Dün gece baş başaydım sızlayan vicdanımla,
Sabaha dek uykusuz, en derin hicranımla.
Beynimde karıncalar, usulca yürüyordu,
Eksik, kayıp bir şeyin, İzini sürüyordu!
…
İçimde tuhaf boşluk, ruhumda kara delik,
Aldığım her nefeste, büyüyordu üstelik.
Boşluk değil de sanki çelik kafesten koğuş,
Ranzasının üstünde, kanadı kırık bir kuş.
Taşınması imkânsız, nice derdi yük etmiş,
Altından kalkmak için her şeyini tüketmiş.
Halden bilmez dikenler, batarken
ciğerine,
Koşturmuş yıllar yılı, bir
daldan diğerine.
Elbet bu kış bitecek, bahar gelecek diye,
Kardelenler misali, katlanmış zemheriye.
Fakat yazgıya bak ki, ne bahar
gelmiş ne yaz,
Sadece sineleri donduran soğuk ayaz!
Sonunda yenik düşmüş, öne eğmiş başını,
Döküyor gözlerinden damla damla yaşını.
Yetersiz kaldım diye, ah ederek ağlıyor,
Kor nefesler salarak, yüreğini
dağlıyor.
Verdiği çabaları, sorgulayıp duruyor,
Kırılmış dallar gibi, günden güne kuruyor.
…
“Ey sırtında bir damla su taşıyan karınca,
Ateş söner mi sandın, sen yanına varınca?
Bırak yağmur utansın, bırak sular utansın,
O yangına bigâne kalan kullar utansın.”
…
Demek istedim lakin diyemedim utandım,
Alnımda boncuk boncuk terlerimle uyandım.
Uyandım bir dünyaya, gayrı adil ve zalim.
İnsanlıktan nasipsiz, hüküm sürer mezalim!
Herkes ego derdinde, tek özne var; kendisi,
“Ben” dediği dünyanın bulunmaz efendisi!
Benim olan benimdir, paylaşmak neyin nesi?
Güçlü olanlar yaşar, doğanın felsefesi!
Ne akıl ne de izan, ne merhamet ne vicdan,
İnsana şeref veren, parayla dolu cüzdan!
Güzellik terk edilmiş, hep çirkinlik seçilmiş,
Değmez şeyler uğruna nelerden vaz geçilmiş,
…
Sen, kanadı kırık kuş, sen, yufka yürekli kuş,
Niye böyle üzgünsün, niçin bu mahzun duruş?
Kaldır başını, n’olur, o baş hep dik durmalı,
En üstün makamlarda, gururla oturmalı.