Gürültülü bir öğleden sonrasının,
vakur yalnızlığı.
Teyit ediyorum hayır, hayır, tam
tersi: tehir ettiğim yeni bir gün daha.
Yenilgiye uğramışlığın iz düşümü oysa
her yeni gün ve sarkacın arka yüzü ya da sayaçta takılı kalmışlığımın zirve
yaptığı.
Soluklandığım ibaresiyle
soyutlandığımın da inancı yine hayatın kör kurşunlarına denk düşerken ruhum ve
bedenim lekesiz, tasasız ve durağan bir yanılsama ile baş veriyor sözüm ona
umutlar.
Tekerin kırık her zerresinde ben bir
yarım ada inşa ediyorum ve tamlanmayan iç sesim aslında tanımsız dış seslerden
ayrı düşemediğim.
Her yerim kaygı.
Her yer karanlık.
Şeş beş attığım.
Yaftalansam da.
Yeknesak her yalnızlığın kuytusunda
sırıtan mizaçlar.
Tebessüm ehli yüreğim ve dünün
kuruntularına tef çalıyor düzen ve kaykılan eksenim.
Aralıksız inleyen hastalar.
Zamanın koridorları hastane
koridorlarına teğet geçiyor ve iki kat daha aşağı indim mi yatakları boşalan
hastaların yeni mekânlarını ziyaret edebilirim.
Ölüm kokan bir enstantane.
Aşk kokan bir şiirden alacaklıydım
oysa.
Şaşalı bir hüzün ve kıpraşan bedenler
ve ıskartaya çıkan boş serum şişeleri.
Hak ihlali… hayır, hayır.
Hasta ihlali.
Evet, ben bir kurbanlık koyun olma
arzusu ile hasta yakını olma hüviyetime saygı gösteriyor güvenlik görevlisi.
Metazori bir gülümseme konduruyorum:
saygımdan.
Olmayan saçını okşuyorum hasta
yatağında yatan o küçük kız çocuğunun.
Semptomlar.
Tahlil için alınan kanlar.
Hangi kansızın kanında hangi mikrop
varsa…
Çatık kaşlı bir gün ve özrüm yok.
Ölüm var ya da yok ucunda.
Kefilim ben sevdiğim insanlara.
Görevini yapan sıfatlar asılı serum
şişelerinde solan ilaçların koku alma duygumu alt üst ettiği.
Üst kata çıkmak…
En alt katta asla ayağa kalkamayacak
hastaları ziyaret etmek.
Yerlerde dökülen saçlar ve kandamlaları.
İçimdeki hüzün yine ölmedi bu gün.
Ben hala diri ve dingin olmayı
temenni ediyorum.
Ve iç sesimde yorgun bir telaffuz
oysaki sevmelerden ve ihanetlerden geçtim ben artık.
Boydan boya beyaz her yer ve kayıtsız
şartsız beti benzi atmış yine herkesin.
Herkesin hiçliğe meyli ve varlık
temamda yorgun bir sitayiş.
Göğün karanlığında bazen mavinin
sunumunda bazense pembe beyaz yanaklarında yeni doğmuş bir bebeğin…
Hangi aksanda aksayan…
Hangi yaraysa kanayan.
Minvalinde ölümün sadece karanlık.
Hayatın akıttığı sularda yüzen
kayıklar ve az sonra batacağının garantisi ile ayaklarımla ezdiğim.
Sevmekse ön koşul… başım gözüm üstüne
madem… gerisi teferruat.
Yanlı ise insan… yansız bir kelam…
içimde tef çalan yorgun aryalar.
Köhne bir zeminde düşmektense atlamak
en yüksekten.
İşim gücüm hüzün benim.
Şaşalı bir ölüm kondururken şiirsel
bir sızı ile aksayan bir sesmişçesine ara sıra duraksayan ve neye ait olduğum
değil neyle iştigal ettiğimin sorgulandığım…