde hidayet denen mefhumun erişiminde ne denli muktedir olduğu ruhun ne de olsa her şeye ve her sese vakıf olan İlahi Güç sınır anlamında ne gibi bir engel tanır ki?

 

Engeller… A,evet, bir de engel koyduklarımız ya da tarafınca engellendiklerimiz zaten insanı en çok üzen de bu sonuç itibariyle yazımız var kışımız var hele ki bir de bitimsiz hazanda her mola verdiğimde yolumun düştüğü…

 

Bazı şeyler anlatılmıyor aslında insan anlatmak istemiyor ne de olsa karşı taraf durumla ilintili değil ya da kapasite itibariyle illa ki ölçüt denen kavram ket vuruyor: hem anlatıcıya hem de dinleyiciye bir de karşı taraf baştan gönülsüz ise dinlemeye… neden sanıyorsun ki bunca sözcüğü yan yana getirme ihtiyacı duyduğumu, diye bir soru sormaktan da imtina ediyorum ne de olsa hem güme gitti iç sesim ta ki yazmaya başlayana kadar. Tamam, konuyu toparlıyorum… inandın mı?

 

Ama bir mola verip; yürek dolusu sevgi ve en iyi dileklerimi gönderiyorum doğum günü çocuğuna. Çocuk… biz, buyuz, güzelim: yaşımız kaç olursa olsun ve yasımız da… en çok sevdiğim ikili: yaş ve yas hele ki peşi sıra gün de ışıdı mı sanki güneş benim için doğuyor gibi sıradan bir söylemle sınırlamak bana göre değil hele ki insan bu kadar sıra dışı iken. Ne yani, güneşin bizzat kendisi olmadığım ne malum?

 

Sırasız bir yazı bu kaleme aldığım ama bunu çok istemişim ki; bir ikinci mektup daha yazmayı uygun gördüm/görmüşüm.

 

Şiirle sunacaktım sana mutlu yaşlar hediyemi lakin uzun bir mektup yazmak daha iyi olacakmış hissiyatı ile konuşlandım yine kelimeler cumhuriyetine.

 

Sevdiklerimiz… ah, hayatı güzel ve yaşanılır kılan bir de taraflarınca seviliyorsak… işte insanı ihya eden muhteşem bir duygu üstelik zaman ve mekan zarfları ile de iştigal değiliz eğer ki söz konusu sevdiklerimiz ise.

 

Bu gün bir yerde rastladığım bir cümle geldi aklıma. Sanırım bu aforizmanın sahibi şunu belirtmek istemiş… aslında öncelikle ne dediğini söylemeliyim:’’eski dost’’denen mefhuma hiç mi hiç itibar etmiyor değerli şair. Düşündüm üzerinde hem de saniyelerce ve katıldığıma kani oldum. Hele ki dost; insanın hem iyi hem kötü gününde yanındayken gerisinin ne önemi var?

 

Dostluğumuzun en önemli ve güçlü göstergesi de hep bu olmadı mı canım benim?

 

Zor zamanlar… aslında herkes için makul bir tanımlama yeter ki Allah beterinden saklasın ve derdin de dermanı olsun, derken bile derin bir tefekkür içinde insan.

 

Hamdettikçe ve sabra yöneldikçe çözümsüz hiçbir şey yok gerçi benim için durum fazlasıyla farklı hele ki; her olayı ve her ayrıntıyı gözümde büyütüp dert ederken… huyum kurusun, demek isterdim gel gör ki; hayatı doya doya yaşıyorum ve hislerimi öğüttükçe, annemin ve tüm sevdiklerimin öğütleri ile kesişiyor yolum.

 

En atıl hazine yine duygularımız bu anlamda ekip biçmeyi çok seviyorum zaten aklı evvel olduğumu söylemeye ne hacet?

 

Şimdi ne yaptığını merak ediyorum da… normal olarak uyuyorsundur: ne de olsa; gecenin çok geç bir saati ve ben tüm günü çuvala koyduğum için şimdi düştü yolum satırlara aslında yapmam gereken diğer şeyleri de henüz ifa ettim hatta edeceğim de artık gece beni nereye taşırsa sanki gagasında bir kundak taşıyan leylek gibi laklak yapıp tüm gün, geceye de esir düşüp… artık nereye kadar gideceksem yine bu gece.

 

Sandıklarım kadar da sanmadıklarım… şükürler olsun ki; Allah’a bırakıyorum dert addedilen ne ise sonrası Allah kerim, deyip de işin içinden bir şekilde çıkıyorum-aslında herkes gibi lakin hiçbir zaman da uymak ya da benzemek gibi bir telaşım da olmadı hani sonra da çık işin içinden ne de olsa aykırı dünyalar benzer dünyaların en büyük hezeyanı hatta gıybet unsuru.

 

Yine de kendimi seviyorum iyi kötü en çok da bir yazıya noktayı koyup huzura erdiğimde hele ki insan dünyanın en uyumsuz ve mızmız insanı iken…

 

Demediklerim de var elbette aslında çok şey var demediğim gerçi sen hissediyorsun tüm olup biteni ama insan anlatmak istiyor üstelik aralıksız ve sıraya da koymadan ve söz geliyor kardeşimin dediğin noktaya varıyor. Sanırım bu son zamanlarda haiz olduğum bir özellik: kanguruya benzediğimi söyler durur kardeşim hele ki bugün, ne dese beğenirsin?

 

‘’Sekiz sene üniversitede okusam senin beni yorduğun kadar yorulmazdım, abla.’’

 

Haklı çok haklı bir de bana sor, demek geldi içimden ama adabımla sustum ne de olsa sözünü ne zaman kessem daha çok konuşur sanırım genetik bir özellik bunca çalçene olmamız.

 

Zaman değiştiriyor insanı aslında olgunlaştırıyor aslında çok da yoruyor. Kimi daha katılaşıyor kimi de benim gibi hassasiyette sınır tanımıyor.

 

Seni sevdiğimi söylemiş miydim?

 

Haznemde ne saklıydı da bu yöne saptım ben de çözemedim aslında biliyorum güzel kardeşim.

 

Sevmek insanı ihya ediyor hele ki sevdiğimiz insanların da bize çiçek uzatması yok mu… sevmekten ne zarar geliyor, diye az düşünmüyor değilim hani hele ki etrafımda bunca sevgisiz insan görüp…

 

Elbette herkesin sevdiği belli başlı insanlar var elbette önce kendimiz, değil mi, demekten elbette imtina ediyorum ne de olsa megaloman kimlik pek de hayra alamet değil ve ailemiz, eşimiz dostumuz. Kabul zaten olması gereken de bu değil mi? Ben yabancılardan ve görmediğimiz ya da görüp tanıma şerefine nail olmadan durduk yerde olumsuz duygular besleyen insanlardan bahsediyorum.

 

Durduk yerde kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama durduk yerde nefret etmeyi başaran sayısız örnekle iştigalim hele ki son zamanlarda özellikle yakın çevremde.

 

Neyse, bu, benim ilgi alanımda değil sonuçta herkes kendinden mesul yine sevgisiz bir dünyada yaşama insanı da çevresini de köreltiyor.

 

Köhne duygular, yalın zamirler ve esneyen kişilikler bak hala esnemeye başlamadım demek ki; gece yeni başlıyor oysaki mektubum bitti bitecek ve hala söylemediğim çok şey var.

 

İlahi Aşkın güvertesinde muazzam bir derya ve bizlerin mutlak mülkiyeti ve mutluluğu yine bu aşkın payidar müritleri.

İnsan sevgiden ürüyor madem ve mademki aslımız da dünümüz de sevgiyle iştigal…

 

Doğum günün kutlu olsun, meleğim. Sana verdiğim sözün yarısını tuttum: netice itibariyle bir şiir sözü vermiştim derken yolum bu mektuba düştü ve yine her şey yarım kaldı işte bu, değil mi sevginin erişim gücü ve muvaffakiyeti?

 

Derlediğim hiçbir şey yok zira tüm sevgim doğaçlama yine yüreğimle yaşadığım kadar yazıp, hayatı ölçüp biçtiğimin de fermanı.

 

Seni çok çok seviyorum güzel kardeşim benim.

 

Nice yıllara, nice güzel yaşlara yine yürek yüreğe…

 

 

Sevgili kardeşim Özlem Demirkaya’ya yaş günü hediyemdir bu mektup, yine tüm güzellikleri yüreğinde ve benliğinde barındıran kanatsız meleğimin doğum günü kutlu olsun.

 

Sevgimle…

 

 


( Seni Sevdiğimi Söylemiş Miydim... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 6.05.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu