Sevgimle boğduklarıma gelsin bu yazı…
Sabahın yenik düştüğü karanlığa
atıfta bulunmak adına belki de içimin ikramında yeşeren söz öbekleri.
Çürük vişne tadında benim
yenilgilerim ve zamanın kaybolmasına mahal verdiğim her kayıp günü aslında
kazanım bildiğim. Ne de olsa bir gün daha çaldım zamandan belki de tam tersi
yine de illet yenilgilerimle muhatap olmadan yenilmeyecekmişçesine başlıyorum
yeni güne.
Hoşlukların kaydına bakıyorum da hep
sınıf atlamışım acılarda.
Damağımda tadı kalan dünün peyzajı
yine hıçkırığım ile muhalif olduğum.
Bir satırın daha gazabına uğramadan,
pekişen iç sesimle dumura uğrattığım sevdiklerime kös kös bakıyorum.
Aklımın ırmaklarında yüzen kâğıttan
kayıklar daha dün gibi…
Geçmişin tozlu kayıtlarında seneler
evvel ebediyete intikal eden rahmetli komşularım.
Benim çığlıklarımla çocukluluğumun
verdiği o vurdumduymazlık.
Seneler evvel belki bir asır öncesi.
Yalnızlığın defansını oynuyorum ne de
olsa ta o tarihten bu yana.
Şapka çıkartılırmış hani dünüme bir
de bu günüme bakıyorum ve acı acı gülüyorum.
Pervazındayım tüm sevdiklerimin ve
tüm ölülerin.
Sevenler çabuk mu ölüyor ne? O zaman
vay halime!
Hayli tansiyonu yüksek filmler
çevirmişim zamanında. Kâh ön pencereden sokağa fırlattığım yastıklar kâh arka
bahçeye attığım kutu kutu oyuncak ve her seferinde kapımız çalıyor.
Gayri Müslim ailelerle dolu
apartmanımız ama ne din ne dil ayırımı yapılıyor. Varsa yoksa birbirimizin
ahvali birbirimizin rahatı huzuru yerinde mi?
Ve Dede lakaplı can komşumuz, elinde
bir tas dolusu oyuncak toplamış bahçesinden bizim kata çıkarmış. Ben önce
somurtuyorum ama Dede kollarını açtı mı unutuyorum her şeyi.
Yastıkların hali de içler acısı ama
mutluyum, mutluyuz-evet, -di’li geçmiş zaman kullanmaktan imtina ediyorum yoksa
nasıl çekerdim bu günün kahrını?
Günler ve yıllar torbaya doluyor.
Güzellikler de ve hepsini kökünden yakıp yok ediyoruz.
Şimdimle iştigal olmayı yediremiyorum
bazen kendime ve dünde takılmışlığımla tüm psikolojik kuramlara ihanet
ediyorum.
Mutlu yıllarım daha doğrusu
yıllarımız: birbirimize saygı ve sevgide kusur etmeden yaşadığımız oysaki şimdi
bu duyguların bir özür/kusur addedildiği.
Ezan saatinde susan müzik.
Gece çökmeden evine koşan üstelik
herkesin evinde huzuru ve mutluluğu bulduğu ve sevginin de saygının da baş tacı
edildiği.
Yoksun kılındığımız aslında evrenin
en muteber değerleri ve insanların da kutsalı.
Kimsenin kimseyi dışlamadığı ötesinde
hiçliğin varlıkla karıştırılmadığı daha doğrusu varlığın hiçlik sayılmadığı…
Gönül süzgecimde çokça kalıntı var
son zamanlarda belki de dünyanın en tırsak çocuğu iken şimdilerin en güçlü
yalnızıyım.
Sevmekten öte yol yok, diyenlerdenim
belki de azınlığın lideri yine yoksunluğumu küçümseyip kendime kızıyorum çünkü
sevmek için sebep yaratırken sevilmeyi pek bir teğet geçiyorum.
Aklımın karışıklığında uçuşan
helikopterlerin pervanesine tünemiş kuşlar kadar gözü pek miyim ne yine
isyanımı bastırıp af diliyorum Allah’tan.
Kanlı bıçaklı çoğu insan birbiri ile
ve gözlerinin içine baka baka söyledikleri yalanlar o kadar aşikâr ki…
Gözleri ile süzenler ve gözünün
üzerindeki kaş’a atıfta bulunanlar ve yeri geldi mi insan kendinden şüpheye
düşüyor.
İçimin ırmaklarında tekneler var atıl
tekneler ve insan pazarı yoksunluklarımızı tahliye edip rötuşluyoruz
birbirimizi sanki avam kamarası.
Tüy sıklet sevgiler.
Ağır aksak mutluluk.
Yanlı insanlar ve ayrımcı.
Günahlarından arınmayı unutup yeni
günahlara davetiye çıkarıyorlar.
İçimin ikramında tekdüze bir beyit
tekerrür ediyor ve ben beylik cümlelerin üzerini örtüp ömürlük deyişlerin
peşine düşüyorum aslında ruhumun ayak izini takip ediyorum ve yolumun nereye
düştüğünü umursamadan uyduruk hikâyelere kanan insanları görüyorum da ve
mutluluğu yalanda, günahta ve zulümde arayan.
Hangi aksan peki sizin yörenizin
mutluluk kaynağı?
Hangi yalan en büyük korkunuz ve
hangi gıybet sizin oralarda revaçta?
Bir göl durgunluğunda arzu ettiğim
yaşamın dibine not düşüyorum ansızın ve tüm sevdiklerimin yakasına bir gül
iliştiriyorum: hani olur da beni hatırlarlar o gül solup da yapraklarını
döktüğünde.