Bildiklerimi s/aklıyorum,
pervasızlığın kıyısında bir nükte olmak adına dağıttığım zanlar yine benlik
telaşına kapılıp içimdeki matruşkaları bir bir ayırmam gerektiği inancına sahip
yine de yeltenmeden nokta atışı yaptığım mutluluk özürlü güncem.
Defterin sayfalarında noktalama
bombardımanı sonrası zaten geliyor kendiliğinden.
Bir derviş misali yorgun zaten
hasbıhal ettiklerim kancasına takıldığım rahmetin içime serptiklerine şükredip
daha boyutsuz nimetlere duyduğum saygı ve takdirin bir uzantısı.
Hulasası yorgunluğun handikaptan
kayıp hercailerin kokusunda kendimi ifa etmek belki bir araz; belki içimdeki
nüktelerin arıza makamına usulca konan beyhude bir sevgi içtiması.
Kokulardan bahis oldu mu…
Renklerin müşkülünde boğulmak ise söz
konusu.
Sözü dolandırmadan zaten erdem ne ise
intikal ediyor mevzubahis bir hasretle kuyruğuna bastığım nankör kedinin çığlıkları…
yanılgı hem de en derin tezahür yine titreşen namelerde ben mührü kayıp bir sır
dosyası ile sır katibi olmaya özendiğim tarihin tozlu sayfalarında, beyit beyit
gezindiğim.
Hislerin vukuatı ise benzersiz hele
ki son birkaç aydır sözü nereye getireceğim en başından belli iken yine de
belli olmayan; sürecin kaygan zemininde sürmanşet ikrarı işgüzar fiillerin.
Zaman taziyelerini sunuyor yine
öncemdeki birikintiye basma ihtimaline karşı geldiğim belki de tedirgin bir
suret yinelenen yobaz misafiri gönlümün kayıp kırlangıçlarının.
Müdahale edemediklerim belki bir
münazara içimi karşı dışımın aksanı: ah’lar koparken bir yakadan sonrası müşfik
bir izlek: bir şiire düştü mü yolum şirin bir tebessüm armağan ettiğim.
Gönlün pervazında nidalar savrulurken
kapıp koyuverdiğim öznem aslına sirayet eden belki zaman kıtlığında mekâna
sığamama güdüsü sonra da sessiz direniş; içimde aksayan o yorgun ve nüktedan
derviş aslında devranın hangi karesinde olduğu değil de ahretlik bir özlemi
boca etmiş sayfalara.
Sayılı günler çabuk geçiyor madem
dercesine ve kardeşimle nöbet tuttuğumuz hatıra defterimiz.
Bir güne tekabül eden oysaki ömürden
yıllar gidiyor.
Bayrama ilerlerken içimde çok da
mutlu bir çocuk yok hani: kukumav kuşu bir şiire ne zamanki gölgem düşse
şenlendiğim asla hicabı da eksik etmeden ve merhamet dilendiğim hatta boylu
boyunca serildiğim inancın sunumunda payıma düşen huzur hem de uzun boylu bir
seyyahtan çaldığıma dair kanıtlar da var iken elimde…
Elimden kayanlarla iştigal değilim
yine son bir aydır yeter ki beş parmağımı geçmeyen güzellikler hayatımda bir
sis değil de bir realite olma hakkını sunsun bana ne de olsa Haktan diliyorum
ve dillendiriyorum bir şahika sığınmışken masalıma ben prensleri ve prensesleri
baş göz ediyorum.
Yolum düşüyor aslında düşecek de
gitmekle itibarımdan olmadığım.
Sevdiklerime hatmettiğim ne ise helal
olsun.
Kıyısından köşesinden nasiplendiğim
Deli Dumrul’un maceraları sanırım içimdeki lal meclisinin sunumunda ben şaibeli
söylemlere uzanan bilinmezin yolunda katı kurallarıma sığınıp sadece gönül
gözümle hitap ediyorum ve ettiğim ibadetin Allah ile benim aramdaki o kısacık
mesafesinde biliyorum ki; görüldüğü kadarı ile değil de sahip olduklarımın son
zerresine kadar inhisarında hidayetin.
Haliyle herkes kendi yolculuğunda
saklı ve niyazları yine vuku bulan değil de iyi niyetlerinin karşılığı…
Öykündüğüm zaman kaçakları ya da
kaygan zeminde düşme olasılığını teğet geçip ilk adımımla seçimimi yaptığım o
kör kuyu ve içine attığım her dileğin de bir sahibi var ve muhatabı.
Kala kala kaç mevsim kaldı ise yeni
yıla doğru son sürat ilerlerken?
Kala kala kaç kişi kaldık şunun
şurasında birbirine kol kanat geren?
Haliyle hatırşinas bir nidada kaç hece
saklı ve kaç ukde son değil de sondan önceki hal ve gidişatın notunun kaç
olacağına da sadece yüce Yaratan vakıf iken…