Uzun yıllar “üstün zekâlı” denildiğinde; IQ testinde yüksek puan alan, “mantıksal-matematiksel zekâ” sı yüksek bireyler akla geldi hep.
Zekâ ölçümü için Binet'in geliştirdiği, Stanford-Binet ve WAIS-R testleri kullanılmaktadır. Ancak, zekânın ne olduğunun tanımında eksikliklerin olduğunu yine ilgililer ifade etmektedirler.
Bu ekole göre, “üstün zekâlı” sayılan bireylerin birçoğunun, müzik, sosyal vb. diğer zekâ türlerinde aynı yüksek performansı gösteremedikleri bir gerçektir.
Boğaziçi, Bilkent gibi tanınmış üniversitelerin “sayısal” ağırlıklı bölümlerinden mezun olan kişilerin, yöneticiliklerde beklenen başarıyı sağlayamadıkları, bunun nedeninin de, fazla sosyal olamadıkları, personeli motive edemedikleri, iş doyumunu gerçekleştiremedikleri gözlemlenmektedir.
Artık yönetici almak isteyen ünlü şirketler, aradıkları koşullar arasında, sosyal ve diğer zekâ türlerinin de bulunmasını istemektedirler.
Howard Gardner tarafından Çoklu Zekâ Kuramı keşfedildikten sonra, IQ’ sü düşük olanlara “geri zekâlı” yakıştırmasının yersiz ve haksızlık olduğu, hemen hemen herkesin, herhangi bir veya birkaç zekâ türünde üstün olduğu anlaşılmıştır.
Ancak bu kuram eğitime oldukça geç yansımıştır. Hala anne babalar, kimi çevreler, bazı eğitimci ve eğitim kurumları bu inceliği anlamamış ya da anlayamamış gözükmekte, çocuklara yersiz ve haksız yakıştırmalarda bulunmaktadırlar.
Zaten hiçbirimiz her alanda üstün meziyetlere sahip olamayız elbette. Bazılarımızın zihinsel becerileri fazla olmayabilir. Fakat, diğer zekâ türlerinden birkaçında üstünüzdür büyük ihtimalle.
Çünkü hiçbir insan, her bakımdan negatif değildir. Yani her insanda mutlaka potansiyel güç vardır ve değerlidir.
Önemli olan kapasitemizi ve gizil güçlerimizi fark ederek, başarılı olduğumuz ve ilgi duyduğumuz alanlara doğru yönelerek, bu dalda ilerlemek, üretmek, başarıyı kolayca yakalayarak mutlu olabilmektir.
O zaman herkesin kendi zekâ türünde başarılı olduğu rahatlıkla fark edilecektir. Bu yüzden hiç kimseye “geri zekâlı” ifadesini kullanmamak gerekir.
Bu gün ülkemizde ve dünyada; basketbolda, futbolda, güreşte, yüzmede, atletizmde, araba yarışlarında, dansta, edebiyatta, tiyatroda, müzikte, resimde, sunuculukta vb. isim yapmış, zirveyi yakalamış birçok ünlünün olduğunu bilmekteyiz.
Star olmuş bu kişilerin birçoğunun matematiği zayıf olabilir. IQ’ sü düşük çıkabilir. Şimdi biz bunlara “geri zekâlı” mı diyeceğiz? Elbette ki hayır. Aksine bu kişiler, başarıyı yakaladıkları kendi alanlarında üstün zekâya sahiptirler.
Mozart, Picasso, Ronaldo, Hidayet TÜRKOĞLU, Ajda PEKKAN, İbrahim TATLISES gibi alanının dâhileri “matematiği az bilse, havuz problemlerini çözemese” ne fark ederdi ki?
İzlediğim bir TV programındaki yarışmada, ünlü bir ses sanatçısına sunucu; “bir sesli harf söyle” demişti. Bu sanatçı B, Y, K diye sessiz harfleri saymaya başladı. Belli ki sesli harfleri bilmiyordu. İzleyenler kahkahaya boğulmuştu. Şimdi bu sanatçıya “sözel zekâsı” zayıf diye “zekâsız diyemeyiz.
Burada anne babalara, devlete ve eğitimcilere büyük sorumluluk düşmektedir elbette. Okul, çocuğu doğru ve zamanında yönlendirmelidir. Veliler de bilinçli hareket ederek, çocuklarının istemediği meslekleri/alanları, O’ nlara dayatmamalıdır.
Bazı anne babalar, “rağbet gören, akıllarına koydukları, “ya da kendileri istedikleri halde olamadıkları” bir mesleği evlatlarına dayatmaktadırlar. Hâlbuki çocuğun bu mesleği sevmesi, zekâ türünün de uygun olması gerekmektedir.
Birçok anne baba hala; “müzik, resim, spor, tiyatro vb.” alanlarıyla ilgili mesleklere negatif bakmakta, çocuklarında var olan bu tür ilgi ve istidatları görmezlikten gelerek, kendilerinin istediği başka alanlara yönlendirmek için baskı yapmaktadırlar.
İnsanlar, ilgi duymadıkları, sevmedikleri uğraşlarla mutlu olamazlar. O mesleğin altyapısını oluşturacak kapasiteye sahip değilseler de asla başarıyı yakalayamazlar.
Üniversite tercihleri çok önem arz etmektedir. “Açıkta kalmayayım da hangi bölüm olursa olsun” diyerek ya da “başka nedenlerden dolayı” sevmedikleri dallarda tercih yaparak eğitim görenler, ya yeniden okumakta, ya kariyerlerinin dışında, sevdikleri başka bir işle uğraşmakta, ya da istemeyerek seçtikleri mesleklerini, ömür boyu mutsuzlukla sürdürmektedirler.
Gönümüzde, doktor diploması olduğu halde, ses sanatçılığı yapan, ya da kimyager, mühendis vb. olduğu halde başka iş alanlarına yönelen birçok ünlüyü bilmekteyiz.
Mesleğimiz ne olursa olsun, birçoğumuz aynı zamanda anne babayız. Gelin egolarımızdan, “ben” merkezli düşünmekten vaz geçelim.
Eğitimcilerin rehberlikleri doğrultusunda, “göz nurumuz, biricik” evlatlarımızın ilgi ve yeteneklerine, seçimlerine saygı duyalım.
Sevdikleri mesleği edinmelerine katkıda bulunalım. Mutluluklarına vesile olalım. Göreceksiniz, O’nların tebessümü, bizim yaşama sevincimiz olacaktır.
Unutmayalım ki en iyi meslek, severek yaptığımız meslektir.
Sevgiyle kalın…