Ölüm ikliminde çaresizliğin doluştuğu
yaslı çerçeveler fink atıyordu, arzu üzerine oynatılan aynı filmin fragmanına
yenik düşen bir yaz aşkıydı ölümün cüreti ile aşkın kapıştığı devasa bir lanet.
Aksinden yansıyan mavi’nin ruhunda
belki de yankısı sonsuzluğa kadar sürecek bir rengin azat edileceği o gök
kuşağı.
İlla ki restini çekecekti bilinmez ve
illa ki yer bulamayacaktı renkler eski coşkusuna yenik düşmeden pay edeceklerdi
hüznü, körebe oynayan bir çitlembiğin hüznüne yapışıp da aksırırken evren.
‘’Benim geçmişim senin geleceğini
seviyordu.’’
(Şükrü Erbaş)
Bir inilti kundaklandı.
Midas’ın kulaklarında bir ç/ağrı:
Aşkın b/atağında soylu bir refleks
Şarlatan baykuşun özrüne binaen
Gecenin ferine âşık yıldızları
toplarken gökyüzünden…
Sundurmasında gölgeler saklı
İkircikli mevsim hepten unutmuş
yasını
Muadili bir yerküre:
Mahlasını da unutmuş şair,
Kayıplarının peşi sıra imgeleri
savsaklayan
Ehli keyif zümre
Verdi hükmünü sonunda gecenin en diri
zifirinde.
Ah, aşk…
Ah, minel aşk.
Titrek sesinde sür git sefalet
Kuş konmadı üstüne gölgemin
Belki de ayrılığın fitilini çekendi
sürgün gece.
Kuytularda saklı hezeyan
Çatık kaşlı faninin hayaleti düşmüş
bir kez üzerine şehrin
Balçıkla sıvandıkça yer gök
Şaibeli fısıltılar çıktı ayyuka
Köhne hücresinde gecenin matemi
Yalarken ahraz gölgeleri
Şiir dilinde bir ç/ağrı aşkın mahremi
Oynaşırken yıldızlar
Kim bilin neyin nesiydi karanlığa iz
düşen?
Bir hatim daha indirdi annem
Kâküllerimde yıldızlar cirit atıyor
Oysaki aşkın kaçıncı kurası şiirler?
Beş yıldızlı öpücük
Karan geceyi, küren tümden gelen
hasreti
Oynak bir şarkıda toplandık bölük
pörçük
Zemherilerde soluklandık sözüm ona
Oysaki Temmuzun matemine düşmüştü
ateş
Ve kim bilir hangi ocağa?