Bir öğreti’nin ışığında daha
yalpalıyorum derken özümsediğim gölgeyi içselleştirip ara veriyorum
tökezlemeye.
Lades demeyi özlediğim bir döngü
aslında tüm derdim kendimle uzlaşmak.
Maviden çıkıp yola eflatunla
cilveleşiyor içimdeki karanlık sonra da sarı benizli bir ilah belliyorum
kalemimi.
Örtmeye dahi kıyamıyorum içimdeki
afacanı.
Genelde neşeli genelde sıra dışı ve
sanrıların korkusuna sığınan bir yabancıyım da kendime.
Tütsüler yok odamda.
Yanlışlara da yer yok hanemde.
Aslında bana ihtiyaç duyan bir evren
de yok.
Sol anahtarına aşığım ben ve
solluyorum sağdıcımı.
Mezuram kayıp; sanırım boyum biraz
daha uzadı gerçekleri ne zamanki haykırsam.
Kovulduğum köy ve kasaba sayısının
ise haddi hesabı yok iken…
Örüntü misali içimdeki doğaçlama.
Aşk misali yüreğimdeki esinti.
Yalnız bir niyazım aslında
yalnızlığımla şerh düştüğüm cihanın kukumav kuşuyum ve soruların girdabında
içimdeki şikâyetnameyi sunuyorum insanlara.
Aşka paye vermeyen kim ise ve sevgiyi
doğru dürüst telaffuz etmekten aciz…
Kök hücremle yeni bir hayat bahşetsin
Tanrı diye yırtınıyor içimdeki atmaca oysaki atamadığım bir hüzün bulutu var
tepeme çöreklenen bir de aşka toz kondurmayan ilham perim.
Her rengi saklıyorum içimde ve ben
her rengin en asil sahibesiyim.
Ölümle bozdum aklımı son zamanlarda
ve ölü yazarlarla ne de olsa her birine malum oluyor benim acılarım. Bir
Allah’ın kulu
anlamazken içimdeki derinliği
sığlarda yol alan insanlardan kaçıyorum alabildiğine.
Yenik düştüğüm belki de kendi doğam.
Sevip sevilmeyi filan da dilemiyorum
artık.
İçimdeki kömür madeninde altına
banıyorum hayallerimi ve kova kova taşıyorum yeryüzüne bu sefer yüzüm gözüm
siyah ben is’in içinde yine de ruhumun akça pakça kaldığına muktedir ve kendime
duyduğum saygı ile bahtiyar bir ölü olmayı diliyorum.
Ölmek istiyorum ve neden diyor ahkâm
sahipleri.
Seviyorum diyorum ve sorgulanıyorum.
Yazmaktan dem vuruyorum bu sefer ve
tepkisizliğe denk d/üşüyorum oysaki en büyük tepki addedilen tepkisizliğe
çocukluğumdan beri aşinayım.
Hücremde volta atabildiğim tek mecra
şu beyaz ve huzursuz sayfa.
İçimden döktüğüm kurdeşene bile
minnettarım en azından vücudum kaşınarak tepki veriyor insanlara.
Soruyorum. Cevap yok.
Seviyorum. Kendimi unutuyorum.
Dilemeyi diliyorum sanırım bu haz
batağında unutulan bakir bir sancıyım ben.
Bir vaveyla yolumu kesen.
Aşk ile ruhumu deşen âşık mevsim.
Mayıs’a giydirdiğim hüzün elbisesi
dar geliyor bedenine ve ötenazi yapıyorum şen şakrak eteklerine.
Aşkı idame ettiren bir azayım bir de
ayırım gözetmeden insanları seven ve onlarsız olamadığım bir o kadar uzağında
durup insansız yapamadığım da bir gerçek.
Ölü güfteler haşin yüreklerde
izdihama sebebiyet veriyor ve ben, kırılgan yüreğimle salınıyorum.
Gölgeler gibiyim: savruk.
Aşk gibiyim: nüktedan.
Yol gibiyim: yürüyüp yürüyüp
bitiremediğim.
Yoluma çıkanlar ve ben yoldan
çıkmamak adına gerisi geri kaçarken.
Gözümden düşen ve gözden düştüğüm her
fasılada gözümle değil yüreğimle görüp severken.
Aşkın nidalarına alışkın benim
beynamaz ruhum oysaki insanlar aşka ve sevilmeye ihtiyaç duymuyor.
İçimi kemiren huzursuzluk ve
anlaşılmaya meyyal şiirler yazıyorum. Olmuyor.
Sevdiğimi ifa edince de laf salatası,
diyorlar.
Aşk diyenlere cevabım sadece
yüreğimdeki yasta demlenen âşık ve maşuk makamı yine de göz yaşı döküyorum
havayı nemli kılmak adına:
Soytarı sitemler.
Ahkâmlar.
İçten pazarlıklı söylemler ve ben
asla toz kondurmuyorum karşımdakine.
İçimdeki laterna susmuyor aslında ben
bir taş plağım.
Sunusu yiğit yüreğimin dinmiyor.
Göl durgunluğunda bir hayat
dilediğimin ertesi çalkantılı dünyalarda fink atıyorum ve sessizce ölüyorum her
yazımı noktaladığımda.
Oysaki üç noktaların insanıyım ben
bir de aşka âşık oysaki aşk demenin bir suç olduğunu belliyorum ve içimdeki
yetim cümlelerin kelimeleri k/anıyor.
Bir yazara daha düşüyor yolum: David Foster
Wallace.
Sonradan öğreniyorum ki… yazarın
intihar haberi edebiyat alemini derin bir şoka sokmuş derken yalpalıyorum ve
kıskanıyorum hayatımda ilk kez birini üstelik bu dünyaya ait olmayan aslında
diğer dünyada bile yatacak yeri olmayan. Biraz araştırıyorum: depresyona aşina
bir yazar… Ve sayısız sorunu yüklenmiş iken tek dermanı yazmak sadece yazmak.
Ne sevdikleriyle bir arada olabiliyor
ne de onlarsız kalmak isteyen bir kalem…
Gerçek bir edebiyatçı ve de iflah
olmaz bir hayalperest.
Ve de hüzne yatkın bir yazar.
Derken Slyvia Plath düşüyor aklıma ve
üşüdüğümü fark ediyorum ansızın. Belki de Sırça Fanus’ta sanki kendi geleceğini
gören bir itiraf kitabında dile getirdiği…
‘’Acının da her türlü vakarı imkânsız
kılan bu anonimliği Plath’ın da teması:
‘’Onurlu yaşayamayan onurlu ölür.’’
(Alıntı)
Vurguladığı üzere Plath’ın; acılar
bir seri üretim yazan kişinin da nasiplendiği hele ki acıyla beslenirken kalem
ve ruh ikilisi…
Hayatta sahip olduğumuz o dik duruş
belki de bir abartı iken onurlu yaşama katsayısına eşlik eden gurur ve inanç demem
o ki: hayatın her safhasında yolunda gitmeyen her şey için insan illa ki bir
yerde noktasını koyup acısını da sabit kılmalı…
Y/anıldığım kadar ya da asla imkan
dahilinde değil yanlışlardan muzdarip bir öğretiyi yok sayıp doğrucu
kimliğimizden taviz vermediğimiz…
Aşkla ölümü bağdaştıran yüreğimdeki o
kara delik beni illa ki yanına çağıran…
Noktamı arıyorum ve bir türlü de
yeltenemiyorum sonlanmaya ve sonlandırmaya:
Ya yazacağım ya da öleceğim…
Çıkmadık candan kalem umudunu
yitirmiyor madem…
Aradığım nokta ile derbeder ruhuma da
kocaman bir parantez açtığım tıpkı bir g/örüntünün ihlali tıpkı hayatımın
görmezden gelindiği üstelik henüz yazmaya başlamadığım ilk gençlik yıllarında
gösterdiğim çabanın da asla dikkate alınmadığı ve de bir baltaya sap olamadığım.
Bu anlamda kalem benim baltam ve
yüreğim de sapı oysaki sapır sapır dökülüyor içimden hüzün ve kalemi avuçlarken
kimseler de bilmiyor ölümü arzuladığımı en azından ulaşmama az kaldığım
hidayeti Tanrı benden esirgemezken varsın tüm insanlık beni yok sayarken…