Mavi badanalı köşkün, sarı benizli
panjurları ve pejmürde takvimin son yaprağına az kala, bir başımıza kalmışlığın
da ahvali şiirler ve kabından taşan Aralık.
Miskin bir gözyaşı içimi kundaklayan
ve nice yeis yüklü sağanak.
İki arada bir derede kurşuni gökyüzü
ve bir çalımla nüksediyor yorgun kelam; azığa aldığım kadarıyla atığı olmak
fabrika düşlerin ve çelimsiz bir minvalde gök viyaklıyor niceliği olmayan bir
fabrika ayarı lazım görmeyi unuttuğum düşlere.
Sağımda yas saklı.
Solumda yeis.
İnce uçlu seyyah kalem ve
d/okunulmazlığım ve işte şimdi çalıyorum çırpıyorum mazinin bereketini ana
serpiştiriyorum ve tüy sıklet kuşlara verip veriştiriyorum.
Vecizeler gözden düşen.
Sevgim göze gelen.
Sözcükler kalibresi muğlak bir düş
gücünde peyda oluyor ve isli yüreğimi üfleye püfleye yarınlara taşıyorum.
Azımsanan varlığıma müteşekkirim
yoksa acısız geçmeyen günümde huzur bulmayacaktım ve karaborsaya düşen yılbaşı
ağaçlarının kökünü kurutacaktım.
Sefil bir tebessüm, ıslak göğün
mermer yaş başlığı belli ki yaşın kemale ermişliği ile iştigal şunca sönmeyi
bekleyen mum ne de olsa doğum günü pastam çoktan eridi ne de olsa yaz çocuğuyum
ve yas’a dönük yüzü mevsimin ve iri bir panda yavrusu belliyorum kalemin
minvalini ve haşmetli rahmeti içime ç/ekiyorum densizliğime kılıf filan da
geçirmiyorum hani sanrılı bir dem içimdeki bezgin kuş belki bezgin Bekir
lakaplı bir misyon üstleniyorum sözcüklerle körebe oynadığım bu anlamda
dokunduğum yürekler…
Durduk yer yazmıyorum.
Durduk yere kazmıyorum mezarımı.
İhbar ettiğim koca ömrün sancılı iç
dökümü ve her köşe başında içimden taşan denizde kalmış filika ve düş mahkûmu
olmanın verdiği hırpani boyutsuzluğumla çeki düzen veriyorum göğün sancağına ve
al bayrağıma doyamıyorum.
Hangi ara boğuldum da kıyıya vurdu
dalgalar beni?
Hangi sefil beyit idi yüreğin sunumu
bir şiir olmanın verdiği hüsran ile mutluluğu eşleştirdiğim?
Dibi gelen hangi boyalı saçta ben bir
beyaz tele denk düşüyorsam ve iskeleti olmayan ruh kaçkını bir gölgede kayıtlı
iken yüreğimin sicili…
Ve şimdi yontuyorum ağacı ve
seriyorum niyazımı sarmaladığım kadar yüreğimi hidayete uzanıyor yolum.
Bir geçkin mevsim ki…
Geç kalmışlığımla içli dışlı.
Aşka hükmeden kalem ve kaleme
hükmeden aşk:
Ah, lafügüzaf bir ihtimal beni benden
uzak kılan ve derdest benliğimin kıyımında ben ihtimallerle büyüyorum ve
büyütüyorum da acılarımı hele ki son pişmanlığın fayda etmediği bir teyakkuz
ile tünüyorum yorgun ve kuru çınar ağacına.
Patavatsız şiirlerin perişan
hecelerinde payidar kılınmakla iştigal sanırım rahmi evrenin bayağı kurudu ve sevgisizliğin
kör ettiği gözlere bakıyorum da… gözlerini kaçırıyor kuşlar ve kanatları yorgun
ve de kırık…
Şatafatlı bir yalnızlığın…
Sancılı mavinin de tekdüze sesi.
Sanrılı bir yokuş ve cebime tüneyen
baykuş ve bayan kuş.
İzahı yok madem itiraf etme gayretlerim
suya düşüyor ve arkama serptiğim çakıl taşlarından fışkırıyor filizler belki de
göğün temennisi bir bulutum ben içine yağan içinden taşan ve her şeyi yüzüne
gözüne bulaştıran.
Bağışlayıcı Rabbim.
Azat etmekse acıları benliğime bir
büyük beden gelen ve kalp gözümle sarmalıyorum her birini açığa alındığım
aşikâr aşka düşüp de yolum, yolunda gitmeyen her şey elbette bahtiyar kılıyor
martıları ve kapıyı aralıyorum son bir hamle ile bozguna uğratıyorum kapı
arkasındakileri ve ısmarladığım filika sonunda adresime geliyor oysaki ben bu
yüreğin kaptanıyım batsa bile terk etmediğim sefil yüreğim ve sevdiklerim.
Tüm mizansende kayıtlı tek şık ve tek
gerçek:
Hayatın limanında demir almış
tahayyül gücümle düşlerimin pervanesine takılıp da kalp gözüm, istikrarla
seviyorum ve çatıyorum kaşlarımı hani olur da bir tebessüm daha armağan eder
bana Ebabil kuşları ve esefle kınandığım yollarda kalan mevsime son ikazımı
veriyorum: aslına dön sevgili Aralık ki yeni yılın bahçesinde devinsin kar
taneleri ve masumiyetine ihanet etmesin sancılı insanlık en azından kalan
masumiyet artık kirlenmeye yüz tutmasın ve yüz bulduğumuz kadar kaderden
yüzümüzün de akıyla çıkalım eskimiş yıldan…