Sevgiyi telaffuz etmekle eşdeğer
çalan şarkıdan sarkan o gizemli nakarat. Kayıpların da mimarı şiirlerden
ördüğümüz duvarlar: bazen paye verdiğimiz pembenin rüştünü ispatlamış iyi
niyeti bazense karaya çalan tohumlar çatlayıp da siyahı daha da banıyorsa zifirine
ve lanetine dünyanın.
Tahsis ettiğim hiçlikle mevzu bahis
korunaklı dünyalarımızın da istilası belki her şerrin hayra delaleti bazense
lanetin kibirli arka ayaklarında şahlanan ön yargı.
Dünyaya geliş amacımızı sorguluyorsak
an itibari ile… yanlış giden bir şeyler var… deme haddinde bulunup avazım
çıktığı kadar bağırıyorum bu gece ve tüm uyurgezerlerle acil bir toplantı
düzenliyorum.
Göğün dokusunda kırçıl isyanları
saklı kuşların.
Ölü kuşların teyakkuzunda az sonra
kopacak kıyametin de habercisi acının tavan yaptığı düşey eksen. Yatay eksende
ölü çocukların ve kayıpların hacmine rağbet eden gözyaşı var.
Pervasızım bu gece.
Teyakkuzdaydım madem bir ömür boyu…
dememe ne hacet.
Bir hastanenin beyaz duvarlarına
lekeler düşmüş ve arka merdivenlerinde istimlâk edilen metruk binaların, şeytan
ve ölüm meleğinin ısrarcı çığlıkları.
Deminde şehrin kayıtsız bulutlar
volta atarken derdinde olduğum her şey yön değiştirdi.
Ölülerin cüzdanlarındaki tüm kartvizitler
çalınıp yağmalandı bir kere. Künyesinde ölümün sadece umut benzeri lakaplar
saklıydı.
Aklamakla karalamak arasında bir
seçim yapmak zorundayız madem ben sadece racon kesenlere özenip umursamadan
hayat vermek istiyorum yalnızlığın karşıtı umut ve sevgi birlikteliği iken.
Ekin tarlamda kargalar fink atarken aklımın
erdiği masallar anlatıyorum dündeki anılarıma aslında masalı dinleyen ben iken
masal anlatma rolünü üstlendiğim o ilk gece.
Kundağında gülücükler saçan dünya
tatlısı bir bebek sanırım aklımın da ermediği bir annelik rolü biçilmiş bana ne
zamanki annem arkasını dönüp kardeşimin biberonuna sıcak süt koymaya gitse.
Anılar tepe taklak. Andıklarım kadar
şükrettiğim varlıklarına nazar değmesin diye sarıldığım dualar günümü dünümden
koparıp canlı bir tefrika misali ben içine düştüğüm handikabı savsaklamaya
çalışırken.
Sıfatların nezaretinde ikram edilen
bayat espriler ve aksayan iç sesime ivme kazandıran kozamda saklı tuttuklarım.
Künyemde beş harf; içimde bir şehir;
aklımda sadece sevip korumakla mükellef olduklarıma endamlı meziyetler yükleme
konumunda ben bayağı istiflemişken hakimiyetim değil de aciz varlığımla içimin
ırmaklarında yüzdürdüğüm kağıttan kayıklar.
Ayıp bildiklerim akabinde ve ar
bildiğim…
Nam bildiğim; zan bellenen.
Sıfatlardan imtina edip zamirleri
hecelere bölüp aslında ismimde ip atlayan küçük çocukların zaaflarına asla toz
konduramadığım…
Sanırım bir ilk’i yaşıyorum son
zamanlarda.
Aslında son olmasını temenni ettiğim
bir ilk hatta hiç var olmasını temenni etmediğim.
Dokunuşlar pek bir kibirli.
Dokusu şiirin ne kinli ne de isli.
Aşkın hüküm sürdüğü evrende ben
sadece sevgimi payidar kılıp Allah’a dönük yüzümde İlahi Aşkın tecellisi ile
teselli buluyorum.
Ah, kayıp beyitleri kayıp benliğimin…
ben ki şiirlerin nüktedanlığında akla zarar bir heceyim: gülmekle ölmek
arasında gerilimli bir telim…
Zamanın mimarı.
Sevginin haşmetinde duaları yüklenip
iç sesimle süslediği her kelimeyi en şanlı kul olmak adına soyut rakımında
göğün somut bir kuş mu olmak istiyorum ne?
Şakıyan şehrin yanlı yüzü; sevici
imgelerin çalıntı meşrebi ve arka yüzünde hayatın en karanlık oda hele ki söz
konusu sevdiğiniz insanlardan ayrı düşme ihtimalini bir kez bile yaşama
ihtimaliniz size sadece karanlığı şerh düşmüşken üstelik renginiz değil de
rüştünüzü ispatladığınızı sandığınız mutluluğa da leke süren…