Kısa bir alt yazı geçtim az evvel
aslında içimdeki dublaja hürmeten bir de iç sesimin frekansıydı o alt yazının
muhtevası: tıpkı iki gün evvel haberlerde rast geldiğim o eğitim bilimci gibi
kısa bir ön söz…
Ne mi demişti ve ben neden buna
takıldım?
Kısaca…
‘’Ezberci eğitim terk edilmeli ve
öğrencilerin zihni gereksiz bilgilerden ayıklanmalı.’’
Neydi bu gereksiz bilgiler, peki?
‘’Öncelikle imla kuralları ve
dilbilgisi başlığı altında, edat ve zamir gibi gereksiz tanımlamalar.’’
Kulaklarıma inanmıştım inanmasına da
bunca sene ben boşuna yüklenmiştim adı üzerinde gereksiz bilgiyi?
Aslında konumuz, bu değil aslında
konunun ne olduğunu da irdelemeden… sahi, alt yazı geçtiğim o sahnede neler yaşanıyordu?
Belki de hayatın özeti ve adına
muhteva denen başlıkla-tıpkı az evvel bahsettiğim uzmanın da ön görüsü
üzerine-yoksa muhteva diyerek Türkçeye ihanet mi ettim? Lakin ne zaman
N.Bekiroğlu’nun yazdıklarına yolum düşse bu ve benzeri o kadar çok kelimeye
rast geliyorum ki üstelik kadın edebiyat profesörü ve ben kim oluyorum da
kendimi onunla mukayese ediyorum? Yoksa sayın eğitim bilimcinin dediği üzere;
bu ezberci sistemin defolu ürünlerinden biri miyim de herkesi hayal kırıklığına
uğratıyorum?
Konu geneli itibariyle dağılmış
gözükse de şu bir gerçek ki; aklımın tüm yarım adalarından ancak bu kadar sabit
bir coğrafyaya denk düşüyorum gün sonunda hele ki hayatın uzantısında ben
bindiğim trendeki hangi kompartıman değil de bir gemi kazasında mı öldüm de
cennete düştüm, diye kendimi sorgularken…
Aslında cehennemin ateşinde yanarken
yine kendimi cennetin tam ortasında buldum sanırım akıl mekanizmamda
savsakladığım tüm alt bilinç öğeleri resmigeçit yapıyor ki gecenin artık hangi
saat diliminde uyumam gerekirken ben yüksek şurayı kendimce toplamışken.
Payıma düşen ne ise… dünden başlayıp
yarın başlığı altında günü de ötelerken yoksa bir zaman yolculuğuna çıkıp da
akıl melekelerimin hezimetine mi uğramışken?
Gün içerisinde ne çok gel-git üstelik
sakin addedilen bir yaşantının örtüsünü kaldırıp da içinde fink atan kemirgen
kurtlarla benliğim delik deşik olmuşken.
Sayısız soru yönelttim bu gün sayısız
insana.
Sayısız insan sayısız kere beni kaile
almadı.
Tam tersini yapanlar da oldu bu sefer
sorularla muhatap olan bendim ve yazma refleksim ansızın geri tepti bu sefer
olan uykuma oldu ve değişen beslenme sistemim derken hizaya giren ana fikir ve
cümleciklerin gazabı.
Ya yazacaktım ya yazacaktım gerçi
yazdıklarıma sınır koymadan hayatımın ihlal edilen her santimetrekaresini
düşünüyorum da… Sonra atıl bir tarlaya düşüyor yolum ve atıl iş gücü tıpkı
benliğimin içerik analizini yapmaya programlanmış alt bilincim elbette Freud’un
öngörülerine her ne kadar itici bazen de kabullenmek adına zorlayıcı bir ifade
ile yaklaşsam da ve tüm psikoloji uzmanları ki tırmandığım sarp kayalardan
nasıl da düşmüştüm aşka düştüğümde psikolojiye ve kendimi analiz etmek adına
tüm bölümün analizine programlanmıştım tabir-i caizse sonrası tam bir felaket.
Geçtim: bunu da geçtim ve elimi çabuk
tutmalıyım.
Şimdi bakacak olursak kayıtlara:
doğum tarihimi de geçtim aslında kendimi bildim bileli tanıdığım tüm insanlar:
sürtüştüğüm, tarafınca sevildiğim ve büyük olasılıkla nefretini kazanmış
olduklarım.
İyi de ben habis bir ur değilim: olsa
olsa kayıp bir ruhum ara sıra afakanların basıp kendimce cebelleştiğim sonra da
okları kendime fırlattığım nihayetinde yaşama sevincimin çalındığı ve pilimin
tükendiği ve benim tek şarj cihazım var: umut ve sevgiyi ektiğim güncemde illa
ki karaladığım üç beş satır-hadi üç beş sayfa diyelim.
Anlattıklarım aslında benim bile yeni
farkına vardığım detaylar.
Çoğulcu sistemle yönetilen bir aile
ve söz sahibi olan ebeveynler akabinde çocukların vazifeleri doğrultusunda tek
kelime söz haklarının olmadığı. Elbette fi tarihinde daha akıllı cihazlarla
tanışmadığımız bir dönem tıpkı doğduğum milenyumun gölgesinde ben yeşeren bir
ağaç olmak adına mütemadiyen budandığım.
Dün çok değerli bir yorum almıştım. Maziye
ve çocukluğa atıfta bulunan tıpkı bizlerin kaçış noktasında yüz yüze geldiğimiz
o saf yıllarımız gerçi an itibariyle de değişen bir şey yok hani yine kendi
cephemde ve yine bana dönen bir cevap: asla değişmememi söyleyen bir diğer
gönül dostum.
Zaten tüm çabam bu yönde lakin
değişime endeksli de olmalı en azından kötü huylarımı törpüleyip iyiye ve
güzele odaklanmışken. Peki, bu nasıl oluyor? Bilemiyorum henüz ama çözmek adına…
ne kadar genel kabul görmüş bir rota, değil mi? Hele ki içinde ön görü ve ön
söz de varsa ve yine kabullenilmiş değerler.
Sayılar.
İnsanlar.
Sayılarla eşleşen insanlar ya da tam
tersi.
Hala kimlik numaramı ezberleyemedim
lakin beynimde bin yıllık kayıtları var geçmişin dostlarının telefon numarası
sürekli sinyal verirken ve hattan düşen ne çok insan yoksa çaptan düşen mi
demeliydim?
Girizgâhından başlayıp sonlanmasını
istemediğim bir yazı hele ki kendimi yorgun hissetmezken ne de olsa pusulam
doğru yönü gösteriyor.
Sayısız düşünce ve yorum karışımı bir
ses efekti var beynimin arka planında. Masaüstünde gözükmeyen ama yüzüme vuran
bir ses ve görüntü sunumu. Aynaya bakmama da gerek yok hele ki yazdığım
satırlar iken bana ayna tutan ve evveliyatı: gün boyu okuduğum, düşündüğüm ve
değer verdiğim ne ise dönüp dolaşıp bana dokunuyor sihirli değneği inancın. Garip
bir bileşim, değil mi?
Edebiyat ve maneviyat ve insan
sevgisi.
Sevgiden söz açmışken… aşk addedilen
karşılıksız sevgiler. Ne yani insan sadece karşı cinsi mi sever karşılıksız? Bu
çok girift ve ekseni değişken bir o kadar insan mizacına yönelik.
Bir kuşu bile sahiplenebilir insan
hatta yabani bir kuşu hem de pervasızca hem de istemsizce hem de yürek yürek.
Serçelerin minik kalbine dokunan
elim.
Ya da günlerin rahmetini üzerime
seren sevdalı bir yavru kedi.
Halüsinasyon görmediğimi bildiğim
için severek sunuyorum bu resimleri.
Bir kediye merhaba demek bazen bir
insandan size geri dönmeyen selamdan daha hoş ve daha bağlıyor sizi hayata.
Ya da densiz bir komşunuz durduk yere
özelinizi kurcalayan ve aklınıza gelecek gereksiz ne varsa durduk yerde bir
diğerine musallat olan.
Ne çok insan tanıyıp tanımadan
birbirine hoşluk yerine boşluk sunan.
Al şu boşluğu ve içini sevgisizlikle
ve dedikodu ile doldur.
Yetmedi mi?
O zaman görmezden gel ve verilecek en
büyük cezayı ver.
Ne mi?
Elbette tepkisizlik ya da olmayan sıfatlarla
karalama ihtiyacı.
Sonunda insan öyle bir noktaya
geliyor ki ve sadece kendini fazlalık görüyor dünya üzerinde ne de olsa
sevgiden çıkmış yola ve ihanet etmeden Yaratıcıya ve evrene, potansiyelini
kinetik enerjiye çevirip sadece evrenle hoş bir alışveriş yapmak istiyor:
öznesi de yüklemi de sevgiden dem alıp ve imla kurallarını hiçe saymadan.
Evet, ben de ezberci sistemden
muzdarip olduğumu kabul ediyorum ne de olsa ilgi alanım olmayan bir branşta
okudum ve hayatımı çarçur ettim bu anlamda tüm kaybettiğim zamanı telafi etmek
adına uğraşım üstelik maddi anlamda bir beklentim olmadan ve kendime olan
didişmemde bir ön görü getirirken bana edebiyatın içeriğinde saklı olanları
pratiğe dönüştürürken.
Yorgun sözcüklerimi yıkadım bu gece
ve astım ipe sonra kurumalarını bekledim. Gönül gözümdeki sıcaklığı boca ettim
her birinin üzerine ve sevgiyi kondurdum ve hepsi bana gülümsedi tıpkı siz
okuyanların gülümsediğini görürken.
Varsa bir hatam affola.
Sevgilerimle…