Duyguların eylem yaptığı yorgun bir
günün teninden dökülen yaşlar bunlar ve elzem her biri az sonra’nın farkını
üstlendiğim bir devre arası.
Hiçliğin meftun kıyılarını döven
dalgaların metazori sessizliği ve beli bükülen kelimelerin şapkasını
çıkarttığım bir harf belki de mevsim irkilirken ben üzüncümün şerefine yola
çıktığım bir yazın deryasında imla hatası olduğumu bildiğim defolu bir fani iken
yine eklemlerinde özlemin iç çektiğim aslında derin derin hiçliğime sövdüğüm.
Gölgelerin mahşerinde bir yangın
olmayı ben istemedim üstelik.
Asla üstlenmedim şakıyan bülbüllerin
yakınında açmadan solan bir gül olmayı.
Lakin böyle buyruldu ve içimin alfabesinde
bir yangın olmam mecbur kılındı.
Külliyen yalan, demelerin de mealidir
yazdığım her satır ve duyup duymadığım veballerin de bir yansıması bunca kahır.
Bir izdivacın tanıklığında evren ve
matem: aşkın kursağına takılı iken mutluluk bağdaş kurulası yalnızlığın da
pervanesine takılı şaşkınlığım.
İzbelerde vuku bulan bir çatışma
belki de içimin örgüsünde içerleyen yüreğimin de tefe konulduğu bir sahanlık
belki tüm bu benzetmelerin dönüp dolaştığı iken içimde infilak eden duygu
terennümleri.
Bir gülücük çoğaltabilir mutluluğunu
ve asık yüzlü mizacında sevginin, aşka prangalar sunulur ve mabedinde ölümün
yaşamak denen sarkaç sadece ölümle huzur bulur kimileri gibi.
Yaşadığım kadar yaşattığım
hayallerim.
Yaşattığım kadar yaşamaya mecbur
kılındığım hezeyanlarım.
Donanımlı bir mevtayım ben her an
dirilebilecek büyüteç görevi gören kalp gözümle ısrarlı bir şekilde direniyorum
işte düzene ve düzenin tarhında kapışan bir lal gölgeyi sahipleniyorum.
Düzen karşıtı kim ise belki de bir
kıyama durduğum o reşit olmamış acıda hüküm veren kader mi de yoksa bunca esefi
yüklenip çoğalıyoruz acıyarak ve çoğaltıyoruz acıları gözlemleyip ses
çıkarmadığımız gerçeği ile.
Uzun boyutlu olmasını dilediğim bir
mutluluk yine çok kısa sürdü sonra da şemasını çizdim yüreğin ve kocaman bir
boşluk.
Pompalan kana karışan mülayim acılar
sanrı yüklü muhatabımla yolum kesişip de şarkıları tehir ettiğim ve gülmeyi
yasakladığım lakin sadece kendi bahçemde uzuyor bunca gölge ve güneş görmeden
eriyor mumlarım.
Dibime ışık verdiğimden bile şüpheliyim
mum sıfatımla ama için için eridiğim nasıl da aşikâr.
Yükümlü kılınmaksa herkes yerine
ölebilirim.
Suçluysam ve suçluysa kelimelerim
yakarım da kalemi sonra da atarım kendimi uçurumdan.
Anla işte ve anlasınlar da ne kadar
önemli bir sorumluluk üstlendiğim aslında kendime verdiğim bir söz ve ömürlük
suskunluğumu askıya aldığım bir süreç de.
Yazarak vuku bulan o geçici coşkum ve
neşem.
Yazmadan geçen güne lanet okuduğum ve
tüm devşirme acılarıma kelepçe vurduğum.
Kazanım babında evet, bir iç huzur
ama kayıp olarak da özgürlüğümü bir yitirip bir peşine düştüğüm.
Israrcı kalabalığın vukuatlarına akıl
sır ermiyor ve hala eremediğim hidayete kim bilir ne kadar zamanım kaldı
aslında eğri büğrü cümlelerden aşırdığım hüzünle deviniyorum ben ve içimin
kıyılarını da dalgalar dövüyor ve sanrıların ket vurduğu istikamette ben rükû
eden varlığımla ricada bulunuyorum evrenden.
Nöbetim bitimsiz ve sırasız da nöbet
çizelgeme eklediğim görevlerim.
Koruyup kolladığım ne çok şey var ve
ilk sırada sığındığım bir liman iken dillenen duygularımın cirit attığı kendi
halinde kelimelerim ve kim bilir kaçıncı cihan harbinde şehit düşeceğim?
En azından onurlu bir edim belki de
gereksiz addedilen; kim ise muhatabım benlik bir aşamadan çıkıp da biz olma
tanısına dönük yüzünde cüretkâr kelimelerimin ben sayısız aşamadan geçip de
erdiğim bir nihayet bir o kadar aklımın ermediği bir rivayet.
Teyakkuzda olmakla direnç göstermek…
Soruların cevabını da asla merak etmediğim ama soru sormaktan da geri
durmadığım sanırım sessizliğin tanısında ben yeni bir isimle arzı endam
ediyorum güne dönük yüzünde gecenin ve gecenin savruk yalnızlığında bir
iniltiye tanık olup susturuyorum içimdeki rüzgârın konuşkan ritminde
hezeyanların devindiği bir zaman dilimine denk düştüğüm.
Beynimin yüzde kaçını kullanıyorsam
ve yetmediğini bildiğim için insanüstü bir güçle pekiştiriyorum her düşünceyi
alt benlikteki gizemle ve devasa bir yürek ambarına düşüyor yolum demek ki
akıl, ruh ve yürek iş birlikteliği lakin yetmiyor, azizim ve düşüyorum yeniden
yollara.
Bir dostun düş’üne düşüyorum ve bir
sırdaşın yüreğine sonra geceye düşüyorum sonra gece düşüyor gözümden sonra sen
düşüyorsun aklıma sonra da aklımı yitiriyorum.
Bir müfreze belki de almakla sorumlu
olduğum bu nefes yoksa ben koca bir yanılgı mıyım da insanları hayal
kırıklığına uğratıyorum?
Yorgun olsam ne değişecek ki ne de
olsa devinen varlığım nadasa alıyor bunca yorgunluğu ve yorgunluktan acı ürüyor
ve acıdan umut ve umuttan… Bilmediğim bir denkleme düşüp de yolum yeniden
sarıyorum filmi başa lakin her seyrinde farklı bir açıdan izliyorum yüreğimin
hikâyesini ve insan olmakla sorumlu ama anlatmaktan aciz kaldığım aslında
kendime gereksiz yere yüklendiğim hele ki anlatmaktan bitap düşsem de anlamak
istemeyen bir seyirci kitlesi.
Ağız tadıyla yaşamayalı çok zaman
geçti üzerinden hele ki şu son üç beş seneyi sevdiğim insanlarla sınanmamdan
dolayı sayısız beyaz duvarlı koridorda nöbet tuttuğum ve nöbet değişimine de
kimsenin gelmeyip uykusuz geçen günlerim belki de uyumakla uyum sağlamak
arasında bir korelasyon kurup aklımca kendimi temize çıkardığım o idam sehpası
öncesi vuku bulan yargı süreci.
Yasama yürütme belki de yaşamayı
yürütememe…
Ne de olsa aykırı olmayı bir şekilde
becerip içimdekileri kelimelere döküp sonra ölmeyi dilediğim…
Ölümün bir kaçış ve kurtuluş olduğunu
biliyorum ve Tanrı yeltenmese bile yeltenmek nedir iyi biliyorum.
Ahkâmlar durağında iz sürdüğüm kendi
ad’ım.
İnsanlar durağında izini sürdüğüm kim
ise sevmekten ve inanmaktan vazgeçmediğim.
Ve kayıplar durağındaki tek yolcu ben
iken bir de sonlanan umutlar…
Hangi minvalde olduğunu bilmeden
geldiğim bir durak burası ve bir sonrasını da asla merak etmediğim yine de bir
bilen varsa gelsin söylesin.
Su gibi aziz ol, demekten ise asla
vazgeçmeyeceğim ve de inanmaktan ve sular seller gibi akmayı dilediğim o
bilinmezlikte ola ki bir akıntıya kurban gideyim bilsinler ki; ben bu dünyaya
sevmek için geldim.