Rütbesi kayboldu mevsimin ve tüm
ardıç kuşları da terk etti şehri. Şehrin belleğinde saklı hikâyeler ve
maruzatlarını beyan eden hikâyeciler. Bir hikâyenin uzvu olmak gibi bir
rahmetle içli dışlıyım ve hikâyenin özgüveni ile sınanıyor içimdeki karanlık
dehliz. Şimdi ihbar edeceğim tüm kuşlar ve şehir öğrendiklerinde kimliğimi
biliyorum ki şehirsiz ve kuşsuz kalacağım.
Mabedi yorgunluk aslında mevsimin ve
kül de yutmuyor: ne deyişler ne de rüzgâr.
Rüzgârın muhtevasında kırık dallar
saklı ve kopuk yapraklar. Günyüzü görmeye dair artık inancı da kalmadı
kimselerin ve delişmen kimliği doğruların ve çapraz sorgulama ile suçüstü
yakalanan şiirler.
Sezilerini aldıran bir tanrı gibi
ölüm ve dokusunda kurşunlar saklı: hem yediği kurşunlar hem de döktürdüğü ve
yalan yanlış doğrularını savunuyor mekanizması göğün ve esefle de kınıyor
yorgun kuşları ve düşleri.
Bir hikâye olmalıyım an itibarı ile
sonra da bir nokta ekleyip yeni bir hikâyeyi bu yazmış olduğuma uyarlamalıyım.
Kurşungeçirmez yeleğimle geceyi
sırtladım ve düştüm mahzun sokaklara ve bir sokak çalgıcısı görmeyi düşlüyorum
düştüğüm yollarda belki de onun hikâyesini yazacağım ve bunu o bilmeyecek.
Sadece Tanrı bilecek ve ben bile
unutacağım yazdıklarımı sonra da ardından yandıklarımı ve delişmen iklime
nazirelerde bulunacağım ve boyutsuzluğumu kurşunlayacak kara toprak ağırlığım
ile altın yüklenip altın günleri yapacağım yorgun apartmanın boş katlarında
eski sahiplerinden kalan her yorganı, halıyı ve kilimi silkeleyip süpüreceğim
de ve elbette kalan tüm hatıraları.
Y/anıldığımı bilmeden üstelik.
Yankısı olmayan bir çığlık olmayı
bile becerememişken.
Giyindiğim değil de giydirdiğim kat
katlar ve elbette nazar duaları ile yollarına serildiğim ve geleceğini,
döneceğini ümit ettiğim tüm gidenleri illa ki anacağım her gün her gece.
Şehrin kodaman düşleri varmış ve
ılıkları bir yanıp bir sönen. İyi de şehir nasıl ödüyor bunca ışığın vergisini
ve faturasını? Fatura kimin adına mı kesiliyor yoksa şehir mi eksiliyor
gözlerinde umudun ve içine şiir kaçan bir yabancı gibi belki de gözlerine
şehrin çöpü batan ve atağa geçen her hayal ile avunduğum sonra da diskalifiye
olduğum bir ringde muhatabım olmayan tüm vurucu imlerle tezahürat yaptığım
akılsız bir baş gibi iki elimin arasında düşünmekten kendimi alıkoyamadığım.
Bir desturu var ya da yok.
Yoksunluğun bir titri varsa varlığın
hicvi midir her gözden düşen yaşa denk düşen sonra alkış tuttuğum bir şarkı ve
sünepe rüzgârla sözleştiğim o akşamüzeri ben bir sokak lambası olmayı dileyip
de şehre karıştığım aslında şiir iken doğumunda gecenin şehre laf atan bir
serseri gibi iklimlerle satırları donattığım ve hikâyecisi olmaktan şeref
duyduğum bir ölü gibi rahmeti de boca ettiğim satırlar ve ben bir yatır
meziyetinde adaklar adadığım mumlar yaktığım sonra da evi ve hayallerimi
yaktığım.
Gün sancılı iken akşamı buyur ettiğim.
Aksanı kayıp iken kimi kelimenin ben yeni baştan şiirler ve kelimeler inşa
ettiğim.
Aşkı hakkıyla yaşamak varken iz
sürülen nefretin ve yokluğun mücadelesinde varlığı da tasalarla süsleyen bir
kenar süsü gibi defterimde yarım kalmış tüm şiirleri alevlere teslim ettiğim.
Şühedası yüreğin aksanlı bir dil.
Yankısı ömrün aslında yansıyan bir
akis.
Her şeyin birbirine girdiği ve
kopyaladığımız hayatlar ile kendimizden dahi şüpheye düşüp bir avazda doğan
umutları karabasanlarla boğduğumuz ve anne sıcaklığından da mahrum kıldığımız.
Bir hikâye olmak adına bir hikâyeden
yola çıktığım…
Yola çıkıp da yolumdan döndüğüm.
Raksı, sesi, nazı ve niyazı ile
şehirli bir kadın ve güzelim Anadolu’m insanı gibi memleket kokan şiirler ve de
toprak.
Her halükarda gizemin ta kendisi.
Aşkın alt yazısı iken şiirler adı
unutulan bir mevsim gibi koyu gözlerinde şehrin cirit atan bulutların nihayetinde
şehre ve yere indiği ve tüm acıların ve de duaların gökte asılı kaldığı…
Bir hurafe kadar bilinmez.
Bir şakayık kadar dolgun ve doygun.
Bir sure tadında huzura vakıf.
Aşka kinayeler yükleyen iblis gibi
sonu baştan belli.
Öykündüğüm bir hikâyede kuluçkaya
yatan bir kuş gibi kalemimin tepesinde dolanan alıcı kuşlardan da gözümü
alamadığım ve şimdi mevsime atıfta bulunup gökyüzünü yargıladığım aslında
kendime dönük bir aksanla içimdeki acıları ve yazmadığım hikâyeleri
kurguladığım.
Her izlekte saklı iken sırlar ve her
sırda serilmiş iken gizem ve muhatabım olan şiir ve hikâyelerde ben görücü
usulü ile everirken hayallerimi elbet gerçeklerin can yaktığı bir düzlemde ben
bir oval tepsi gibi içimi ısıttığım bazen de içimin ürperdiği bir mecra iken
bilinmezlik aşka dönük yüzü ile İlahi ateşin sırların muhatabı iken melekler ve
efsunlu iksirimi içip de şiirlere serildiğim muhtevası yüreğin ve de hayatın.
Hayatı yaşanır kılan o med-cezir.
Hayalleri ile besleyen hep gönül
gözü.
Şimdi sevdalı bir şiir olup da düştüğüm
yollarda gözümü alamadığım ati.
Serzeniş tümü kendime iken mağdur bir
şiir olmam kimin umurunda ki ve demlendiği tüm niyazlarımda gözlerimi diktiğim
bir devasa rahmet sadece coşkunun ve de umudun iz düşümü iken her satır başı ve
sayfalar sonra geçici bir nokta koyup da özrümü sunduğum…
Bir hikâye olmak vardı şimdi.
Bir de anlatıcısı yüreğin asla
susmazken ve kalemi ile konuşan bir yürekten de asla zarar gelmezken…
Hikâyenin ta kendisi iken şair.
Şair olduğum ise bir rivayet iken
hikâyelerin iz düştüğü her zerremle ait olduğum sadece döngünün rahmetinde
kendimi defalarca kaybedip defalarca bulduğum…