A-FERİN---MAŞALLAH
Salih Hoca, yatsı namazını kıldırdıktan sonra ağır adımlarla evine doğru giderken birden cep telefonu çaldı.
Camiye girerken kapattığı, çıkar çıkmaz da tekrar açtığı cep telofonuna baktı. Arayan geliniydi.
-Buyur kızım.
-Baba, gelirken hazır bez getirebilir misin? Mine'nin bezlerinden sadece iki tane kalmış. Sabaha yetmeyebilir.
-Tamam kızım da bu saatte açık dükkanı nereden bulayım? Sabaha bekleyemez mi?
-Sabaha kadar idare edebilir ama hani diyorum yolunun üzerinde eczane var ya, Sabiha Hanımın eczanesi...Belki bugün nöbetçidir. Eğer nöbetçi ise ondan alabilirsin.
Salih Hoca '' Tamam kızım.'' Deyip telefonu kapattı. Bu arada Sabiha Hanımla sohbet etmek için bir bahane çıktığı için de bu bebek bezi olayına sevinmişti. Oldum olası Sabiha Hanımla muhabbet etmeyi severdi. Akıllı, oturaklı, mantıklı konuşan, sevgi dolu, güler yüzlü bir kadındı o.
Adımlarını biraz daha sıklaştırdı ve nihayet ışıklı ''Pharmacy'' Kelimesini görünce kendi kendine güldü. Zaten bu tabelayı senelerdir günde en az beş kez görür ama yine de her seferinde gülerdi.
'' Ha ha haaa. Pharmacy açıkmış şansımızdan. Ulan arkadaş anlamıyorum ki, bu kasabaya senede bir turist ya uğrar ya uğramaz. Güzel güzel '' Eczane'' yazsana tabelana.''
Aslında eczanenin camında koskoca harflerle '' Eczane'' de yazıyordu ama ışıklı tabelada yazan '' Pharmacy'' idi. Haaa bir de ''Eczane '' yazısının altında '' Apotheke'' Yazıyordu ve hepsinin anlamı aynıydı: Eczane.
Salih Hoca camdan içeri bakıp Sabiha Hanımı içeride görünce daha da sevindi. Çünkü zaman zaman nöbete kalfayı bıraktığı da oluyordu.
Kafasını uzattı kapıdan içeri. Başını eğmiş bir şeyler yazan Sabiha Hanıma seslendi.
-Hayırlı akşamlar Sabiha Hanım. Neyle meşgulsün öyle?
Sabiha Hanım kafasını kaldırdı.
-Oooo Salih Hocam. Hoş geldin. Ben şiir yazıyordum. Hayırdır yine fıtık ağrısı mı yoksa ülser sancısı mı?
Salih Hoca tebessümle cevap verdi:
-Yok yok, bu sefer bez almaya geldim.
-Anlamadım hocam. Ne bezi?
-Ya bizim Mine var ya, onun için. Annesi '' Mine kaka yaptı bez getir, çok geç kalma tez getir.'' Deyince ve dahi senin dükkanı açık görünce bir uğrayayım dedim.
-Hımmm anladım. Hemen hazırlayayım. Ama çok çok acele değilse otur da bir çay içelim. Daha yeni demini aldı. Seninle biraz şiirden, edebiyattan konuşalım.
Salih Hoca'nın canına minnetti. Çok iyi biliyordu Sabiha Hanım'ın çayı sade içmediğini. Yanında mutlaka kurabiye, börek, çörek vs bir şeyler olurdu. Mübarek hatun bir de güzel yapardı ki yeme de yanında yat. Edebiyat ve şiirle de bir güzel giderdi ki çay ve...? Yanında her ne varsa işte. Yani nasipte ne varsa...
-Hay hayyy. Körün aradığı bir göz Allah verdi iki göz.
Sabiha Hanıma fırsat çıkmıştı taşı gediğine koymak için.
-Hocam ! Senin gözden yana sorunun yok. Sende eksik olan şöyle boyu boyuna, huyu huyuna uygun bir eş.
Salih Hoca da lafın altında kalacak adam değildi.
-Hııhhh bana diyene de bakın. Bana vereceğin aklı kendin için kullansana.
Bu, sık sık yaptıkları bir şeydi. Birbirlerine takılmadan duramazlar, fırsatını buldukları anda iğnelerlerdi.
-Ya sorma hocam. Bana kalırsa kısmetimiz bağlanmış bizim. Artık yatırlara mum mu yaksak, dilek ağaçlarına çaput mu bağlasak, türbelere tavuk-horoz mu adasak, ne yapsak bilemiyorum.
-Yok yok öyle yapmayalım. Direkt kendimizi bağlayalım türbelere, yatırlara ve o türbelerde yatırlardaki velilere seslenelim '' Ya bana bir kısmet ayarlarsın ya da burada kendimi yakarım.'' O zaman kesin açılır kısmetimiz. Ya hakket nefes açıcı, iştah açıcı ilaç var da kısmeti açan bir ilaç yok mu?
-Ha haa haaa. İlahi hocam. Henüz öyle bir ilaç yok ama canla başla çalışıyorum icat etmek için. Bu arada sen de okuyup üflemeyi ihmal etme ki icat edebileyim şu gaybananın ilacını.
Sabiha Hanım ve Salih Hoca böyle havadan sudan konuşurlarken kasaba eşrafından Turgut Bey, son model arabasıyla eczanenin önünde durdu. Bir iki saniyede eczaneden içeri girdi.
-İyi akşamlar Sabiha Hanım. İyi akşamlar Salih Hoca...Sabiha Hanım, şu ilaçları acil verebilir misiniz?
Sabiha Hanım, Turgut Beyin uzattığı pul kadar bir kağıdı eline alıp orada yazılı rakam ve harfleri bilgisayara girdikten sonra '' Tamam Turgut Bey. İlaçların hepsi var. İki dakika oturun ben hemen hazırlayayım. Bu arada bir çay alır mıydınız?
Turgut Bey, Sabiha Hanımın uzattığı bir bardak çayı yudumlarken Sabiha Hanım da ilaçları hazırlamaya başladı. Bu arada Salih Hoca Turgut Beye sitem etmeye başladı.
-Turgut Bey ! Epeydir cemaati boşladınız. Cumaya bile gelmiyorsunuz. İnşallah büyük bir rahatsızlık yoktur.
Turgut Beyin yüzü asıldı.
-Ya, boşver be hocam. Bir kitabımız var güya, içinde ne olduğunu hiç birimiz bilmiyoruz. Okuyoruz ama anlamını bilmiyoruz. Ondan sonra anlamını bilmediğimiz ezberlenmiş kelimelerle yat-kalk. Bu mudur din? Ben vazgeçtim bu din işlerinden.
Salih Hoca'nın canı sıkılmıştı bu cevaba. O sıkıntıyla cevap verdi:
-Yani kitabımızın içinde ne olduğunu bilmediğin için camiyi de cemaatı da ve hatta dini de terk ettin öyle mi?
-Aynen öyle Hoca.
-Peki Kur'anın içinde ne olduğunu bilsen?
-Aman Hocam kalsın. İçinde ne olduğunu bilenler hepten ateist oluyorlar. Ben hiç olmazsa dini terketsem de Allah'ı terk etmedim.
-Peki o zaman sık sık gel bana, ben sana Kur'anın içinde ne olduğunu anlatayım. Gerçi devamlı anlatıyorum ama sırf sana özel anlatayım Kur'anda ne olduğunu. Ne dersin?
-Teşekkür ederim, kalsın. Ben artık hacıya, hocaya hiç güvenmiyorum. Bana kalsa var ya, Diyanet İşleri Başkanlığını, Kur'an Kurslarını, İmam-Hatip Liselerinin hepsini kaldırırım.
Salih Hocanın daha da canı sıkılmıştı.
-Bu dediklerini tamamen ortadan kaldırırsan Kur'anın içinde ne olduğunu kimden öğreneceksin?
-Valla hocam ileride eğer merak edersem piyasada bir sürü meal var. Açıp okur öğrenirim. Yani size ihtiyaç yok aslında. Devlet sizlere haybeye maaş, hatta lojman veriyor.
Salih Hoca, iki satır muhabbet etmek için geldiği bu eczanede şimdi sinirden patlama derecesine gelmişti. Bu arada konuşmalardan Sabiha Hanım da rahatsız olmuştu. Oldukça hızlı bir şekilde Turgut Beyin istediği ilaçları bir naylon poşete koyup uzattı.
-Buyurun Turgut Bey. İlaçların hepsinin üzerine nasıl kullanılacağını yazdım. Borcunuz altmış dokuz lira...
Turgut Bey, parayı uzatıp para üstünü de cebine koyduktan sonra ''Tekrar İyi akşamlar '' Diyerek eczaneden çıktı. O çıktıktan sonra Sabiha Hanım, Salih Hoca'ya sordu:
-Canın sıkıldı değil mi hocam? Keşke hiç sormasaydın neden camiye gelmediğini filan?
-Sanırım haklısın Sabiha Hanım. Ama insan bir din görevlisi olarak merak ediyor cemaatini.
-Üzüldüm ben de...Bu yaştan sonra '' Dini terk ettim'' de ne demek?
Salih Hoca bir müddet sustuktan sonra sordu:
-Sabiha Hanım ! Sana bir soru sorabilir miyim?
-Tabii ki hocam. Buyurun.
-Bu güne kadar senden ilaç alan herhangi bir müşterin herhangi bir ilacın içinde ne olduğunu sordu mu hiç?
-Hayır hocam. Hiç bir müşterimiz yani hasta veya hasta için ilaç almaya gelen kişi bize ilacın içinde ne olduğunu sormaz.
-Peki '' Bu ilaçları doktor yazdı ama ben bunların içinde ne olduğunu bilmiyorum. İçlerinde ne olduğunu bilmediğim ilacı da kullanmam. Bundan sonra artık eczaneye adım atmayacağım. Doktor işlerini de eczane işlerini de terk ediyorum'' Diyen bir insana şahit oldun mu?
-Soru biraz saçma olmadı mı hocam?
-Biliyorum. Saçma oldu. Ama yine de merak ediyorum. Vatandaş doktora gidiyor, doktor onun hastalığına teşhisi koyduktan sonra eline bir reçete veriyor. Vatandaş doktora '' Bana bir sürü ilaç yazdın ama bu ilaçların içinde ne var?'' Diye sormuyor. Sonra size geliyor, size de sormuyor bu ilaçların içinde ne olduğunu. Kayıtsız şartsız bir iman ile bu ilaçların kendisini iyileştireceğine, tamamen iyileştirmese bile daha iyi edeceğine inanıyor. ''İçinde ne olduğunu bilmediğim ilacı kullanmam.'' Demiyor. ''Bu ilaçların içinde ne olduğunu bilmediğime göre bir daha doktora, eczaneye adımımı atmam.'' Demiyor. Siz bu imanı, bu inancı nasıl sağlıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz ki bizim sağlayamadığımız imanı siz sağlıyorsunuz?
-Değerli Hocam ! Özel olarak yaptığımız bir şey yok. Doktor da eczacılar da sadece '' Bu ilaç senin derdinin devasıdır.'' Diyor. Daha doğrusu onu bile demiyoruz. Hasta biliyor o ilaçların derdinin devası olduğunu.
-İçinde ne olduğunu bilmediği halde derdinin devası olduğunu biliyor öyle değil mi?
-Haa, içinde ne olduğunu merak eden hasta açıp pospektüsü okuyor.
-Çok güzel...Bizde meal, sizde prospektüs... Şimdi bir ilacın prospektüsünü çıkarıp birlikte okuyalım mı ilacın içinde neler olduğunu.
-Hay hayyy.
Sabiha Hanım üzerinde A-ferin yazan bir ilaç prospektüsü getirdi. Salih Hoca başladı okumaya.
-Hımmmm adı A- ferinmiş...Adını biz koysaydık kesin Maşallah olurdu.
- İlahi Hocam, sen ölüyü bile güldürürsün. Evet adını sizler koymuş olsaydınız Maşallah, Meaşallah, Maaşallah, hatta bazı salakların yazdığı şekliyle Maşaallah bile olabilirdi.
- Her neyse, bakalım içinde ne varmış? 4 Mg film kaplı tablet. Ağızdan alınıyormuş. Bunu siz zaten söylüyorsunuz hastaya... Asıl önemli olan içindekiler. Bakalım nelermiş: 650.0 mg parasetamol, 4.0 mg klorfeniramin maleat bu ilacın etkin maddeleriymiş. Ayrıca nişasta, kroskarmelloz sodyum, providon K-30,mikrokristalin selüloz,kollodial anhidrus slika, magnezyum stearat, hidroksipropil metilselüloz,makrogol titanyum dioksit ve kinolin sarısı da varmış içinde.
Salih Hoca sözlerine devam etti.
-Şimdi anladık mı bu ilacın içinde ne olduğunu? Sen tabii ki bir eczacı olarak biliyorsun ama ben bir imam olarak sadece içinde nişasta olduğunu anladım. Diğerlerini anlamadım. Eczacı ve belki doktorlar dışındaki insanların anlayacağını da sanmıyorum. Ama insanlar anlamasalar da bu ilaçları almakta hiç bir sakınca görmüyorlar. Oysa bizde durum farklı.
Sabiha Hanım merakla sordu:
-Sizde nasıl hocam?
Salih Hoca tane tane anlatmaya devam etti:
-Bizdeki prospektüsler sizinkilere nazaran çok daha açık ve anlaşılır olmakla birlikte yine de bizim prospektüsleri de anlamıyoruz. Mesela size bir ayetin mealini okuyayım: ''Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.(Bakara Suresi 65. Ayet ) '' Ne anladınız bu ayetten?
-Hocam ! Anladığım kadarıyla Allah, Cumartesi günü yapılmaması gereken şeyler ile ilgili bazı yasaklar koymuş. O yasakları çiğneyenlere de gazaplanmış ve '' Aşağılık maymunlar olun '' Demiş.
-Evet, prospektüsü yani meali okuduğumuz zaman böyle dendiğini görüyoruz. Peki Cumartesi yasağı ne? Bu ayette açıklanmamış. Bugün Müslümanlar için Cumartesi yasağı diye bir yasak var mı bilmiyoruz. Ayet bunu demiyor bize... Allah'ın ''Aşağılık maymunlar olun dediği insanlar maymuna dönüşmüş mü? O da açıklanmıyor.Kim bunlar? Hangi kavim? Hangi millet? Bu olay ne zaman olmuş açıklanmamış. Allah kendi yarattığı bir canlıya ( Yani maymuna ) niçin ''Aşağılık '' Demiş? O da yok ayette. Yani bu haliyle aslında biz de bir şey anlamadık değil mi?
-Aynen öyle hocam.
-Anlamasına anlamadık ama ne yapıyoruz? Sizin prospektüsleri anlamayanlar yine eczanelere gelmeye devam ediyorlar. Siz o prospektüslerde neler yazdığını hiç bir zaman anlatmadığınız halde gelmeye devam ediyorlar. Oysa bizde durum çok farklı.
-Nasıl?
-Bizde prospektüslerin ne anlattığını izah ettiğimiz halde insanların davranış şekilleri çok farklı oluyor: 1- Anlattığımız halde anlamayanlar bize soruyorlar bu ayetin tam olarak ne anlattığını. Zaten aslında bizim gerek vaazlarda, gerek hutbelerde anlattıklarımız hep bunlar. Yani prospektüsün açıklaması...2-Bize sormasalar da kendileri tefsir dediğimiz açıklamaları okuyorlar ve anlayabildikleri kadar anlıyorlar 3- Aynen sizde olduğu gibi bizde de '' Amaan ya içinde ne olursa olsun. Madem ki Allah'ın kelamıdır o halde mutlaka iyiliği emrediyor, kötülüğü yasaklıyordur. Bana bu kadarı yeter.'' Deyip araştırma gereği duymadan inanıyorlar kitaplarına 4- '' Bu ne lan? Hiç bir şey anlamıyorum. Neler saçmalamış bu kitap. Böyle kitap, böyle din mi olur'' Diyerek dini terk ediyorlar.
-Peki hocam, en azından kendisini Müslüman olarak gören bir insanın kitabında ne yazdığını bilmesi daha doğru değil mi?
-Elbette ki çok daha doğru. Ama her şeyden önce meal okuyarak '' Ben Kur'anda yazılanları öğrendim, biliyorum.'' Diyen kişi çok büyük bir yanılgı içindedir. Bunu biraz önce izah ettim sanıyorum. Kur'anda yazılanları öğrenmeye gelince: İşte bunu da yanlış anlıyoruz. Kur'anda ne yazdığını öğrenmek demek Kur'anın Arapçasını ezberlemek değildir kesinlikle..Aynı şekilde Kur'anın mealini ezbere bilmek de değildir.
-Peki nedir o zaman?
-Şöyle izah edeyim: Diyelim ki eşin senden bu akşam için içli köfte yapmasını istedi. Sen de bilmiyorsun içli köfte yapmayı. Bu durumda ne yaparsın?
-Bir eşim olsa değil içli köfte canımı istesin.
-Yahu farzet ki var ve adam içli köfte istiyor, sen de yapmasını bilmiyorsun. Ne yaparsın?
-Eğer varsa iş değişir tabii ki. ''Benden öyle içli, yani kolay duygulanan şeyler isteme.'' Derim.
-Ha ha haaa... Öyle değil. Sen de istiyorsun içli köfte yapmayı ama bilmiyorsun?
-İnternete girerim ya da bir yemek kitabından nasıl yapıldığını öğrenirim.
-Yani bir şeyi öğrenmek için faydalanacağımız kaynaklar var. Onlara müracat ederiz değil mi?
-Aynen öyle.
-Peki ne zaman yapıyoruz bunu?
-İhtiyacımız olduğu zaman. İçli köfte yapmayacaksam durduk yerde gidip de içli köftenin nasıl yapıldığını araştırmam.
-Evet, işte öğrenmek dediğimiz şey budur. Aynen Kur'anı öğrenmek dediğimiz olayda da durum böyledir. Mesela Fatiha Suresinin bize ne anlattığını bilmemiz için Kur'anın tamamını sonra mealin tamamını, daha sonra tefsirin tamamını ezberlemeye ihtiyacımız yok. Ezberlemek zaten öğrenmek demek değildir. Ne yapıyoruz? Önce meali okuyoruz. Orada kafamıza takılıyor '' Din gününün sahibi odur'' Ayetindeki '' Din Günü'' Bunun cevabı da tefsirde...Kısaca bizim prospektüslerde yazılı olanların öğrenilmesi sizin prospektüslerde yazılı olanları öğrenmekten çok çok daha kolay.
-İyi de Hocam ! Hiç olmazsa namaz kılarken okuduğumuz kısa surelerin anlamını bilmemiz gerekmez mi?
-Tabii ki en azından o kadarını bilmemiz gerekir ama o kısa surelerin bile tefsire ihtiyacı var. Surenin sadece ''Kureyş'e imkan sağlandığı için/ Kışın ve yazın yolculuk etme imkanı sağlandığı için/Hiç olmazsa onun için bu Beyt'in Rabbine kulluk etsinler!/ Ki kendilerini açlıktan doyurdu ve onları korkudan emin kıldı.( Kureyş Suresi)'' Olarak Türkçesini ezberlersek bu bize çok da bir şey ifade etmeyecektir.
-Yani biraz önce Turgut Beyin dediği gibi '' Merak edersem mealini okurum'' Demekle olmuyor bu işler değil mi hocam?
-Aynen öyle '' Merak edersem açar ilacın prospektüsünü okurum, öğrenirim içinde ne olduğunu'' Demekle olmadığı gibi...Az önce ben elimize aldığımız ilacın içinde klorfeniramin maleat olduğunu öğrendim ama klorfeniramin maleatin ne olduğunu bilmiyorum. Bu durumda ilacın içinde ne olduğunu öğrenmiş oldum mu?
-Kesinlikle hayır.
-Daha da önemlisi şu: Hiç bir Allah'ın kulu sizlere '' Ben ilacın içinde ne olduğunu öğrendim. Artık sana ihtiyacım yok. Tüm eczaneler kapansın.'' Demiyor ama iki satır meal okuyan,hatta hiç eline almadığı halde piyasada rahatlıkla bulabileceğini bilen bir insan '' Ben Kur'anda ne yazdığını öğrendim(Ya da öğrenirim) İmama, hocaya, din görevlisine ihtiyacım yok. Diyanet de, İmam- Hatip Liseleri de, İlahiyat Fakülteleri de kapansın '' Diyebiliyor.
-Yok be hocam. Bizde de alternatif tıp dediler millet bilir bilmez otla-botla hasta tedavi etmeye kalkıyor. İki haftalık eğitimle millete uzman diploması veriyorlar, millet o diplomalarla tedavi merkezi açtığı gibi bir de eğitimci sıfatıyla eğitim veriyor.
-Şu sülükçü, hacamatçıları diyorsun değil mi?
-Sadece onlar değil, botoksçular, detoksçular, uzaktan kumanda şifacılar,düşünce gücüyle şifa dağıtanlar,sözde diyetisyenler, say say bitecek gibi değil.
-Eee, bu durumda her türlü kapalı kısmeti açan ilaç da piyasaya çıkar yakında...
-Ha ha haaaa. Valla hocam o konuda sizinkilerden bizimkilere sıra gelmiyor ki. Maşallah her köşe başında bir üfürükçü, okuyup üfleyip kapalı kısmetleri açıyorlar (!)
-Hiç sorma Sabiha Hanım. Zaten ne çekiyorsak onlar yüzünden çekiyoruz. Ne zaman dinden imandan bahsedecek olsak millet başlıyor '' Ama yanmaz kefen satıyor hocalar, ama peygamberimizi rüyada gösteren terlik satıyorlar, ama kadınların göbeğine muska yazıyorlar vs.'' Demeye.
-Evet...İşiniz çok zor hocam. Bir çay daha alır mıydınız?
Salih Hoca önündeki kek ve kurabiye dolu tabağı neredeyse silip süpürmüş olsa da iki adet tatlı kurabiye ona göz kırpıyordu ve hocanın en büyük zaafı da tatlı ve hamur işiydi.
-Almasına alayım da çayın içinde ne var?
-Ha ha haaa. İçinde güzel avrat otu var hocam.
-Hımmm. Güzel avrat olduğuna göre çok faydalıdır mutlaka.
-Ha ha haaa. Ne demezsin. En etkili zehirlerdendir. Velhasılıkelam güzellik denen şeye kanmamak lazım. Hele de kadın güzelliğine. Çok çok tehlikeli olabilir.
Sabiha Hanım bir çay daha doldurmak için kalkmıştı ki Salih Hocanın telefonu bir daha çaldı. Telefonun açma tuşuna dokunduğunda hoparlör de açılmış olduğundan konuşmaları Sabiha Hanım da duyuyordu.
-Baba, sanırım eczanedesin. Mine'nin ateşi çıktı. Bir ateş düşürücü alıp acele gelebilir misin?
Salih Hoca, Sabiha Hanımdan müsaade isteyip çıkmaya hazırlanırken bir taraftan da gelinine çıkıştı.
-A benim kızım. Öyle kafadan ''Bir ateş düşürücü getir.'' Olur mu? Çocuğu hazırla hemen, ben gelince doktora götürelim.
-Ya baba her zaman aynı ilacı veriyor doktor. Ne gerek var ki.
-Saçmalama lütfen. Her zaman aynı ilacı verse de o ilacın içinde ne olduğunu biliyor musun?
- Ya baba amma laf ettin şimdi. İlacın içinde ne olduğundan bana ne? Doktor vermiş, eczacı onaylamış daha nesini bileyim ki?
Salih Hoca çocuk bezi poşetini eline aldıktan sonra Sabiha Hanım'a döndü.
-Duydun işte. Millet sana sonuna kadar güveniyor. Verdiğin ilacın içinde ne olduğunu merak etmiyor ama benim verdiğim ilaç için ne kadar '' İçinde sana lazım olan her şey var '' Desem de içindekini merak ediyor.
Sabiha Hanım başını salladı.
-Hocam ! Mesele aslında merak ya da öğrenme meselesi değil. Tam olarak söylemek gerekirse mesele üzüm yeme meselesi değil, bağcıyı dövme meselesi.
Çok haklıydı Sabiha Hanım. Bu mesele maalesef çoğu kez üzüm yeme değil bağcıyı dövme meselesi olmuştu. '' Allah'a emanet olasın. Hayırlı nöbetler '' Diyerek elindeki bebek alt bezi poşeti ile çıktı eczaneden Salih Hoca.