Muhtevası rahmetin ve de doğanın
belki de doğaüstü bir güce yenik düşmenin vebali ile kürediğim nice duygu.
Renklerin kasıtlı sedasında ve de
vedasında buseler konduruyor göğün simleri ve imleci ölüm olan düşler
ayrılmıyor zihnimin odalarından.
Issızlığımla geldim ve damla damla
akıtıyorum ruhumu belki de az sonra açacağım artı parantezde nüksedecek sevdalı
martılarımın da çığlığında gövde gösterisi yapacak kumrular.
Aşkın her haline düşkünüm en çok da imkânsız
haline ve sevmelerden ördüğüm hüzün hırkam bu Aralık soğuğunda içimi ve
sözcüklerimi ısıtamazken sahiplendiğim her şey adına doluyorum ve kaybettiğim
her şey adına da boşa koyuyorum içimdeki hüzün teknesini.
Detaylar saklı imlerde ve tefekkür.
Yaldızlı gözlerinde bilinmezin,
mihrabın tevekkülü ve külüstür vecizelerde dile gelmesini umut ettiğim sevgi
ekseninde, senden haber alamazken içimi de dökmek istemediğimdendir belki de
söylememek adına kendimle restleştiğim.
Karambole giden nice şey ve zaman ve
hayal ve kundaklanan bir iç dünya gerçi mevzu etmektense mecazi eklemler ve
iletiler sunuyorum duygularımın yanına sonra da kendime postaladığım
mektupların özetini çıkarıyorum gerçi hiçbir elime geçmedi ama elbette senin de
haberin yok iken ve sevdalı bir mizansende içime kurşun döküp dışımı da
süslüyorum.
Gülücüklerin esiri iken bir zamanlar.
Ve mihrabın yüreği ısıtan
uğultusuyla…
Acıdan türeyen hüznü kalemle
bastırmak adına ve geri tepip de tüm hayallerim hayalin ve hüznün boyutunu
günden güne büyütürken.
Bir handikap olsa da hatıralar.
Ve ölüler yaşayanlardan daha az acı
verirken…
Ve safımı hala seçemiyorum:
Mutlu bir ölü olmak adına mutlak
hüznü içip de mutsuz bir canlı olmanın fetvası mıdır yoksa bunca sözcük ve ben
elemle kaderi tokuştururken hakkın da var mıdır beni daha fazla bekletmeye ve
üzmeye?
Hayatın faturası adresime her gün
yeni bir ileti olarak düşüyor belki de beylik söylemlerin kapanan gözleridir
ben diri sancılarda gönül gözümün hitap ettiği bir düzenekte kendi kendime
sırıtıp da acılarımı mimlerken…
Ve şerit değiştiriyorum kimi zaman.
Sonra da iç geçiriyorum.
Belki de günü geçiştiriyorum ve
hülyalı saatlerde şiir olup düşüyor gözümden kelimeler artık nasıl payidar ve
bahtiyar kılacaksam ömrü.
Sözcüklere suni teneffüs yaptırmak
adına kalemin ucunu açıyorum da açıyorum aslında dalgalar var boyumu açan ve
araz yüklü yüreğim bir de mahremim ve imgelerin taarruzuna yenik düşüp ikilemde
kalıyorum.
Senden haftalardır haber alamıyorum
ve aklıma düşüyor nice ihtimal.
İçime kurt düşüp de içimdeki çürük
elmayı kemirirken ve ben elmayı sevmezken elma beni sevmeye kalkıp da… belki de
tam tersi:
Sevgilerin eşleşmediği bir eksen ve
evren her halükarda sevgiyi şart koşup elimizi uzatıp içimizi açtığımız elbette
varlığından aldığım güçten eser yok kaç zamandır ne de olsa senin bana
söylediklerinden sonra benim sana söyleyemediklerimle aklımı kurcalıyor
ihtimaller ve ben asla senin yerine kimseleri daha çok sevemiyorum ki tam
kendime sıra gelmişken…
Sözcüklerin isi, canım dostum.
Sözcüklerin zikri, canım kardeşim.
Her halükarda sözcüklerin ergen sersemliği
ve ben bir çocuk gibi kucak açıyorum hayata ve yanlış insanlara aslında herkesi
sen belleyip kendimi biz olarak tahayyül edip sana söyleyemediklerimle içimde
volta atıyorum ve sözcükleri kırpıyorum zaman zaman oysaki gözümü kırpmadığım
kaç gecedir gündüzün hayali ile uyumaya çalışıyorum ve mağarama kapanıp
açılmayan kapıdan geçmeyi ümit ediyorum.
Şah iken şahbaz oldum ya…
Türevi özlemin acı iken…
Bir de meylettiğim hangi duygudan
sakınıp içime kapandığım bir ömrü şimdilerde satırlara yatırırken.
Aşkın hizaya getirmesini beklediğim
bir evren lakin evrenin ve iyi insanların belinin büküldüğü.
Kurcalanmaması gereken duygular var,
dostum bir de kurguladığım yarınlar belki de asla kavuşamayacağım ve kibirden
yoksun sevgimde yine içime dönük yüzümle dışlandığım hangi mizansense bire bir
kendimi suçladığım.
Sözcükler kırağı çalıyor kimi zaman
ve duyguların tadı inanılmaz acı.
Karaborsaya düşen bir cümle arayışına
yenik düşüyorum bazen ve sözcük enflasyonunda hükümetin imgelere yüzde kaç
oranında zam yapacağını tahayyül ederken… uyanıyorum dev ekranda gördüğüm
rüyalardan ve karabasanlardan asla kaçamadığım gerçek hayatın getirisi ile
içimin daha çok acımasına vesile olan şu kara iklimi.
Bir yafta bazen.
Bazen bir rüzgâr.
Bazen yalın bir sahne başrolde ölüm
ve yolcu oysaki hancı bellemedik mi her birimiz kendimizi?
Ve işte yanılgının ve yenilginin
devreye girdiği elbette topa tutulduğum koca ömrün ortasında bir yerde nasıl
bir hataya düştüğümü hala kendime izah edememişken.
Şimdi düş gücümle sana dokunuyorum ve
göğün sarkan mintanında eteklerini topluyorum acının ve şiirin ve yakamoz bir
coşkuda kesif sessizliğe rağbet eden geceye gülümseyip kalemle sözleniyorum
yürek hükmünü çoktan vermişken ve avlanmak adına arayışa çıkan avcının
nihayetinde avlanıp yüreğinin söküldüğü…
Elimde iğne iplik beklerken…
Yürü ya kulum, demişken Rabbim.
Oysaki ben daha ilk adımı atamadan…
Yorgunluğun kıblesinden sana
sesleniyorum ve aşkın çatısına tüneyen martının kanatlarına uzanıyorum elbette
sefil varlığımla güme giden koca hayatın intikamını alırken kendimden, hala
sevilmeyi diliyorum evrenin en arkada kalmış yolcusu iken belki de henüz yola
çıkmadığımı ben bile kendime itiraf edemezken…
Ve ben seni inanılmaz çok sever ve
özlerken…
D/dokunulmazlığında yüreğimin içime
su serpmeni beklerken yineliyorum sana olan sevgimi, canım kardeşim ve okumanı
da…
Sevgilerimle.