Yarasına talibim sözcüklerin,
Öykündüğüm izafi eksende
Bir kör düğüm olmayı adlandıramazken
Hazır ol’da beklemeyi sehven
özümsedim.
Aşk’ın bir armağan olduğu yanılgısına
Sahip göğün her ara durağında
Sonlanmayı arz eden mevsim kadar sıra
dışıyım.
Sanrıların ölü doğduğu cennetin de
kapısı
Başımı uzattığım.
Bir temenni dilleniyor ansızın,
konuşlu olduğum hücrenin ışık geçmez penceresinde yükseliyorum parmak uçlarımda
derken avuçladığım gölgeyi buyur ediyorum içimdeki hikmete belki bir kör kurşun
belki yanılsamaların durağı küpeştesinde hayallerin tırnaklarımı bilediğim
göğsümdeki kan izine düşkün bir cehaletle asılı kaldığım öksüzlüğün kollarında
ölümle sevişiyor yüreğimin her zerresi ve kundaklanan matemi içimi çekiyorum
aslında varlığımdan yana derdi evrenin.
Bir koşut belki de zamanı tetikleyen
o sihirli lehçede muhafazalı ruhumun her hüzün balyasına parmak basıp içini
ezen basıncın da vaveylası aşkın hür zemininde tutsaklığın kitabını yazdığım.
Azımsanmayacak bir lenduha şehrin
oyun sahnesine eşlik eden şehir sakinleri ve ölü bir öfke kurşunlanıyor.
Haşmetli gölgeler cirit atarken
bağırıyor yönetmen:
‘’Ve kamera.’’
Ölçüsüzlüğün gizeminde haydut bir rol
adeta kapış kapış giden küfürlere anlam yükleyen son istişare.
Lanetlenen göğün de tetikleyicisi her
mermi ve metazori bir kanıksama aslında aykırılığımın coşkusuna kapıldığım ve
zincirlendiğim lahit yine çeperinde ölü böcek ve artıkla dolu bir farkındalıkla
soruların girdabında bir çözüme baş koyan.
Koyu mavi laleler şehrin göbeğinde
darlanıyor ve daracık yeşillikte can çekişiyor insanlık aslında Tabiat Anaya
karşı gelen ve nefretle yıkanmış onca bahşedilmiş canlı.
Canlılar diyorum, canlılar.
Bazen bir hayvanın işkence gördüğü
bazen bir kadının katledildiği.
Ölü dokusunda sözcüklerin hep
fısıldayan imgeler tehditvari bir sakıncayı konduruyor gizemin başucuna ve
kendimizi kollarken kendimizi kandırıyoruz.
Tepkisizliğin merhalesinde yassı
üzünçler.
Aşka dair söylencelere inanan
insanların atladığı o eşik.
Hurafe, diyorum ansızın.
Hüzün, diyorum ve sevgiden medet uman
sevgi azmanlarına birer gül sunuyorum içimdeki bahçeden.
Ölü doğmuş bir çocuğum ben.
Ölü annesinin karnında yaşama
tutunmaya çalışan bir faninin rahimdeki döngüsünü içselleştiriyorum.
Hayvan, diyorum ve börtü böcek.
Susanlara inat hala direniyorum ve
göğün tentesindeki ölü kuşları süpürgeyle yeryüzüne savuruyorum.
Başımın göğe ermediği aşikâr çünkü
yalnızlığın hicvinde sadece sığınıyorum: kendime dokunuyorum ve hiçliğimle
kucaklaşıp dönüyorum yüzümü Yaratana.
Sessizlik müdahil edilmişken hayata
ve sunumuna hüznün, katlanıyorum; kanatlanıyorum aslında kayıt altına alıyorum
tekmilini söylemlerin.
Sözcükler kıvranıyor ve ben
boyutsuzum.
Ben kıvranıyorum çünkü anlaşılmayı
bahşediyorum sözüm ona ve dokunmakla okumak arasında gidip geliyorum.
Kilolarca ağırlık var sırtımdaki
küfede: aşkın ağırlığı var lakin ölü bir aşkın ve ölü hayallerin.
Küflü ve zincirlenmiş gerçekler ve
tutuklu kalmışlığım aslında izafi bir yönerge.
Ölümden dem vuruyorum ama ölmüyorum.
Sevgiden yana kusur edenlere ise tek
lafım yok yine de düşünüyorum yüreklerine dokunabilir miyim, diye.
İnsan sevgimde kasıtlı bir tutukluluk
çünkü sevgiyi lav edenlerin sunumunda kendimi fazlalık hissettiğim o
sekantlarda aslında ben asırlar kadar yaşlıyım ve yaslı.
Hayvanlara ve tüm canlılara zulüm
nedir, diye soranların yalancısıyım ve benliğime uygulanan zulümle başköşedeyim
hele ki aşkın minvalinde bir yanılgıyım.
Sözcükler ambarında kilo kilo özlem
çalıyorum ve şatafatlı sözcükler bana göz kırparken çevremdekilere bakıp dona
kalıyorum.
Sözcükler yalpalıyor. Çeliştiğimi
söylüyor kimisi.
Aşk haykırıyor oysaki acı çeken
benim.
Söylemler ve tutanaklara geçen izafi
cümleler aslında söylemediğim cümlelerden bile sorumlu tutulurken içimdeki
mekanizma gıcırdamaya başlıyor ne de olsa duyguların akışında bir pıhtı oluştu
demek ki ağır bastı kimi.
Hoyrat insan imleri ve tehdit yüklü
ve savunma hakkı tanınmıyor ne de olsa kalemi çoktan kırdı hâkim ve ben devreye
giriyorum soluksuz kaldığıma biat sonlandırmak adına bana uygulanan işkenceyi.
Soru sorulmadan verilen cevaplar ve
hatırımı sormadan gelip geçen bakışlar bir o kadar art niyetli insan izlekleri
ve dokunulmazlığımı sonlandırıp muhabbete başlıyorum karanlıkla ve gölgelerle.
Sakıncalarını bilsem de susamıyorum
ki; sussam bile sakıncaların ardı arkası kesilmiyor.
İhbar ettiğim aslında kendimim.
Âşık olduğum ise belirsizliğin
tokuşan ihaneti benlik kaygıları yok sayıp resmin genelini çizmek adına.
Ve bir çöp adam resmi ile girişiyorum
ve çöpten yıldızlar topluyorum derken ihanet eden güncemde hoyrat bir çıkışma
yöneltiliyor ve dediğim her kelime kurcalanıyor aslıma değil de evrene ihanet
etmişçesine içimdeki iklimler son sürat terk ediyor şehri aslında şehir terk
ediyor insanı aslında insanlar terk ediyor beni ve yeniden ve yeniden.
Sarı benizli şarkılar var sarı
benizli ölülerin söylediği ve koca bir kaos her duygunun bir şekilde ihanete
uğradığı.
Sahip çıkmam gereken düşüncelerim var
ve de duygularım ve duygular var ruhuma basınç yapan üstelik haklılık
taşımayan.
Soruların muhatabı sadece Tanrı ve gerçekleri
bilen de bir de bildiğim her şeyi sahiplenen varlığımı da belki de benim en
azimli fani hala insanlardan yana umut taşıdığım…
Sevgi, diyorum ve arkasını getirmiyor
kimse.
İnanç, diyorum ve topa tutuyor herkes
birbirini.
Derken çocuk, diyorum ve sessizlik
vuku buluyor.
Ölü çocuklar, diyorum hani nerede ise
benim evrendeki katliamın sorumlusu.
Derken birileri cümleler devşiriyor
ve evcimen yüreğimdeki kıpırtı sayesinde sahiplendiğim her cümle ve her duygu
soluyor.
Gök soluyor ve Tanrı da.
Aşk soluyor ve âşık da.
Lal olan yüreklerde kara ufku
Azrail’in.
İblisin de huzursuz ruhu ve insanlar
arasına nifak soktuğu gerçeği ile bu sefer insanlık lanetleniyor derken sus pus
deyişler ve bıçkın cümlelerin teni ürperiyor ne de olsa kelimeler de canlı
benim nazarımda ve hangi canlı varsa hali hazırda şefkat dilenen, bana asla
sıra gelmiyor.
İnsan hakları, diyenler bir yanda;
hayvan haklarını savunanlar diğer yanda. İnsan haklarını savunan iki üç grup
birbirine giriyor ve kurşun yağıyor.
Hayvan haklarından bahseden diğer
gruplar bu sefer insan haklarını savunan grupla dalaşıyor.
İnsanlık sessiz.
Sevgi ve sabır ise tüketilmiş.
Tükenen cümleler ıssız ve hayvanlarla
insanlar karşı karşıya bu sefer aslında insanlar diğer insanlarla karşı karşıya
bir yandan doğayı korumak adına gösteriler yapılıyor ve doğa katledilmesin diye
savunmaya geçenler birbirini katlediyor.
Çiğnedikleri ayakları ile…
Çiğnedikleri yürekler keskin dilleri
ile.
Herkes illa ki sahiplenilmeyi ve savunulmayı
talep ediyor oysaki arz edilen imkânsız.
İmkânları dâhilinde herkes bir
şeyleri savunuyor aslında savuruyor aslında kaybediyor.
Kayboluyoruz.
Hayvanlar can çekişiyor ve insanlık
tutunmaya çalışıyor bir şeylere ve kimi elini uzatıp boşluğa düşmemek adına
birilerini itiyor uçurumdan aşağı.
Muhatabı kim ise kimsesizliğin ve kim
ise yalın bir sevginin de peşine düşmüş.
Sahiplenilmeyi bekleyen yetim ve
öksüz çocuklar var belki de anne-babalar var çocuklarını toprağa vermiş.
Şehitler var; şehitlerimiz var.
Terör kurbanı masum insanlar ve din
düşmanları var ve münafıklar var ve nice insan birbirine düşman gözle bakan.
Kimi insan sevmiyor.
Kimi hayvan sevmiyor sanrısı ile
lanetleniyor.
Sevginin ne olduğunu bilen hiç kimse
ve katledilen sadece mazlum ve dilsiz canlılar en başta çocuklar ve kadınlar ve
sıra gelmiyor illa ki birilerine bu cehennem hayatı sonlansın diye kimse de
hurafelere inanamazlık yapmıyor.
Çoğalan bir gürültü ve angarya hangi
iş ise ön sıraya yerleşiyor ve önem arz eden konular gündemden düşüyor.
Gözden düşen ise huzur ve mutluluk ve
anlayış ve tasviri olmayan mefhumlar ve kim neyi anlatıyorsa ön yargı ile
dinleniyor her savunma aslında konuşmaktan başka bir şey de yapmıyor çoğunluk
ve zarar verip birbirine aslında kendi kuyusunu kazıyor.
Saat kaçsa…
Ölüm hangi kapıyı çaldıysa…
Katledilen bir kadın; bir mümin belki
bir çocuk belki de nerede bir canlı varsa ve artık kimin kime gücü yetiyorsa.
Bitimsiz bir paranoya ve şizofren
gölgeler ve sanrılar.
Kimin kimi sevdiği asla belli olmayan
bir senaryo yine altında bilinmezin ve kaosun imzası olan.
Sevgiden dem vurup ilk etapta en
yakınımızdakileri örseleyip aşağılarken ve yok sayarken.
Uyumayan insanlık aslında insanlık
dışı ne çok sergi.
Bir meczup belki bir hayvan belki
kimsesizliğin titrine binaen zavallı addedilen oysaki Allah dostu ve Allah’ına
yakın.
Sözcükler dökülürken hece hece ve
yüzler düşmüşken birer ikişer…
Annesini tanımayan bir bebek ya da
bebeğini asla kucağına alamayacak bir kadın ve çocukluğun masumiyetini vahşete
ve zulme teslim eden üstelik zorla sahiplenilen ufacık bedenler hatta
hayvanları sevmekten bahsederken hayvanların dahi istismar edildiği.
Bölündüğümüz.
Böldüğümüz.
Çarpamadığımız ve çoğaltamadığımız
güzel duygular ve birbirimizi dışlamaktan başka yalan söylemekte de sakınca
görmediğimiz.
Bütünün parçaları.
Bizler ve tüm canlılar ama en başta
insanlık kan ağlarken hayvan haklarına sahip çıkmayı unutan ve kimi hayvan
haklarını savunurken durduk yerde diğer insanları yok sayıp rencide etmeye
dünden razı.
Sevgiyi şiar edinip bir ikinci
canlıyı sevmekten aciz en çok da kendi benliğimizi ve egomuzu sevdiğimiz…
İnanç.
Masumiyet.
Fıtrat.
Ve kayıplardaki sevgi ve saygı.
Kaybolan bir gün ve bir dünya ve koca
bir tarih ve insanlık ve nice ütopya bir gün her şeyin düzeleceğine
inandığımız…
Umut başlığı altında başlamak
yeniden: yeni bir güne ve hayata hatta yeni bir yazıya ve yeni bir mevsime…
Dokunmak bu denli zor olabilir mi,
diye içimizden geçirsek keşke ve tüm öfkemizi ve kinimizi yok sayıp da ilk
olarak insanlığımıza sahip çıksak ve insanlık başlığı altında kırmadan,
dökmeden yaşamayı şiar edinsek hele ki Kâbe’yi yıkmak kadar korkunç ise kırılan
bir insan yüreği ve ona gelene kadar zulmün doruk noktasında dünyanın ve tüm insanlığın
geldiği son nokta.
Son nokta.
Nokta.