Noktaların hüznüne vakıfsa insan hele
ki nasırlaşan yüreklerde bir çiçek olmayı dilerken.
Rahmetin ırak durduğu sıradanlık
kadar gelip geçici yine o hegemonyada zaman ve mekân özürlü bir tomurcuk kadar
saflığın telaşında büyüyen bir çiçekten medet umup… koparılması an meselesi ve
bu ihtimalin yürek çarpıntıları ile iştigal.
Tüneyen hezeyan kadar yalnızlığım da
ırak huzura ve bileşkesinde sayısız beyitle hasbıhal etmenin verdiği sunumda
işte bir noktanın terennümüne vakıfım.
Zararsız bir aşk benimki yine
hasbıhal ettiğim boş zeminde bir yandan boykot edildiğime mi yansam yoksa yanıp
da aşkın kelamına bir buse mi kondursam…
Uzaklara da vakıfım hani.
Gel-geç aklın meali bir tümleç
şakırken gecenin ışıltısı pek bir delice belki imlerin tezahüründe, şık bir
hüzün kadar ıssızlığın da dibine vurmuşken.
Anneliğimi asla sorgulamazken anne
yüklü söylemlerde ben hala kendimi bir çocuk olarak görürken.
Nakşeden ne hoş bir serpinti belki
Haziran kadar da yüklü kimliğimle kanat çırpıyorum yaz’ın esintisine karışan bir
koku kadar yüreğimi koklarken belki sevginin dokusunda bir serenat ısmarlarken
evrene.
Asılsızlığın güdümü ile ters açılı
bir yüklem peyda oluyor ansızın yine aslına ihanet eden bir eylem.
Gitmekle aklını bozmuş insanlara
bakıyorum da ve gelmenin ne denli meşakkatli olduğunu bilmemelerine şaşıyorum.
Gittiklerim…
Yüreğimden gönderdiklerim.
Bana, git diyenlerin aksanında peltek
bir alay mı var nedir?
Seferberlik ilan ettiğim gece pek bir
sırnaşık yine aşkların ilahına düşüyor da yolum…gözümden düşen çiy tanelerine
soluyorum hiçliğimi aslımı kaynak gösterip yeni baştan inşa etmek aslında
insanlığın tutumunda tutuk bir sevgi gösterisine tanıklık ettiğim.
Sevmelerle bozmuş iken aklımı…
Nefretin hicvine tutsak olanları
görüyorum da…
Dilinden aşk’ı düşürmeyenlerle yolum
asla kesişmesin hani: tecrübe ile sabit ne çok aşk kıyıma uğruyor aslında
nefretleri ile kıyama durduklarını sanıp nasıl da kıyıyorlar birbirine.
Telaffuz ettiklerim sıradan olsa
keşke aslında pekişen iç sesime bir de men cezası versem ve ciddi anlamda
sonlandırsam her şeyi üstelik gitmeden sonlansam; üstelik sevip sevilmeden
sonlanmaya razı gelsem.
Evrenden gelen ne çok sarkıt yine
içime konan yavru serçenin firari yüreğini görüyorum da… pencerenin pervazında
büyüdü ufaklık: önce annesi ile arz-ı endam etti ve günler sonra da bir başına
uçup geldi penceresine yüreğimizin…
Hayvanlar hatta kuşlar dahi sevip
güvenmeyi öğrenmişken yavru serçemde bilfiil gözlemlediğim o cesur ve vakur varlığı
ile nasıl da ders veriyor bizlere.
Alnımızın akıyla yaşamak varken belki
içimizdeki sevgi engelli o kayıp fıtratımıza buyuruyoruz sebepsiz yere
sevmemeyi sonrası malum.
Gözlerimde iri damlalar mevcut lakin
yaz yağmuru deyip de geçiyorum.
Kulaklarım hem sağır hem meftun zira
aymazlığın inkılabını yazan bir yoksunluk faslı.
Şimdimi tıkıyorum bohçaya ve üstüne
lavanta kokularını boca ediyorum.
Zihnimle ahenksiz ruhumun çatışmasına
maruz kalıp da yazmamak mümkün mü belki milyonlarca cümle kurma istemiyle
sadece arz ediyorum evrenden bir milyon yıl daha yaşamayı.
Efkârın cüssesi pek bir büyük pek bir
heybetli; içimin yalınlığında hâsıl olan o karmaşa ile ikilemler yüklüyorum
mevsime zaten sabahı kış akşamı bahar olan şaşkın Haziran’dan bile dertliyim.
Surların etrafında dönenen
beyitlerim; aşkın ısrarcı vurgusuyla istem dışı sevmek pek bir akla zarar lakin
hayatın da tadı böyle çıkıyor.
Az evvel kaybettiğim o masum başlık
hala firarda ve az sonra yazacağım yazının büyüsü ile imtina ettiğim ne ise bir
bir döküyorum eteğimdeki taşları.
Cüssesine bakıp da aldanmayın ha:
küçük bir serçe yavrusu yeri geldi mi aşkın da dibine vurur insanların da
suretine öylesine seyyah imgeler saçar ki şaşar kalırsınız.
Ruhumun dinginliğe kavuştuğu andır ne
de olsa uzak yollardan geldim yine hem de beyit beyit kendime kendimce anlamlar
yüklediğim…