Zaman çarmıha germişti meftun ruhun
Usunda kıpraşan bir tayın da kısa
ayakları
Değerken mutuma.
Ölümle helalleşen bir tapınak gibi
Ve kibirli bir mevsim dolaşan kanımda
Mecazi bir şehir dokusunda
sakinlerinin
Taşkın bir nehir ince uzun yüreğin
Akışkan cerahatine burun kıvıran bir
tümsek.
Adımlarım kadar sakar ve titrek
ellerinde umudun
Aşka yakın düşen felek…
Ölümün kıyılarına vuran ölü bir
bebek:
Yaş var yok bir ya da ömrün
katılaşmış bedenine
Armağan ettiği o ölümlü hüviyet.
Zemheriler yokuşunda kasnağı kayıp
Fermanımın da izini sürüp
Ellerimde sarkan bir gölge
Habis düşlerin melun cehaleti
Göğe ırak bir yürek
Uzamında aşkın kayıtsız sıralanmış ne
çok izlek
Belki de Haziran kadar naif bir
esinti
Gerilip de bedenim
Eriyor olabilmenin meali
İçine düştüğüm kuyu
Aksayan ömrün tayfası yerli yersiz
hayal
Döşünde yanılgının bir eşkâl
Tutturduğum ısrarlı bir söylem
Edimlerde hâsıl olan koyu bir cümle
Öznesi ölüm yüklemi karanlık
Sınırları çizilmiş ince ince.
Mermerden dokusu ömrün
Mezar taşında melun cümleler
Arzı endam eden cereyanın ruhu
Üşüten bir gece oysaki yazın sıcak
ruhuna
Bir beden büyük gelen acı ve rehavet.
Şimdimden yoksunum madem
Dünüme rağbet ettiğim hangi türkü mü
Damarlarımda çekilen kana riayet
ediyor olabilmek…
Belli ki aşkın asası elimde kalan
Son nimet
Fermanımın yanında koca bir delik
Emanet ettiğim yüreğim kadar titrek.