Bir Hilal Değil, Nato Uğruna Batan Güneşler--kore Savaşı-- 5. Bölüm
BİR HİLAL
DEĞİL, NATO UĞRUNA BATAN GÜNEŞLER--KORE SAVAŞI-- 5. BÖLÜM
‘’Bir
avuç kan verdik ama dünyanın büyük devletleri arasına girdik.’’
Samet Ağaoğlu- DP Milletvekili
*******************************
Nato’da ne işimiz vardı. Katılmasak olmaz mıydı? Natoya girme uğruna o kadar
Mehmetçiğimizi kurban vermemiz gerekiyor muydu? Bu sorular o gün bu gün
sorulur. Sorulmasına sorulur da maalesef bu soruya net bir cevap verilemez.
İşin özü şuydu aslında.
II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler kararlarına göre bu savaşa
girmiş olan devletler bundan böyle artık silahlanmayı sınırlayacaklar,
birbirlerine karşı saldırgan emellerden vaz geçecekler, insan haklarına saygılı
olacaklardı. ABD görüntüde bu esaslara
uymaktaydı ama Sovyet Rusya açık açık ihlal etmekteydi (Mesela 1945-1947 Yılları arasında Türkiye’ye
karşı tutumu,Boğazlar konusu ve Kars ile Ardahan’ı istemesi )
Özellikle 1948 de Çekoslavakya darbesi ve yine 1948 de Rusların Berlin’i
ablukaya alması Avrupa’da endişeyle karşılandı ve1948 yılının Mart ayında Belçika,
Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve İngiltere, aralarında Brüksel Antlaşması
denen bir antlaşma imzalarak aralarındaki dostluk bağlarını kuvvetlendirdiler.
Ancak bu kadarı yeterli değildi. ABD ve Kanada’nın da böyle bir ittifaka dahil
edilmesi gerekiyordu. O sebeple Kanada ve ABD ile müzakerelere başladılar.
Bu müzakereler sürecinde on iki devlet(Birleşik Krallık( İngiltere), Belçika,
Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç,
Portekiz, ABD ) 4 Nisan 1949 da kendi aralarında North Atlantic Treaty
Organisationu yani kısaca Natoyu kurdular.
Nato şunları taahhüt ediyordu(!)
Milletlerinin, demokrasi prensipleriyle fert hürriyetleri ve hukukun
üstünlüğü üzerine müesses bulunan hürriyetlerini, ortak miraslarını ve
medeniyetlerini korumaya karar vererek anlaşmazlıkları BirleşmişMilletler
ilkelerine uygun olarak barışçı yollarla çözmek, ekonomik seviyelerini denk
hale getirmek ve bu konudaki dengesizlikleri gidermek için işbirliği yapmak ve
bir saldırıya karşı askeri güçlerini birleştirip kuvvetlendirmek.
Evet, taahhüt edilenlere bakıldığında
amiyane tabirle kebaptı…
Zayıf ve güçsüz bir devletsin ve diyelim ki sana bir devlet saldırdı. Nato
hemen kolları sıvıyor ve Hızır gibi imdadına yetişiyor (!)
Ekonomik yönden ayvayı yemiş bir devletsen Nato hemen masalların perileri gibi
sihirli değneğini bir yerlerinize dürtüp ekonominizi düzeltiyor.
Ülkenizde hukuk mu ihlal ediliyor? Derhal damlayıp hukuku ihlal eden zalime
haddini bildiriyor.
Peki Türkiye’nin bir güvenlik sorunu var mıydı?
Anlattım o kadar. Var ki hem de nasıl vardı.
Ekonomik sorunu var mıydı?
Truman Doktrini ve Marsall yardımlarına baktığımızda vardı ki hem de nasıl...
Peki Türkiye’de bir hukuk sorunu var mıydı?
İşte asıl soru buydu. 1950 de yirmi yedi senelik CHP iktidarına son verilmiş ve
tamamen demokratik olan bir genel seçim sonucunda Demokrat Parti tek başına
iktidara gelmişti. Gerek BM, gerekse Nato demek olan ABD, Türkiye’de bir hukuk
sorunu olup olmadığına zamanla karar verecekti. Bunun için de on sene beklemesi
gerekti. Bu on sene içinde Adnan Menderes Hükumetinin Türkiye’yi kalkındırmak
yolunda önemli mesafeler kat etmeye başladığını görünce Türkiye’de bir hukuk
sorununun olduğuna da karar verecekti ama ne yazık ki ne Adnan Menderes, Ne Celal Bayar, ne de Yassıadada idam sehpasına çıkan
Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan işte bunu hesap etmişlerdi. Hatta idama
mahkum edildiği halde sonradan idam cezası müebbet hapse çevrilen zamanın Genel
Kurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun’un bile aklının ucundan geçmemişti bir
gün gelecek de Yassıadada ‘’ Hukuku ihlal ettiği ‘’ Gerekçesiyle idama mahkum
edileceği…Girmek için canla başla mücadele ettikleri, Kore’ye askeri bile bu
sebeple gönderip resmi rakamlarla yüzlerce, resmi olmayan rakamlarla binlerce
vatan evladının ölmesine sebep oldukları Nato, 1960 yılında doğrudan bir
müdaheleyle olmasa da dolaylı şekillerde yok etmişti hepsini.
Boğacı Hüseyin devam etti.
-Evet kızanım. Önce ‘’ Türkiye bize lazım değil. Hele beklesin bakalım’’
Demişler. Adnan Menderes ve Celal Bayar çok kızmış bu duruma. Atta Fransa bile
‘’ Len Türkiye’yi de alın yazıktır, dışarıda kalmasın ‘’ Demiş.
Fransa’nın dediği aslında tam olarak şuydu: ‘’ Türkiye’nin Natoya dahil olmak için
haklı taleplerini göz ardı edemeyiz. ‘’
-Peki sonra?
-Sonra Birleşmiş Milletler, Çinlileri durdurmak için tüm dünya devletlerine
çağrıda bulununca Türkiye de bu savaşa asker göndermeye karar vermiş. Bu arada
da yine ‘’ Bakın biz de asker gönderiyoruz. Artık bizi de natoya alın’’ Demiş
ama gerek Birleşmiş Milletler, gerekse Nato ve Amerika ‘’ Hele az sabredin. Şu
savaşı hayırlısıyla bir sona erdirelim o zaman bu konuyu düşüneceğiz ‘’ Demiş
bizimkilere.
T.C. Hükumeti ile BM, Nato veya ABD arasında böyle bir diplomasi trafiği oldu
mu, resmi bir yazışma yaşandı mı bilmiyorum ama Türkiye’nin Natoya resmen üye
olması 18 Şubat 1952 de gerçekleştiğine ve Kore savaşı da 27 Temmuz 1953 de
resmen sona erdiğine göre Türkiye’ye, Natoya girmenin bir bedelini ödetmeden
bizi Natoya almadıklarını, ancak o bedel Türk askerinin kanıyla ödendikten
sonra dahil olabildiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim.Nitekim bunu benim
söylememe de gerek yok zamanın DP Milletvekillerinden Samet Ağaoğlu Kore
Savaşından sonraki yıllarda ‘’BİR AVUÇ KAN VERDİK AMA
DÜNYANIN BÜYÜK DEVLETLERİ ARASINA GİRDİK’’ Diyerek övünç vesilesi
yapıyordu.
-Evet Hüseyin Amca ! Şimdi gelelim Kore’ye nasıl gittiğinize.
-Nasıl gideceğiz beaa. Dügüne gider gibi gittik. Ele de 23 Eylül dokuz yüz
elliyi iiiç unutmam
-Kısaca anlatır mısınız?
-23 Eylül
dokuz yüz elli Kurban Bayramının ilk günüydü.O gün önce toplu olarak bayram
namazı kıldık. Askerin zaferi için dualar edildi. Akşam, İskenderun Belediyesi
tarafından Tugay şerefine büyük bir ziyafet verildi ve gece de şenlikler
yapıldı.Savaşa değil de sanki dügüne gider idik.
-Kore’ye gitmek üzere yola çıkmanız ne zaman oldu?
-İki gün sonra… ( 25 Eylül 1950 ) İskenderun limanına beş adet Amerikan gemisi
yanaşmış idi. Biz bu beş Amerikan gemisine doluştuk. Gemilerden ikisi bizim
eşyalarımızı, yiyecek içeceğimizi filan taşıyordu. Diğerleri de askerleri…
Evet bu gemilerden General J.H.Mc.Rae, General W.G.Haan ve Private E.H.Jhonson adlı gemiler
personeli, La Fayette Victory ve Cornell Victorry şilepleri malzemeleri
taşıyordu.
-Bu gemilerin hepsi aynı gün mü yola çıktı?
-Yok kızanım. Aynı gün yola çıkmadı tüm gemiler.Biz yola çıktığımız gün okul
bebeleri bile saile(sahile) doldu. Ağlayanlar, dua edenler, alkışlayanlar, ‘’
Helal olsun aslanlarımıza. Gösterin o gavurlara gününü’’ Diyenler, ‘’
Vatanımıza göz dikenlere adlerini bildirin evlatlarım’’ Diye bizi
yüreklendirmeye çalışan yaşlılar...Tam bir ana baba günüydü.
-Siz sanırım siz ilk gidenlerdendiniz.
-Evet. Biz ilk gidenlerden idik.
-Kaç kişi gitti ilk seferde biliyor musunuz?
-Çok idi. Çok çok fazla idi. Sayısını bilemem ama çok fazla idi.
İlk gönderilenlerin sayısı 5.083dü. Ancak gazeteler bu sayıyı daha düşük
gösterdiler dünkü yazımda da resmini gördüğünüz gazete haberinde olduğu gibi…
Bir diğer konu da özellikle basın Kore’ye gönderdiğimiz asker sayısını sanki
hepsi bu kadarmış gibi bir algı yarattı hep. Oysa savaşın başından sonuna kadar
gönderdiğimiz asker sayısı daha önce de belirttiğim gibi 56.536 idi.
-Yirmi dört gün süren bu yolculuktan sonra ilk nerede karaya ayak bastınız?
-Güney Kore’de Pusan diye bir yerde karaya ayak bastık.
-Gemi yolculuğu esnasında neler yaşadınız peki?
-Oooo neler yaşamadık ki kızanım? Öncelikle hayatında ilk kez deniz yolculuğu
yapanları gemi tuttu. Öğürenler, kusanlar, asta olanların addi esabı yok idi.
Zamanla alıştı erkez. Sonra Amerikalılar baktılar ki biz modern silahlar
akkında iç bir şey bilmeyiz, bize egitim verdiler. Bol bol sinema filmi izledik
ki ayatımda ilk kez film izliyordum. Epimiz Marlin Monro karısının astası olduk
onun filmlerini seyrede seyrede. Bir de gaste çıkardık yolculuğun sonlarına
doğru. Adı neydi bakayım…Tamam atırladım ‘’ Kore Yolu ‘’
-Kore’ye vardığınızda nasıl karşılandınız?
-Bizi Güney Kore askeri ve oranın yöneticileri ile alk karşıladı. Ellerinde
Güney Kore, Birleşmiş Milletler, Türk bayrakları vardı. Elli kadar Güney Koreli
kız mektep talebesi de ellerinde bayraklarla çelenklerle bizi karşıladılar.
-Seul’de kaç gün kaldınız?
-İç kalmadık kızanım. Emen trenlere doldurulduk ve Taegu denen bir şehre
geldik.
- Hemen çatışmalara dahil oldunuz mu?
-Aaayır beaa. Biz Amerikalıların silahlarını kullanmayı bilmiyorduk ve ayrıca
eğitimsizdik. İlk günler bize eğitim verildi. Atta duyduğumuza göre bizim
komutanlardan Tasin Yazıcı ( Tahsin Yazıcı ) bizim ne kadar eğitimsiz
oldugumuzu görünce ‘’Eyva eyva ‘’ demiş. Biz zaten ilkin Taegu ile Taejon arasındaki
dağlarda gizlenen ve fırsat buldukça yollara inerek saldıran çetelerin peşine
düştük ve yol ile köprülerin güvenliğini sağlamakla görevlendirildik.
-Çatışmalara ne zaman dahil oldunuz?
Boğacı Hüseyin de kahve cemaati de ha bire içtikleri çaydan ve meşrubattan
dolayı artık sıkışmaya başlamıştı. Bunu anlayan Arap Enver devreye girdi.
-Beyler, on dakika çiş molası veriyoruz. Muhabbete kaldığımız yerden devam
edilecektir. Kimse bir yerlere ayrılmasın.
Millet sanki bu anonsu bekliyordu. Kahvenin en az yarısı tuvaletlere koşmaya
başladı.
Eh biz de bir mola verelim değil mi?
Devamı gelecek bölümde.
(
Bir Hilal Değil, Nato Uğruna Batan Güneşler--kore Savaşı-- 5. Bölüm başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
20.09.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.